Selanik'te Bir İzmirli

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Yaklaşık bir yıl önce Temmuz ayında bir müzik bilimi konferansı vesilesiyle ilk kez Selanik şehrini görme fırsatım oldu. Hani şu İzmir'e çok benzediği söylenen şehir.

Selanik'te dördüncüsü düzenlenen Disiplinlerarası Müzik Bilimi Konferansı (Conference Interdisciplinary Musicology- CIM) yeni olmasına karşın uluslararası camiada hızla saygın bir toplantı niteliğine kavuşmuş durumda. Konferansı Avrupa'daki ve dünyadaki en büyük müzik bilimi dernekleri destekliyor. Yaklaşık her yıl belirli bir tema üzerinden toplanıyor konferans. Disiplinlerarası olduğu için katılımcı sayısı az yaklaşık 80-100 kişi ama ters orantılı olarak katılımcıların niteliği oldukça yüksek. Örneğin Selanik'ten önceki konferans Tallinn, Estonya'daydı ve bilişsel müzikolojinin en önemli ismi John Sloboda ile kahvaltı yapma, camianın en ünlü dergilerinden Psychology of Music dergisinin editörü Raymond MacDonald ile akşam çayı içme ve şarkı söyleme üzerine uzman akustikçi efsanevi isim Johann Sundberg'le Tallinn sokaklarında akşamları gezme fırsatını bulmak içten bile değildi.

(Yazının özgün halinde tam da bu noktada konferansın sıradışı perspektifi, disiplinlerarasılığı açıp konferansla bir süredir kardeş olan İzmir'de çıkardığımız bir dergiyi, Disiplinlerarası Müzik Araştırmaları Dergisi'ni (Journal of Interdisciplinary Music Studies-JIMS) anlatıyordum. Ayrıca hem konferansı hem de dergiyi kapsayacak biçimde yeni kurulmuş olan, Disiplinlerarası Müzikoloji Derneği'nin (Society of Interdisciplinary Musicology-SIM) reklamını yapıyordum. Bu kadar reklam ayıp olmasın diye de konuyu marksizmle ilişkilendirip ardından öğrenci kayıtlarına başladığını duyuran Nazım Hikmet Akademisi'ni (NHA) marksizm ve disiplinlerarasılık üzerinden tartışıyordum.

Yazının kağıda basılmadığı bir internet gazetesi de olsa ekrandan yazı okumanın bir sınırı var ve sanırım yazıyı bitirdiğimde 3 haftalık bir yazı hacmine ulaşmıştım. Bu nedenle yukarıda özetlediğim bölümü "kesip" bir sonraki haftaya "yapıştırmayı" planlanladım. Bağışlayın.)

Selanik'ten devam edeyim. Evet, Selanik İzmir'e benziyor. Ama ben benzemeyen noktalardan bahsedeyim, geri kalanı aynı diye düşünebilirsiniz. Selanik Aristo'nun şehri. Üniversite de, şehrin en büyük meydanı da bu büyük filozofun adını taşıyor. Yani İzmir'deki gibi, bizim için belki önemli ama halkların kardeşliği anlamında tarihteki tatsız bir olayın tarihini taşımıyor üniversitenin adı. Selaniğin kordonunda bir kale var. Zamanında Yunanlı isyancıların Osmanlı valisinin emriyle kafalarının kesilip aşağıya atıldığı bir kale. Kale bu akan kanlar nedeniyle kızıl bir renge boyanmış. Sanırım o zamanlar adı kanlı kale ya da kızıl kale gibi bir şeymiş. Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra beyaza boyamışlar. Şimdiki adı Beyaz Kale!

Evet onların da işkence görmüş hapis yatmış komünist müzik adamları var bizim Ruhi Su usta gibi. Ve mandalika, paça, caciki ve bit pazarlari var ve bir komünist partileri. İlginç olan "bit pazari" kelimesini kullanmalarına rağmen ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Kafelerde Türk kahvesi bulmak mümkün ama bir zamanlar "Türk kahvesi" demek yasaklanmış, Türk kahvesi içmek için "Yunan kahvesi" söylemek gerekiyor!

Konferans yemeği şehir dışında Seferihisar'ın Akarca sahili kadar uzun bir sahilde salaş bir balık restoranında ama Akarca'nın aksine tek bir site ve otel görünmüyor uçsuz bucaksız sahilde. Yemekten önce mayolarını getirenler için deniz faslı var. Biz de diğer mayosuzlar gibi kumsalda Journal of New Music Research'ün editörü Alan Marsden'le soğuk biralarımızı yudumluyoruz.

