Üniversite

Son gerçek arkadaşlık askerlikte olur derler. Herhalde bunu devrimcileri düşünmeden söylemişler. Bu da dikenli mücadelenin devrimcilere sunduğu kırmızı güller olmalı.

Bilim üzerine marksist tartışmalar sempozyumu için İzmir’de toplanıyorsunuz, tanışalı daha bir yıl olmamışından tutun da henüz o toplantıda tanışılan birisiyle bile bir akşam ancak çocukluktan kalma kalabalık bir yılbaşı yemeğinde olabilecek bir neşe ve sıcaklıkta kolay kolay unutulamayacak, belki bir sonraki yılbaşı buluşmasını bekleyen bir çocuğun hatıraları gibi derin izler bırakan bir gece geçiriyorsunuz sanki sadece büyükbaba ve büyükanne eksik...

Sonra Üniversite Konseyleri Derneği’nin (ÜKD) bir yönetim kurulu (YK) toplantısına katılıyorsunuz İzmir’de, bir üye olarak, çoğunu henüz toplantıda tanıdığınız bir toplamla, ancak çocukluktan kalma bir bayram sabahı kahvaltısında olabilecek bir neşe ve sıcaklıkta kolay kolay unutulamayacak, belki bir sonraki bayram sabahını bekleyen bir çocuğun hatıraları gibi derin izler bırakan bir sabah yaşıyorsunuz sanki sadece büyükbaba ve büyükanne eksik...

YK’nın İzmir’de ne işi var demeyin, çünkü her ay başka bir ilde toplanıyor. Üyelerin ne işi var demeyin, çünkü her toplantı üyelere de açık sadece izlemeleri için değil tartışmalara ve karar süreçlerine de katılmaları için.

***

Son gerçek arkadaşlık askerlikte olur derler. Oysa askerlikten o kadar asteğmenin arasından bir emekli astsubay kaldı hala görüştüğümüz.

Üniversite daha parlak değil. Devrimcisi seyrek jandarması bol bir dönemdi. Yine de bir jandarma astsubayından çok değil 2-3 daha fazlası kaldı. Zaten üniversitede politikleşir politikleşilmez hızla ‘sıradan’ arkadaşlarla da yollar ayrılırdı.

O okula ilk kaydı beraber yaptırdığımız, ilk sınıflarda sınavlardan önce birlikte sabahladığımız. Onlar bütün acemiliklerin ve ilk aşkların en yakın tanığıydırlar. İlk lapa makarnayı beraber pişirdiğimiz.

Dalgalı sarı saçları, delici mavi gözleri ve sırım gibi endamıyla Nazım derdik taze devrimci arkadaşları olarak.

Sınavlardan sonra da bir öğrenci sofrasında sabahlardık, gündoğumunda, günbatımında tavada kızarttığımız pateteslerin rengini alırdı pembe yüzlerimiz. Ailelerden ayrı ilk yaz tatilleri, ucuz ve bayat, kapakları küflenmiş biralar... Kimin fikriydi hatırlamıyorum, güneşten kavrulmaya başladığımızda sahilde, satrancı denizin içinde bitirmek... bitirmiş miydik?

***

Devrimci olunca hemen yarın ölmeye hazır zannediyor insan kendini. Geride kapanmamış bir tek burjuvazinin defteri kalır sanıyor, en fazla. Öyle seviyor sevdiklerini, her seferinde son kez görüyormuşçasına. Hiç ölmeyecekmiş gibi de mücadele etmeye çalışıyor, bir tek burjuvazinin defteri kalmasın yeter, açık, der gibi...

Sonra bir telefon geliyor, ‘Nazım ölmüş’.

Yıllarca görüşülmemiş...Sonsuza kadar açık kalacak bir defterin boş sayfaları çevriliyor rüzgarda...

‘Yıllardır Hollanda’dayım, ondan kopmuşuzdur, ne yıllardı universite?’ diyor son yazışmamızda.

‘Olsun abi cehennemde de olsak daha sık haberleşmemiz gerekirdi’ demişim ben de…

3 yıl önce…

Alacağın olsun Ahmet Muhtar Pata... Erken davrandın.... Cehennemde yakanı bırakmayacağım Nazım...

Şimdi anlıyorum ki son arkadaş iyiliğini de, haberini aldıktan sonra eski bir arkadaşımın telefonunu bulup bir yerlerden ve hemen yarın buluşmak üzere sözleştiğimde yaptığını, bir açık defter daha bırakmamak adına... Bir daha açık bir defter bırakmamak adına...