Kitap ve Hırsızlık

KENT GÜNDEMLERİ-İZMİR Yazıları

Bizde öyle laflar, küfürler var ki insanın dudağını uçuklatır. Annelerle ya da tanrılarla ile ilgili olanlardan bahsetmiyorum. Örneğin kitapla ilgili olanı yüksek bir soyutlama düzeyini göstermesi açısından böyle: Hay senin kitabını….!

Yani insan hangi dine mensup olursa olsun bu laf adama dokunur. Din bir yana bu küfüre maruz kalan hangi politik inanca sahip olursa olsun yine ona dokunur. İnsanın küfür repertuarı çocukken daha geniş oluyor ama sonradan hem küfür etme hem de işitme sıklığı azalıyor. Küçükken aklıma gelmezdi doğal olarak ama bu sözü şimdi işitsem herhalde aklıma Marx’ın Kapital’i ya da Komünist Parti Manifestosu gelirdi.

Bu küfür, kitapla olan zayıf ilişkimizin de bir belirtisidir belki bizim faşistlerimizin Berlin’dekiler gibi kitaplar yerine Madımak’ta doğrudan yazarları yakmasının ya da 12 Eylül faşizminin insanlara kendi kitaplarını yaktırmasının gösterdiği gibi.

Ama 90’larda bile kitap almak için inanılmaz kuyruklar oluştuğunu da gördüm Ankara’da. Öyle şimdinin zorla gözümüze sokulan kıytırık Elif Şafak, Orhan Pamuk ve Ahmet Ümit romanlarını almak için değil, bayağı Marx, Engels ve Lenin kitaplarını almak için girilirdi o uzun kuyruklara. Elbette her allahın günü de değil Sol Yayınları’nın, İlhan Erdost’un 12 Eylül faşizminde öldürülüşünün yıldönümlerinde uyguladığı indirim gününde.

Yine de sadece bu 7 Kasım’larda değil her allahın günü kütüphaneleri, yeni ve eski kitapçılarıyla kitap severler için Ankara tam bir şenlikti.

Garip olan şeyse kitap hırsızlığının da bu şehirde kitap kadar yaygın olmasıydı. Hırsızlığın politik bir açıklaması vardı “solcu” arkadaşlar için benim bir türlü ikna olamadığım bir açıklama.

Ankara yıllarından sonra İzmir’in hırsızlık anlamında değil ama kitap şenliği açısından tam bir hayal kırıklığı olduğunu hatırlıyorum.

Ünlü bir yazardan daha kasıntı kitap satıcılarının kuşattığı kitapçıları ile bir şehir nasıl olabilirse işte öyle. Sanki kitap çalan “solcu”ları iş üstünde yakalamışlar da kitap satmak zorunda bırakmışlar gibi.

Kitap dediğimiz şey nedir ki? Birileri yazar, yazılanlar matbaada dizilir, dizilenler bir metal levhaya kaydedilir ve metal levha resmi bir mühür gibi baskı makinesinin altından geçen her kağıda basar üzerindekileri. Kollektif bir ter, kan ve gözyaşı vardır her harfin üzerinde.

Yine de İzmir’i tek tük de olsa dayanılır kılan kitapçılar ve kütüphaneler vardı. Örneğin Türkiye’nin ilk çocuk kütüphanelerinden birisi şimdi İzmir belediyesi “sayesinde” esnaf ve sanatkarlarla ilgili bir binaya dönüşmüş durumda. Restorasyon derseniz 4/4’lük, ama tabelada kütüphane yazmıyor.

İzmir’de kitapların sadece kitapçılardan çalınan bir şey olmadığını da öğrendim.

Bir profesör sizin özgün bir bilimsel çalışmanızı birebir aynen kopyalayıp sanki kendisi yazmış gibi bir kitaba basabiliyormuş. Bu profesörün bir “solcu” olarak geçindiğini sanırım eklememe gerek yoktur.

Şunu da yakın zamanlarda İzmir’de öğrenmiş oldum Lenin’in çeviri kitaplarını internetten kopyalayıp sanki yeni bir çeviri gibi basıp, “basabiliyormuşsunuz”. Kan, ter ve gözyaşı olmadan!

Çaldıkları kan, ter ve gözyaşı Sol Yayınları’ndan her 7 Kasım’da faşistlerin öldürdüğü İlhan Erdost’a aittir.

Bu çevirmenin ve editörünün memleketin en “solcu”ları olduğunu eklememe gerek var mı?

Hay sizin kitabınızı….! diyemesek de dudağımızı uçuklatan bir kitap hırsızlığı…

Tabiri caizse İNTİHAL!

İzmir’de de antik bir pazar yeri vardır Agora adında ama bir pazarın bu kadar alçalması için sanırım o çağda “solcu”lar henüz yoktu….