CEHEPE mi? CEPHE mi?: Teslimiyet mi? Mücadele mi?

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

“Bunu dinliyorsanız, direniş mensubusunuz demektir.”
J. Connor (2018)

“Terminatör 4: Kurtuluş” filmi karanlık bir gelecekte yokedici makinelere karşı mücadele eden insanların direnişini anlatır. Bilim-kurgusu sinema serisinin bu bölümünün konusu öncekilerden farklı olarak “günümüzde” cereyan eden bir suikast aksiyonu değil “gelecekteki” bir cephe savaşıdır.

İnsanlığa dair neredeyse her şeyin yokedildiği bu karanlık gelecekte insanlar ya tek tek yokedilmekte ya da toplanarak bir “domuz mezbahası”nda katledilmektedir. Direniş örgütlenmiştir ama hala ulaşılamayan kayıp insanlar vardır. Hayatta kalabilmek için direnişin insanlara, insanların da direnişe ihtiyacı vardır. İşte direniş önderlerinden John Connor’ın telsiz yayını yukarıda alıntılanan sözleri radyo alıcısı olan insanlara ulaştırmaya çalışır.

Tamam 2018’e daha çok var, tamam Holywwod ürünü bir bilim-kurgu filmini çok fazla ciddiye almaya gerek yok. Ama ya 2018 o kadar uzak bir tarih değilse ya da memleketin gidişatı bir bilim-kurgu filmini anımsatmaya başladıysa?

***

İkna edici gelmediyse size şöyle yakın tarihli AKP icraatlarını hatırlatmak zorundayım:

- İzmir Aliağa'da gösterimi engellenen "Sakıncalı Piyade" oyunu

- İnebolu'da gösterimi durdurulan "Son Kumsal" belgesel filmi

- İstanbul AKM’nin yıkılması girişimi

- Topkapı Sarayı’ndaki İdil Biret konserinin içki nedeniyle faşistlerce basılması

- İstanbul Moda’da içki yasağı

- Ankara Keçiören’de içki satan büfecinin dövülmesi

- Ankara Bahçelievler’de içki referandumu girişimi

- İzmit’te Thenes Şarapevi’nin kapatılması

- İstanbul’da Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılması

- vs. vs.

AKP’nin bu saldırılarına Cehepe’nin çarşaf ve türban açılımlarıyla nasıl cansiperane göğüs gerdiğini de biliyoruz. Neyse ki tam zamanında sosyal demokrasi Baykal’dan “kurtuldu” ve liderliği devralan Kılıçdaroğlu ile büyük bir “sol rüzgar” esmeye başladı memlekette. Cumhuriyet’in ileri kazanımlarına ve dahi işçi sınıfına yönelik tüm saldırılar püskürtülmeye başlandı.

Böylece herkesin bildiği gibi Kılıçdaroğlu önderliği sayesinde Cehepe yeniden atağa kalkıp büyüdükçe, güçlendikçe AKP saldırıları hız kesti. Hele Cehepe’nin Che Guevera şapkalı son kurultayı, esmeye başlayan “sol rüzgarı” adeta bir fırtınya çevirdi. Artık AKP kokudan tir tir titremeye başlamıştı.

AKP her ne kadar “sanatçı kahvaltıları” ile karşı mevziler kazanmaya çalışsa da, Cehepe alternatif kahvaltılarla, sanat örgütlenmeleri ile AKP’nin bu alandaki meşruiyet çabalarını sönümlendirdi. Eline sadece kalem almış zindanlarda tutulan gazeteciler serbest bırakıldı ve katil Hizbullah üyelerine daha da ağır cezalar verildi. Türbana önce üniversitelerde sonra da ilkokullarda geçit verilmedi. Sonra içki üzerindeki tüm baskılar azaldı. Güzel Sanatlar Fakülteleri’ndeki sergi kokteyllerine,Tophane’deki resim galerilerine artık hiç bir faşist saldırı yapılmaz oldu.

Cehepe artık o kadar güçlenmişti ki genel başkanının gururla açıkladığı gibi yüzde 30’luk oy oranlarına ulaşarak seçimlerde tekrar ana muhalefet partisi olabileceğini dosta düşmana kanıtladı. Böylece devrimci Cehepe yönetimi Fetullah’ın meşruiyetini bile sorgulamaya başladı.

Artık eskisi gibi Beyoğlu Kumpanya’yı gösterilerinden sonra gözaltına alma, Laz Marks, Pınar Sağ ve Ataol Behramoğlu gibi sanatçılara dava açma olanağı kalmamıştı. AKP o kadar çaresiz kalmıştı ki heykelleri yıkmak, içki içmeyi ve dizileri yasaklamak gibi kaybettikçe daha da saldırganlaşan politikalar izlemeye başladı.

