Bilim Kongresinde Politika

Bilim kongresinde politikanın ne işi var demeyin. Bu kongrenin herşeyi tamamen politik. Gazete soL’da geçen hafta boyunca düzenli olarak haberleri yayınlanan Karaburun Bilim Kongresi’ni kastediyorum.

Kongre “80’den sonra” teması ile yaşanan toplumsal dönüşümlere ve Türkiye kapitalizmine odaklanıyordu. soL’un ilgili haberleri yeterince ayrıntılı olduğu için burada belki kongreyi farklı bir açıdan, bir çalgıcının izlenimleri üzerinden anlatmak ilginç olabilir.

Evet biz de kongreye bildiri sunmak ya da izleyici olarak katılmaktan daha çok çalgıcılar olarak katkı koymaya çalıştık.

Karaburun, deniz kenarına kurulmuş bir üniversite kampüsünde kutlanan coşkulu ve kalabalık bir “bahar” şenliği gibiydi.

Tamam, ülkede deniz kenarında olan başka üniversite kampüsleri de var abartılacak bir şey yok denilebilir.

Benim bildiğim, yakınından denize girebileceğiniz sadece bir İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (IYTE) var. Bir de kalabalıklara karışabilse insan, aslında olağanüstü bir kampüsü var IYTE’nin.

Ancak belki bir bahar şenliğine denk gelmedim IYTE’de belki de farkedilmeyecek kadar sessiz sedasız oluyordu şenlikler.

Mesele şu ki IYTE’de insan kalabalığının görülebileceği yegane saatler öğle tatilleridir.

Arazi büyük olduğu için sanırım, sağda solda, yukarıda aşağıda birbirinden uzak binalardan çıkanlar “yaşayan ölülerin dönüşü” gibi ağır ağır ama korkutucu bir sessizlikle yemekhane binasına doğru ilerler. Teknolojik çalışmaların yüksekliğine de yorulabilirdi bu durum ama okulun mukavva tabelasına okul adının bile kelimelerin eşit aralıklarla yazılamadığı düşünülecek olursa başka şeyler de olmalı.

Diyeceğim, Karaburun’daki atmosfer benzersizdi. Kongre salonları, kafeler, sokaklar, kumsal, liman, koylar, iskele her yer her yaştan gözleri pırıl pırıl parlayan kongre katılımcılarının oluşturduğu kalabalıklarla doluydu.

İşlek bir sokakta solcu dergi ve kitapların segilendiği standlar uzanıyordu. Çalgıcı olarak bizler Karaburun’da yaşayan emekli bir müzik öğretmeni olduğunu öğrendiğimiz araştırmacı yazar Yılmaz hocanın müzik kitapları standında takıldık. Kısa ama güzel bir sohbetin ardından hocamızın derlediği Karaburun türküleri kitabını bir daha ki gelişimizde birlikte çalıp söyleyebilmek umudunun verdiği heyecanla aldık.

Çalgıcı olmak biraz böyle bir şey, her şeyin tersine akıyor hayat. Gündüzleri kongre katılımcıları, geceleri de bizler bazen sabahlara kadar “çalıştık”. Bir de Karaburun’da en sık gördüğümüz insanlar Zuhal, Semiha, İzge ve Burhan hoca gibi Küba Dostları olunca biraz da Havana atmosferine doğal olarak girildi. Bazen güneşin bazen de ayın sofrasında deniz, kumsal, dans, müzik, sosyalizm ve devrim.

Bir de gruba katılabilecek genç bir yetenek keşfetmiş olmak en büyük sürprizdi. En azından biz Karaburun türkülerini çıkartıncaya kadar doktor İbrahim’i yoracak gibiyiz.

***

Ya politika?

Deniz, kumsal, dans, müzik, sosyalizm ve devrim iyi de politika bunun neresinde?

Aynı soru katılabildiğimiz tek oturumda benim de aklıma geldi. Ertuğrul Kürkçü, Aydın Çubukçu, Gaye Yılmaz, Ergun Aydınoğlu ve Metin Çulhaoğlu’nun konuşmacı olduğu “80’den sonra sosyalist solun dönüşümü: dün, bugün yarın” panelinin ikinci oturumunu takip edebildik. Kapitalizm, işçi sınıfı, burjuvazi, örgütsel deneyimler, araçlar, sosyalizm, küreselleşme, sınırların ortadan kalkması olarak özetleyebileceğim bir kavram seti eşliğinde konuşmacılar sunumlarını yaptılar.

Bir çalgıcı için bir nevi deniz, kumsal, dans, müzik, sosyalizm ve devrim gibi bir durum.

Kısaca politika yok!

Ya da Metin abi olmasaydı politika olmayacaktı demek daha doğru olur.

Konuşmacıların şaşırtıcı bir biçimde emperyalizm kelimesini hiç kullanmadıklarını belirterek başladığı konuşmasını, solun önündeki görevin AKP’ye karşı mücadeleden başka bir şey olmadığı önerisini analitik olarak açarak tamamladı.

Tepeden tırnağa politik bir kongrenin tek politik yaklaşımını da bir çalgıcı böylece işitmiş oldu.