Barselona

KENTİN SESİ-İZMİR Yazıları

Bir zamanlar İzmir için “müzisyen mezarlığı” dendiğini hatırlıyorum. Yani müzisyenlerin, ölümleri yaklaşan filller gibi ömürlerinin son demlerini geçirmeye mezarlarına, İzmir’e gittiklerini anlatan bir benzetme.

İstanbul ve Ankara ile kıyaslandığında müzik için İzmir’in bir mezarlık kadar ıssız ve bakımsız olduğu doğrudur.

Son yıllarda İzmir’in aynı zamanda fil mezarlıklarındaki fildişi hazineleri gibi değerleri de taşıdığı ve içinden çorak toprakların çiçekleri bakım istemeyen mezarlık güllerinin, beyaz süsenlerin fışkırdığı görülüyor.

Tenor saksafonda İzmirli Tamer Temel’in yanına caz müziğinin dünya çapındaki genç yeteneklerini gitarda Dave Allen, duble basta Masa Kamaguchi ve davulda Marc Miralta’yı alarak İspanya’da kaydettiği Barcelona* albümü bir iki gün içinde çıkıyor.

Albüme Barselona adının verilmesinin ilginç bir hikayesi var ama bu yabancı isim sizi yanıltmasın, biri hariç tüm parça isimleri Türkçe ve Ahmet Adnan Saygun’un bir parçası dışında tüm parçalar Tamer Temel’e ait.

Böylece Barselona’yı, İzmir’i, mezarlığı, filleri, fildişlerini, beyaz süsenleri yazma fırsatını bulabiliyorum.

***

Tamer’le tanışmamız yaklaşık 15 yıl önce ahırdan bozma kalabalık bir kafede beklerken sempatik birisinin gelip yanımda duran eskimiş ahşap çantada ne olduğunu sormasıyla başladı. “Trompet” yanıtını verince yakında verecekleri konserin provasına hazırlanan grup üyeleri ile beni tanıştırdı.

Gruba katıldığım o akşamdan sonraki provada bu kez sokaktan geçerken canlı saksafon ve trompet sesleri duyduğunda kulaklarına inanamayan başka bir genç, Serhan Erkol çıkıp geldi, elinde tuttuğu eski ahşap çantadan bir alto saksafon çıkacaktı.

Öğrenmeye yeni başladığımız sazlarımızla, deniz kenarında kumdan kaleler yapmaya çalışan neşeli çocuklar gibiydik. Belki de henüz doğru dürüst yapamasak da müzikle ilgili en güzel yıllarımızdı onlar veya şimdi kumdan kalenin bitmesiyle oyunu sona eren çocukları derin bir hüznün sardığı anları yaşıyor ve dalgaların ağır ağır erittiği kalemize bakıyoruzdur.

Deliler gibi saatlerce John Coltrane ve Miles Davis’in elimizdeki tek tük albümlerini teypte evire çevire dinler dururduk, yeraltındaki bir caz örgütü gibi sigara dumanından göz gözü görmeyen yoksul evlerimizde, çay ve kahveden burulan midelerimizle. Ve deliler gibi saatlarce, kitaplarla kaplı masanın üstünden aldığımız bakır sazlardan sesleri üflerdik peşi sıra ellerimizde sanki makinalı tüfekler tutuyormuşuz gibi.

Böylece komünist partinin ilk seçimlerinde Ege Üniversitesi’ndeki çalışmaları için verdiğimiz konserde birlikte kaç şarjör ses boşaltabildik emperyalizme ve burjuvaziye karşı hatırlamıyorum.

Belki de stüdyosuna kadar ayarlanmış, aslında New York’ta kaydedilecek albüm için ABD’nin Tamer’e vermediği vizenin izini taşıyordu o sesler.

***

Serhan Erkol’un albümü de yakında çıkacak. Başka bir İzmirli saksafoncu Engin Recepoğulları ise yeni gittiği İstanbul’u kasıp kavuruyormuş şimdiden, duyuyoruz.

Böylece Barselona’yı, İzmir’i, mezarlığı, filleri, fildişlerini, beyaz süsenleri yazma fırsatını bulabiliyorum.

* Albümden bazı parçaları aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz:
http://www.myspace.com/tamersax