Akşam olunca Türkiye'den geldiğimi öğrenen restoranın sahibi yaşlı Antoni sevinçle yanıma geliyor ve benden çalmak için Türk müziği kayıtları istiyor. Yanımda herhangi bir kayıt olmaması bile bir işe yaramıyor ve beni arabasına sürükleyip arabanın teybinde Türk müziği albümleri çalıyor. Müziğe göre bazen sevinçle bazen hüzünle "aman aman" çekip ellerimizi birlikte sallıyoruz, birbirimize sarıliyoruz küçük arabada. Yemek masasına dönüp tam kurtulduğumu düşünürken, sıra sıra çocuklarla yanıma geliyor. Torunları Yorgo, Kristina, Diana, Kostas ve adını hatırlayamadığım diğerleriyle tek tek tanışıyoruz. Sonra konferansı düzenleyen Emilios'a dönüp bana aktarması için uzun uzun 10 dakika heyecanlı bir şeyler anlatıyor. Bittiğinde Emilios'a merakla bakıyorum konuşmaları çevirmesi için, Emilios tatlı bir "cool" adam, bana dönüp tek cümle söylüyor, "Senden hoşlanmış!" Hepsi bu.

Sirtaki benzeri bir müzik çalmaya başlayınca Etnomüzikolog dostum Haris'e (Soyadı Saris olan bir Giritli, Saris soyadı zayıf soluklu yüzlü dedesinden kalmış, sarı anlamında) şakayla karışık ne zaman tabakları kırıyoruz diye soruyorum. O iş Yunanistan'da yasaklanalı çok olmuş, yaralanmalar nedeniyle. Bizim buralarda hala devam ediyor diye biliyorum. Birlikte şaşırıyoruz yeni keşfettiğimiz bu "müzikolojik" gerçeğe.

Az sayıdaki katılımcı ağırlıklı olarak Avrupa'dan gelmiş olsa da Avustralya, Brezilya, Estonya, Litvanya, Polonya, ABD, Rusya ve Japonya'dan da araştırmacılar var. Sinir bilimciler, felsefeciler, tarihçiler, mühendisler gibi her disiplinden araştırmacı. Ortam sıcak ama yine de yemekte ülke masaları az çok oluşmuş gibi.

Bizim masamız ise oldukça neşeli ve Yunanlı araştırmacılar ağırlıkta. Yanımda Mathematics and Music dergisinin editörü, Doğu Berlin'de eğitim almış Alman matematikçi Thomas Noll'la sosyalizm deneyimleri ve marksizm üzerine tartışıyoruz. Bir önceki gece Aristo meydanı yakınındaki "bit pazari"nın bir meyhanesinde sabaha kadar sanırım yeterince kendi bilimsel çalışmalarımızı karşılıklı anlatmış olmalıyız. Yunanlı dostlara bildiğim birkaç Yunanca kelime sıralıyorum, ilgiyle dinliyorlar ama son kelimeyi "Kappa Kappa Epsilon"'u, yani Yunanistan Komünist Partisi'nin baş harflerinin Yunanca okunuşunu söyleyince patlatıyorlar kahkahayı. Sonra tatlı bir tebessüm beliriyor herkesin yüzünde. En kötü ihtimalle bir sempatileri olduğu belli komünist partiye.

Ertesi sabah taksiyle üniversitedeki konferansa giderken, taksici dedelerinin İzmirli olduğunu ve hayatları boyunca İzmir'i bir kez daha görebilme umuduyla yaşadığını ama ikisinin de göremeden öldüğünü söylüyor. Sonra vitesi kullanan kolunu havaya kaldırıp tüylerinin o an nasıl diken diken olduğunu gösteriyor. Selanik dönüşü İzmir'deki havaalanından eve gitmek için bindiğim taksici de Selanikli çıkıyor. Selanik'e hiç gitmemiş bir Selanikli. Selanik'te İzmir'i hiç görmemiş ya da tekrar görememiş İzmirliler gibi.

Gariptir Selanik'ten İzmir'e dönmek, dönmek gibi değildi. Paralel evrenler arası bir bilimkurgu yolculuğu. Aynı yüzler, aynı tatlar, aynı sokaklar, binalar... Dilin bir müziği varsa o da aynı. Sabaha kadar Haris'le sürttüğümüz bir gecenin dönüşü otelin resepsiyonundaki nöbetçinin sesini unutmuyorum. Yunancanın entonasyonu ile İnglizce şöyle tepki göstermişti: "Raki, paça? Bu sıcakta? Peeeeeh!"

Selanik'te nerede biraz sıcak bir sohbet olsa konu dönüp dolaşıp ne kadar birbirimize benzediğimize geliyordu. Ve Selanik'e bir Türk olarak gitmekle bir İzmirli olarak gitmek arasında dağlar kadar fark olduğunu anladım. Hemen lakabınızı takıyorlar: Izmirli Izmirliiiii! Bir kez değil iki kez tekrarlanıyor, ikincisi muzipçe uzatılıyor. Sonra başlıyor sevecen bir "Izmirli Izmirliiii aşağı, Izmirli Izmirliiiii yukarı" muhabbeti.