118 yaşındaki Nâzım Hikmet’le anayasa denilen şeye bakış

1902 ile 1963 arasında dünyayı gözleriyle gördüğü yıllara çok şey sığdırdı; tutsaklıktan özgürlüğe, hasretlikten sevdaya hepsini dolu dolu yaşadı, dolu dolu yazdı. Yaşadığı yıllar yaşına göre ne kadar azalırsa azalsın O, aydın ve sanatçı olarak, komünist olarak hep önde olacak, hep ışık tutacak.

Son romanı “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”de, “Anayasaya mı güvendi bizimkiler? Bizim burjuvazinin Anayasa filan taktığı var mı?” diyerek hem anayasaların sınıfsallığını hem de burjuvazinin bir eliyle anayasa tutup diğer eliyle sömürdüğü ve zulmettiği ikiyüzlülüğü kısa ve öz anlatırken bir komünistin neyi nasıl analiz edeceğinin örneğini de veriyordu.*  

Komünist olmak böyledir. Doğaya ve insana, ekonomik ve siyasal ilişkilere, yapıya ve üstyapıya hafife almadan bakmayı bilir; sınıfsal okumayı bilir ve yaşadığı düzenin kimi araçlarına sığınmaya, ödünler vermeye kalkışmaz. 

Nâzım Hikmet yaşamında anayasallığa uyan ya da uymayan birçok dönemi ve toplumu gördü.  

Doğduğunda askıda olan 1876 Anayasası, 1908’de II. Meşrutiyetle canlandı ve değiştirildi. 1920 TBMM Hükümeti, 1921 Anayasası, Cumhuriyet, 1924 Anayasası dönemlerinde yaşadı. 1961 Anayasasında “Yurdu”nda değildi. Ekim Devrimini, 1918 ve 1924 Anayasaları dönemlerini yerinde görmedi ama SSCB’de insanlık tarihinin en önemli belgelerinden olan 1936 Anayasası döneminde yaşadı. 

O hukukçu değildi. Ama ekonomik, siyasal ve toplumsal ilişkilerin hukukla değil, hukukun o ilişkilerle ortaya çıkacağını, anayasaların da bunun içinde olacağını çok iyi biliyordu.          

O kadar iyi biliyordu ki, SSCB’nin 1936 Anayasa Taslağı kapitalistler tarafından Sovyetler aleyhine çarpıtılarak anlatılırken, bu çarpıtmalara karşı savunma yapmak ve Türkiye Cumhuriyetinin emekçi halkına doğruları açıklamak için kalemi eline almaktan kaçınmadı.

Nâzım’ın anlatımıyla, “Proletarya diktaturası; Sovyet demokrasisi inkişafının yeni merhalesini tesbit eden yeni anakanun projesini Stalin’in rehberliğiyle meydana çıkarınca bunu her şeyden önce bütün Sovyet vatandaşlarının önüne koydu. Milyonlarla insan, fabrikalarda, kolhozlarda, dairelerde, projeyi münakaşa etiler. Kanaatlarını, proje hakkında aldıkları kararları bildirdiler”.

Bu tartışmalara Nâzım da katıldı ve “LENİN der ki: Sınıf farkları mevcut oldukça ‘SAF DEMOKRASİ’den bahsedilemez. Sınıf farkları mevcut oldukça ancak sınıf demokrasisi vardır” diye başladığı çalışmasında taslağın ana maddelerini gerekçeli ve ayrıntılı olarak yazdı.**

Bugün Nâzım 118 yaşındayken, paçavra gibi dağıtılan cumhuriyet ve demokrasi sözcüklerine sığınarak anayasalı ama Anayasasının “cumhuriyet ve nitelikleri”ne ilişkin hükümleri Anayasaya aykırı olarak ve adaletsiz halkoylamasıyla değiştirilen bir toplumda yaşamak zorunda bırakıldık. 

