İzmir’in 1 Mayıs’ı ve madalyonun 2 yüzü: Korku ruhu kemirir!

Madalyon söz konusu olduğunda bir sorun olmuyor da insanda, hele bir arkadaşta hiç istenmeyen bir özellik oluyor: 2 Yüz!

Oysa madalyonun 2 yüzü varsa aslında insanın 200 yüzü var aynı anda olmasa da aynı insan yerine göre hem mühendis hem Bucaspor taraftarı, hem bir kadın hem bir aydın, hem bir hayvan dostu hem bir sinemasever, vs. vs. olabiliyor.

Madalyonda sorun olmayan şey, insan söz konusu olduğunda ise toplum içinde aslında yüzüne karşı söyleyemediklerini bir arkadaşının ancak arkasından söyleyebilmek, Altay hayranı iken çaktırmadan Bucaspor taraftarı olmak, karıncaları kimsenin görmediği mutfağında lavoboya süpürürken köpeğinden bir gün ayrı kalamamak, bir aydın rolü oynarken aslında kendini bile aydınlatamamakla ilgili olmalı.

İşin tuhafı bu tür bir ikiyüzlülüğü insanın kendisi bile farketmez. Bourdieu’nün dediği gibi toplumsal yaşam “oyunu”na insan kendini öyle bir kaptırır ki artık “akıl” oyun dışı kalır. Büyük bir samimiyetle “ikiyüzlülük olmayan” bir ikiyüzlülük oyunun kurallarını bozmadığı sürece ortaya çıkmaz. Kökenlerinde çıkarların yattığı bu oyunda, çıkarlar ancak “çıkarsızlık” olarak yutturulabildiğinde işleyebilir Burjuvazinin tüm insanlığın çıkarlarını temsil ettiği iddiasında olduğu gibi.

Aydın derken ülke ve insanlık tarihinin birikimine en azından küçük de olsa üretimleriyle katkısı olanları kastediyorum. Aynı zamanda kendi entellektüel uzmanlık alanı dışında da insanlığa dair söz söyleyebileceği bir niyete ve araca sahip olanları kastediyorum. Çok başarılı bir doktorun ancak arkadaş meclislerinde gidecek derecede tıngırdattığı uduyla ve bet sesiyle insanlığa verebileceği bir mesaj elbette yoktur.

2003 yılında soL’da yayınlanan bir yazımdan alıntıyla bu anlamda gerçek bir aydın örneği vermek istiyorum:

Mücadeleye değil de “Sabancı Müzesi”ne bağlananların yaratıcılıklarına, daha doğrusu yaratıcılıkta sınır tanımaz hale gelmelerine belki en güzel ve en acı örneği şair Turgay Fişekçi 8 Ekim 2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde verdi. Defne Gölgesi isimli köşesinin o günkü başlığı “Sosyalist Sabancı”ydı. YAZKO ve Sanat Emeği dergilerinde çalışmış ödüllü şair Turgay Fişekçi yazısının büyük bölümünü Sabancı Müzesi’ne duyduğu hayranlığa ayırmış. Kalan kısımda da sosyalizme “özgün bakışı“ var. Zengin bir işadamının da kendi malvarlığını-aile evini- müze haline getirmesinden yola çıkarak kamulaştırmayı sorguluyor, sosyalist uygulamaların özel mülkiyete izin vermediği için, topluma refah ve mutluluk getirememiş olduğundan çöktüğünü yazıyor. Sonra ekliyor: “Sosyalist düşünceye inananlardanım.” Kapitalist düzenler sürdükçe savaş, sömürü ve adaletsizlik sona ermez diyor ama, bitirirken Nazım ve Marx’ın adını sosyalizme saldırısına zerafet, incelik katmak için kullanıyor ve son noktayı koyuyor aynı yazının başlığında olduğu gibi: “Kocaeli’nde Sabancı fabrikalarında çalışan işçilerin de hayatlarından memnun oldukları, buralarda çalışanların kendilerini ayrıcalıklı saydıkları söylenegelir.”

“Oyun” bitiyor ve diğer yüz ortaya çıkıyor!

Daha güncel bir aydın örneğini ise uzunca bir süredir Fazıl Say sayesinde izleyebiliyoruz.

Önce Afganistan işgaline karşı ABD övgüsüyle başladı 2000’lerde Fazıl Say:

Soru: Nâzım'’ın Amerikan emperyalizmine, siyasilerin de Nâzım Hikmet’e karşı tavırlarını düşündüğümüzde, Kültür Bakanlığı destekli bu eser bir tabuyu yıktı diyebilir miyiz?

