Referandum manzaraları

KENTİN SESİ-İZMİR Yazıları

Yo, hayır, öyle derin, yüzdelik dilimlere dayanan ince analizlere girişmeyeceğim. Zaten referandum gündemi en azından büyük çoğunluk için ilk günlerdeki ağırlığını ve anlamını giderek kaybediyor gibi. Ama AKP için olduğu kadar komünistler ve yurtseverler için öyle değil!

Referandumdan yaklaşık iki hafta sonra Kemal Okuyan’ın İzmir’deki söyleşisinde dile getirdiği değerlendirmeler bizim için hala güncelliğini koruyor. Söyleşiden hala unutamadığım değerlendirme, evet oyu verenlerin halinden memnun olanlardan oluştuğu değerlendirmesiydi.

Böylece evet oyu vereceklerini söyleyerek bizi en çok üzen yakın dostlarımızla yaptığımız nafile tartışmalar yerli yerine oturdu. O zaman bir dostumun taksitleri bitmek üzere olan evin, yeni bir modelle değiştrilmek üzere olan arabanın CHP’yi nasıl faşist bir parti, AKP’yi de nasıl demokrasinin önünü açan bir parti olarak algılamasını sağladığını anladım. Ha, bir de referandum partilere verilen bir seçim değildi ve seçimde elbette AKP’ye oy verilmeyecekti, sanki oyunu TKP’ye de verebileceğini ima eder gibi.

Böylece ülke tarihinin en yaşamsal oylamasında işlenen suç hafiflemiş olacaktır: İstemez kalsın!

***
Caz müziğinin dünyadaki yeni yeteneklerinden olan Yunanlı bir piyanistle İzmir’de tanışmamız ise referandumla ilgili başka bir trajediydi.

Referandumdan haftalar önce, İzmirli cazcı arkadaşımın ABD’deki müzik okulundan sınıf arkadaşı olan piyanistle hep beraber buluştuk. Sohbetimizin o sıcak İzmir öğlesi kadar ısınması fazla sürmedi. Aile boyu komünist parti üyesi olan piyanistle hem Türkiye hem de Yunanistan’daki sınıf mücadeleleri üzerine konuşmaya başladık. Yunanistan’da sendikaların nasıl tıkandığını, komünist partinin PAME ile bu tıkanıklığı nasıl aştığını anlattı. Türkiye’deki gelişmeleri ve referandumu sorunca trajedi başladı: bizim İzmirli cazcı, can dostum evet oyu vereceğini açıkladı.

Cazcıların bir araya gelince bu kadar politika konuşması bile fazlaydı ve biz de hep birlikte ney üflemeye koyulduk ta ki piyanistimizi Urla’ya Yorgo Seferis’in evine yolcu edinceye kadar.

***
Yakın bir arkadaşınızın referendumda hayır kullanacağını söylemesinden nasıl mutsuz olunabileceğini de öğrendim. Mutsuz eden şey arkadaşımın kesinlikle CHP’ye üye olma kararını da vermiş olması değil, siyasal öngörüsüydü: AKP, ABD’nin gözünde İsrail ile olan kötü ilişkiler nedeniyle bardağı taşırmıştı, artık ABD AKP’yi istemiyor ve CHP’yi destekliyordu. Trajik olan bu siyasal öngörünün sadece arkadaşımın rüyasında gördüğü bir düş olduğunu düşünmek için ortada hiç bir neden olmamasıydı.

***

Referandum sonrası ise başka bir trajedi. Tophane’deki sanat galerilerine saldırı sırasında İzmirli dostlarımız da oradaymışlar. Faşizmle fiziksel olarak yüzyüze gelmenin şaşkınlığı yine de onları doğru bildikleri yoldan şaşırtmamış. Referandumda kendileri gibi evet verenlere karşı gerçekleştirilen bir saldırının arkasında nasıl AKP olabilirmiş ki? Gösteri yapanlara İstanbul’un göbeğinde pompalı tüfeklerle, tabancalarla ateş açanları “vatandaş”ın kendini koruması olarak gören veya 1 Mayıslarda İstanbul’u savaş alanına çeviren bir iktidarla Tophane olayı arasında nasıl bir bağlantı olabilirdi ki?

***
Şimdi iki şey göze batıyor: referandumla eli güçlenen AKP karşısında “yetmez ama evet”çi liberallerin bir kısmı “elini veren ...nü de verir” havasına girmiş durumda, diğer kısmınınsa şimdilik koşa koşa uzattıkları elleri titremeye başlamış gibi.

Manzara elbette bunlardan ibaret değil. Bir de sürekli yeni komünistlerle tanışmak var: Saflarımıza katılan dünyalar güzeli işçiler, bilim insanları, liseliler, üniversiteliler, sanatçılar. O kadar güzeller ki sadece birisi bile “tamam bu iş olur!” demeye yeterdi.