Depremler ve Devrimler

KENTİN SESİ-İZMİR Yazıları

Mevsimler kadar depremlerin de bir kentin ruhunu belirlediğini düşünüyorum. İzmir’e dair rahatlığın, gevşekliğin ve cana yakınlığın kaynakları arasında mevsimler kadar depremler de olmalı.

Bunca sarsıntıdan sonra öyle hayatı emeklilik sonrasına erteleyen bir ruhu olamazdı zaten bu şehrin.

Bir yaz hafta sonunu kumsaldan çok bir dubada geçirdikten sonra gece uzanılan her yatak deniz üstündeymişcesine sallanır.

O yaz haftası bizim de başımıza bu geldi.

Önce kırık içki şişelerine ait koyu camlarla, büyüleyici güneş tutulmasını izledik. Sonra kazadeleler gibi rüzgarlı bir havada ahşap bir dubada geçirdik tüm günü. Hiç ulaşamadığımız kara, hep aynı uzaklıktaydı.

Yıldızsız karanlık gecede ise deniz hala kan gibi ılıktı ve hala dubada uzanıyorduk.

Şehre dönüp yataklarımıza uzandığımızda ise denizin üstündeki kazazedeler gibi sallanıyorduk.

Deprem olduğunu düşünenleri azarlayıp susturduk. Onlar zaten çorba salonunun bir basamak üstündeki bölümü kendilerini göremedikleri bir ayna zannedenlerdi.

Erkenden Buca merkezdeki eski bir kahvede çay ve boyozla yapılan kahvaltı sırasında, Marmara’da gece deprem olduğunu duyduk sabah ajansından.

***

“Hey Haris!” dedim, “Bu kez komünistelere vereceksin değil mi oyunu?”. “Oğlum, onlar gerçeklikle iyice bağlarını kopardılar!” dedi.

Yunanistan’da gerçeklikle bağını kimlerin kopardığını gördük en son krizde ve seçimlerde gerçeklikle bağını kimlerin güçlendirdiğini.

“Ali, paçaciya gidelim” dedi, “Tamam”. Tamam ama paça bizim paça değil eti çok fazla ve çorba suyu muhallebi kıvamında. Yarım kalan tabağıma rağmen, “kardesiz” diye sarıldı ayrılırken. Fırçayı gece Niko’dan yedim: “Paça? Raki? Bu sıcakta? Pöhhh!”.

***

Tacitus’a göre deprem gece oldu... Açıklığa çıkarak kaçmaya çalışanlar derin yarıklar tarafından yutulmuşlar. Büyük dağların battığı, evvelki ovaların yukarıya yükseldiği, ve yangınların yağmurlar arasından birden alevlendiği söylenir.

17 (sadece 17) değil ama 74 ve 77 depremlerini hatırlıyorum. Öyle sokaklara dökülünmez, herkes birbirine sarılırdı. 90’lardan sonra başladı evin içinde saklanacak kiriş aramalar.

Depremin merkezinin İzmir Koyu girişinde bulunan Sancak Kalesi civarında olduğu saptanmıştır... Kaynaklara göre adı geçen kale, depremden sonra harabe haline gelmiştir. Kale toprağa öylesine batmıştır ki kalenin duvarlarında bulunan toplar görülmez olmuştur. Ağaç kökleri toprak üzerine çıkmıştır.

1688 değil ama 2003 depremini hatırlıyorum. Tam bir atın üstüne sırt üstü iplerle bağlanmış karlı dağların doruklarına doğru üşüyerek dört nala ilerlerken duvarlar üzerimize kapanmaya başlamıştı.

***

Dün gece depremden hemen sonra sadece Haris sordu halimizi, İzmir’den değil, Türkiye’den hiç değil, karşı kıyıdan, Atina’dan: “Hey Ali, iyimisiniz?”

Şimdi düşünüyorum da galiba depremlerimiz kadar devrimlerimiz de bizi birbirimize bağlayacak.