Fazıl Say: Nâzım Hikmet bu olayları görseydi mutlaka Amerika’dan yana olurdu. Burada terör olgusuna karşı bir tavır var. Amerika, dünyayla birlikte terörü yok etmek istiyor. Ve Amerika şu anda çok haklı. Durum 50 yıl önceki gibi değil. Şu 11 Eylül olayında Amerika’ya gık denemez. Nâzım, "Aferin Usame bin Ladin" demeyecekti elbette. 50 yıl öncesinin politik durumları nedeniyle ortaya çıkmış Amerikan emperyalizmine şu şu nedenlerle karşı olduğunu belirten şiirleri var, eserde onlara da yer verdik. Ama bugünle karşılaştırmak çok yanlış. O şiirler o dönemin şiirleri.

Özrü ise kabahatinden büyük oldu:

“ Biz şiirden, sanattan, evrensel kardeşlikten bahseder iken ve bu 11 Eylül olayının üzerinden henüz 1 ay geçmiş iken, benim 'Nazım' adlı eserimin ilk seslendirilişi yapılmış ve Afgan savaşının başladığı gün Milliyet Sanat’a verdiğim röportajda hayatı boyunca Amerikan emperyalizminin karşıtı olmuş Nazım Hikmet’in bile Amerika’ya hak vereceğini söylemiştim.

Daha savaşın ne idüğü belli değil idi.

Bizim solcular ise hemen ABD karşıtı yerlerini aldılar: "Emperyalist ABD!"

...

Savaşta şu anda gelinen noktayı pozitif değerlendirin.

Amerika yanlışlıkla 3-5 tane kız çocuğunu öldürdü belki.

Ama milyonlarca kız çocuğunu diriltti.

Nazım şu aşamada Amerika’ya 'aferin' derdi.”

Bildiğimiz gelişmeler sonucunda da ünlü piyanistimiz geçenlerde veda mesajını verdi: “Bir müzisyenin 6 aydan fazla enstrümanından ayrı kalması her şeyin bitmesi olur, onun sonu olur. Hapis vs. söz konusu olamaz. Bu bizim mesleğin en basit matematiğidir.”

Oyun bir kez daha bozuluyor ve çıkarsızlık olarak sunulan çıkarın gerçek yüzü ortaya çıkıyor.

Klasik Batı müziğinin dahi çocukları olmasalar da Victor Jara faşizme karşı parmaklarını kırdırtırken, Ruhi Su hapishanelerde çürürken, Carlos Paredes hücresinde ancak hayali bir portekiz gitarını çalarken bu mesleğin matematiğinden herhalde habersiz olmalıydılar.

Demek ki ikiyüzlülüğe korkaklık da eşlik ediyor ya da ikiyüzlülüğün ortaya çıkmasını sağlayan şey zaten korkaklığın kendisi: Çıkarlar yüksek sesle kendilerini ifade etmeye başlıyorlar.

Ünlü bestecimiz ülkenin islamileştirilmesine karşı mücadele ediyor ama böylece düzeni bozulunca da huzur arıyor. Aslında aradığı şey tam da mücadele ettiği şeyin kendisinde saklı: “Huzur islamdadır!”

Peki bizim başarılı doktorumuz bu karamsar tabloya bakıp udunu ve sesini çok daha ileri düzeyde geliştirmeye karar verse olmaz mı?

Daha önce aktardığım bir Rus atasözü aklıma geliyor: “40’ından sonra piyanoya başlayan ilk konserini cehennemde verir!”

Ne gerek var?

İzmir’de de ikiyüzlü olmayan aydın ve sanatçılarımız vardır, mesleklerinin matematiğinden habersiz, insanlık tarihinin birikimine katkıları olan veya bu katkılarının doğum sancılarını çeken. İşte komünist parti onları 1 Mayıs’a, Cumhuriyet Meydanı’na davet ediyor, Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Barış Derneği, Nazım Kültürevi İzmir şubeleri ile birlikte.

Bourdieu’nün dediği gibi oyunu bozmanın bir yolu vardır: İşçi sınıfının tüm insanlığın çıkarlarını temsil ettiği gerçeğinde olduğu gibi.

Madalyon söz konusu olduğunda bir sorun olmuyor da insanda, hele bir arkadaşta hiç istenmeyen bir özellik oluyor 2 Yüz!