Ancak bir kez Cehepe sayesinde öyle mevziler kazanılmıştı ki AKP’nin keskin sirkesi küpüne zarar vermeye başlamıştı. AKP başkanı çaresizlikten “madem öyle tıksırıncaya kadar için içkinizi” deyip havlu atmaya başladı.

***

Bu hikaye şimdi ucuz bulup beğenmediğimiz, burun kıvırdığımız Holywood bilim-kurgu filmlerinden daha mı gerçekçi?

Peki senaryonun böyle gelişmesi gerekmiyor muydu? Cehepe güçlendikçe AKP’nin en azından küçük de olsa bazı geri adımlar atması gerekmiyor muydu?

Referandum sonucunda alınan yüzde 42’lik büyük bir direncin geçtiğimiz 4-5 ay boyunca daha da gelişip, domuz sıkısı kıvamına gelmesi gerekmiyor muydu?

Ha, bunları, Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı olması sürecinde estirilen “sol rüzgar”ın bir gerçekliğe dönüşmesi durumunda, komünistlerin de bundan ancak memnuniyet duyacağını ilan eden bir hareketin üyesi olarak yazıyorum.

Minyeli Abdullah gibi gericiliğin başyapıtı bir filmin başrol oyuncusu Berhan Şimşek’le, çarşaf açılımının mimarı Gürsel Tekin arasındaki “derin politik” mücadelenin başka ne tür bir sonucu olabilirdi ki?

AKP’ye karşı bedenlerini siper eden devrimci öğrencilere faşist diye hakaret eden Süheyl Batum, Fetullah’ı bir bilge olarak selamlayan Muhammet Çakmak, katil İsrail’i dostumuz ilan eden Mustafa Akaydın ve sosyalizm düşmanı Esfender Korkmaz’lı Cehepe’nin AKP karşıtı mücadelesinden ne bekliyorduk ki?

Evet, halka umut verecek, daha fazla sola kayacak bir CHP’den memnuniyet duyacağımızı açıkladık ama olmayacak duaya amin demeyeceğimizi de ekleyerek.

En acı olan şey ise örgütlemeye çalıştığı halka umut vermeyen Cehepe’den hala umut kesemeyen solumuzdur.

En acı olan şey dostlarımızın, yoldaşlarımızın omuz omuza bir mücadeleye davet eden CEPHE’den değil de hala CEHEPE’den medet ummalarıdır.

***

Ha, tüm bunların İzmir’le ne ilgisi var diyecekseniz, anlatayım.

Yağmurun altında sadece bir direkten ibaret olan otobüs durağında yarım saat bekledikten sonra balık istifi bir otobüs yolculuğundan söz edeceğim.

Tüm çıldırtıcı koşullara rağmen yolcular sanki “Kasabanın Sırrı” (1969) filmindeki Santa Vittoria kasabasının sevimli İtalyan köylüleri gibi otobüsteki her tartışmada muzip bir neşe sergiliyorlardı.

İşte CHP’li Buca Belediyesi sınırlarında yapılan bu yolculuğun yarısı, tıp öğrencisi olduğunu söyleyen bir yolcunun aynen AKP’liler gibi saygısız ve uyanık ve kendinden emin bir biçimde bağıra bağıra hükümet propagandası yapmasıyla geçti. Elbette itirazlar oldu ama koca otobüs bir AKP yandaşını susturamadı.

Diyeceğim İzmir’liler hiç öyle “burası CHP’nin kalesi” diye rehavete kapılmasın.

Turgut Özal, Süleyman Demirel ve darbeci Kenan Evren’le boy boy fotograflarını gururla web sitesinde sergileyen şair bir CHP’li Konak Belediye başkanı, Kars’ta yıkılmaya karar verilen heykele karşı çıkacağına heykele Karşıyaka’dan talip olduklarını açıklayarak-ki bu Kars halkına kesinlikle bir hakarettir- Başbakanı da memnun eden işçi düşmanı bir CHP’li Karşıyaka Belediye başkanı, taşeronlaşmayı kaldıracağım diye işçileri daha beter koşullarda işe alan patron bir CHP’li Büyük Şehir Belediye Başkanı olduktan sonra İzmir AKP için daha kolay bir lokmadır.

***

Peki bu kadar karamsar olmaya gerek var mı?

Eğer Cuma gecesini eğer siz de iğne atsanız yere düşmeyecek Nazım Kültürevi’ndeki Küba Gecesi’ne, Che Guevera portresi işlenmiş Sosyalist Küba Bayrağının altında Kübalı dostlar ve Küba dostları ile birlikte geçirdiyseniz hala bir umudun olduğuna tanık olmuşsunuzdur.

Neredeyse ucuz bir bilim-kurgu filmindeki kadar karanlık günlerden geçiyoruz ve neredeyse ucuz bir bilim-kurgu filmindeki direniş kadar kararlı bir CEPHE’yi örüyoruz.

Bu satırları okuyorsanız, siz de CEHEPE değil CEPHE mensubusunuz demektir.