Eski Kitapçılar ve Eski Kitapçılar

KENTİN SESİ-İZMİR Yazıları

Bugünlerde mevsimlerin de bir hafızası var mı diye düşünüyorum, bir şarkı gibi. Her yıl farklı bir çeşitlemesini duyduğumuz ama hiç eskimeyen aynı şarkı.

Kışa doğru tam sobaları kuracakken hava yeniden açılıyor, ısınıyor, neredeyse yazdan kalma cır cır böceklerinin sesi dalgalandıracak gecenin perdelerini. Yine bir fare gün ortasında şık kafelerin arasından telaşsız ilerliyor. Yine geç vakit eve dönerken sokak lambalarının zayıf ışığı altında zor seçilen hamam böceklerine basmadan ilerlemek gerekiyor.

Karanlık ve bakımsız apartman bahçelerinde açık unutulmuş bir musluktan dökülen su, yaz gecelerinin sahil ateşleri gibi çatırdıyor toprağa düşerken. Yağmurdan sonra bir araba geçiyor sokaktan, lastiklerin altından usulca kıyıya vuran ve geri çekilen dalgaların sesi geliyor.

Geçen yıl bu vakitler yine böyle mi olmuştu havalar? Ya da aslında o bir önceki yıl mıydı?

Belki de 200 yıl önce Kahire’ye yola çıkmadan önce İzmir’deki son öğleden sonrasını geçiren mağripli bir denizcinin nargile dumanlarının ardından izlediği baharat taşıyan bir deve kervanı Kızlarağası Hanı’na, yine bu vakitler böyle bir havada indirmişti yüklerini.

Belki de 1778 depremi yine bu vakitler böyle bir havada sallamıştı İzmir’i ve Zarlino’nun Venedik’ten gelen el yazmaları, yıkılan kitapçıdan yaralı çıkan genç bir Mevlevinin ellerinin arasından kayıp gitmişti.

***

Eski kitapçılar mutlaka eskiden olduğu gibi büyürken önce çocuk kitaplarını, sonra çizgi romanları, zamanla erotik dergileri ve ardından sol edebiyatın kitaplarını arayıp bulduğumuz kullanılmış kitap satan yerler olmak zorunda değilmiş.

İnternet üzerinden henüz hiç kitap almışlığım yok ama yine de kapanalı neredeyse koca bir yıl olmuş kitapçıları nafile arayıp durdum Konak’ta. Çınar sinemasının karşısındaki Bilim kitapevinin camları eski gazetelerle kaplanmış, hemen altındaki SSK İşhanına giren koridordaki Konak kitapevinin içinde yemek yiyor insanlar. En ufak bir kitap izi yok. Konak İşhanı’nın arkasındaki Devrim Kitapevi bir dershanenin kafesi olmuş.

Yani girişinde devrimci dergilerin bayrak gibi sallandırıldığı, duvarlarda Nazım’ın, Yılmaz Güney’in ve Che’nin aydınlık yüzlerinin karşıladığı, muhtemelen devrimci bir abinin dost ve bilge sesiyle, aradığı kitabı liseli bir gence uzatacağı sıcak elleri artık yok, hem de İzmir’in en eski kitapevlerinin tamı tamına üçünde.

Ama artan sayıda dinci ve dini yayınlarıyla sizi karşılayan kırtasiyeler var şimdi İzmir’de. Onlara kitapçı diyemiyorum.

Yeni, güzel kitapçılar hiç mi açılmıyor İzmir’de? Açılmaz mı kapısından adım atar atmaz zaten insanı baştan teslim alan alışveriş merkezlerinde. İnsan yanından geçerken bile ürküyor, kitap almaya mı girilir?

Eski kitapçılar mı dediniz? Artık onlar hayata değil sadece sınavlara hazırlıyor gençlerimizi, gıcır gıcır test kitaplarıyla ne bir çizgi roman ne bir çocuk kitabı ne de solcu tek bir kitap!

Belki de 1778 depremi yine bu vakitler böyle bir havada sallamıştı İzmir’i.