Üstelik bu değiştirilen hükümlere de uymayan, adı cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve kararları olan belgelerle hukuksuzluğu ve keyfiliği yönetim şekli olarak kullanan ve de patronlarla emekçiler arasında çifte standart uygulamalar yaparak emekçi halkı her yönüyle ezen bir düzende yaşamak zorunda bırakıldık. 

Bunların üstüne bir de cumhuriyetin, aydınlanmanın, laikliğin ve toplumsal hakların üzerinde tepine tepine, patronlarıyla, SADAT’larıyla, ASSAM’larıyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle, diyanet işleriyle, dernek ve vakıflarıyla, sendika ve siyasi partileriyle, imam hatipçi eğitim kaleleri ve yurtlarıyla, kurslarıyla, değerler eğitimleriyle, kılık kıyafetleriyle ve de içerde-dışarda cirit atan yobaz silahlı çeteleriyle yarattıkları dünyalarının dinsel davranışlarını devletin, hukukun, siyasetin ve toplumsal yaşam tarzının içine yerleştirdiler.

Tepeye bir İslam ve şeriat anayasası konmadan olmazdı. Ama ümmetçiliğin gereği olarak bu anayasanın İslam dünyasını kapsayan bir konfederasyonu (İslam Devletleri Birliği –ASRİKA- Konfederal Cumhuriyeti) yansıtması, merkezi İstanbul olan hilafeti işaret etmesi şarttı. 

Her şeye karşın haklar, devlet ve cumhuriyet yönleri yalama edilmiş bir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası varken, bu yapılanlar bir koşut devlet yapılanması (KDY) değil mi?  

Sermaye sınıfının ve işbirlikçiliğini yaptığı emperyalizmin tüm değerleri uğruna hizmet veren bu KDY, işine geldiğinde kendi kuralsızlıklarını işine geldiğinde de klasik burjuva devletin kurallarını ve kurumlarını çalıştırmıyor mu?

Düzenlerini eleştirenler için “eleştirme yasağı” getirip “eleştiri teröristi” ilan etmeye kalkışmadılar mı? 

Mevcut Anayasa cumhuriyet ve laiklik için, emekçi halk için rafa kaldırılmışken; “1923 sömürgesinden” kurtulmak için hazırladıklarını söyledikleri, egemenliğin İslami hükümlere ait olduğu, şer’i hükümler dışında egemenlik ihdas edilemeyeceği anayasa taslağı için seferber olunmuşken başka bir anayasa taslağı da hayalet gibi dolaşıyor: 

“TOPLUMCU ANAYASA” için taslak…

Anayasalar yaratmayacağı, yansıtacağı için kapitalizmin ve emperyalizmin alt edilmesi, sınıfsız ve sömürüsüz toplumun kurulması mücadelesi sonunda yaşama geçecek olan “SEVDALIMIZ KOMÜNİST”in anayasa taslağı…

----------------------------------------

* Nâzım Hikmet okurlarına ve özellikle genç okurlara bir anımsatmayı ve uyarıyı yinelemekte yarar var. “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” romanı Türkiye’de yıllarca aslına uygun olarak yayımlanmadı. Roman 2017 yılında NHKM, Nâzım Hikmet Kolektifi ve TKP’nin mücadelesi sonucu özgürlüğe kavuştu. Eserlerinin yayın hakkını elinde tutan Yapı Kredi Yayınları bu gerçeği yok sayamadı. 22. baskısıyla birlikte romanı sansürsüz ve tahrifatsız haliyle yayımlamaya başladı. Önceki baskıları elerken ve doğru baskıyı alırken en kolay ipucu romanın sonunda yer alan şiirin “Komünistim” dizesiyle başlaması...

** Nâzım Hikmet’in “Sovyetlerin Yeni Anakanun Projesi Dolayısıyla SOVYET DEMOKRASİSİ” çalışmasının son baskısı 2018’de TKP tarafından yayımlandı. Baskısı tükenmesi nedeniyle bu çalışmaya ulaşamayanlar için Gelenek Dergisi’nin 132. sayısına (2016) bakmaları önerilir.