6 Kasım

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

Bir iki haftadır Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi’nin kampüsünde heyecanlı bir telaş vardı. Kantinde pankart ve dövüz hazırlayan öğrenciler, sağda solda imza masaları, panolarda afişler… Sağanak yağmurların ardından güneşli bir 6 Kasım sabahı iyi gelmiş olmalı kampüse.

Ağaçlar ve türlü bitkilerle kaplı kampüsün dar yolları mutlaka ya tarihi bir binanın önünden geçiyor ya da önünde bitiyor. İzmir’in en güzel semtinde İzmir’in en güzel kampüsü diye düşünüyorum, boş bir havuzun kenarındaki bir kamelyada gizlenmiş iki öğrencinin kemanlarından çıkan utangaç sesleri duyunca.

Sanki yakıcı bir yazdan henüz çıkmış bir şehirde değillermiş gibi bir öğrenci grubu güneşin altındaki afişlerle bezeli masalarında devrimci marşların kayıtlarını çalıyorlar. Öğle istirahatindeki acemi askerler kadar “tasasız” ve “huzurlu”.

Sivil polislerin telsizleri bile bu güzel sabahın büyüsünü bozmaktan çekiniyor.

Marşlarımız çalıyor sizlerse yumruklarınız havada ayakta olmanız gerekirken oturuyorsunuz diye takılıyorum masadakilere. Sürekli ayakta duramayız ki diyorlar, sürekli marş çaldıklarını ima ederek. Başka kaydınız yok mu diye soruyorum, türküler var diye yanıtlıyorlar.

Tek bir söz daha etmeden uzaklaşıyorum. Sonuçta türkü demek halay demek, yani yumruklar havada ayakta durmaktan daha yorucu bir iş.

Öğlene doğru kampüs hareketleniyor, sloganların sesleri sağda solda toplanan ve kalabalıklaşan öğrencilerin yürüyüşlerini haber veriyor. Öğrencilerin bir bildikleri varmış diyorum kendi kendime, enerjilerini nereye sakladılarını belli eden gerginlik kampüste yükselmeye başlayınca.

Sonra yirmi yıllık ince bir Jean Piaget kitabının sayfaları birer birer kopuyor. Rüzgarda uçuşan sayfaların birisinde otobüste aceleyle yazılmış eski bir Ankara telefonu, diğerinde ise Hacettepe Beytepe kampüsünde yine böyle güneşli bir sonbahar günü jandarmanın kütüphaneden “geçtiği” bir sırada altının çizildiği satırlar:

“Bilmek, belirli bir durumun nasıl olabildiğini anlamak amacıyla gerçekliği dönüştürmektir…”