Ölüm-dirim kavgası

AKP geriledi mi, faşizm yenildi mi, gericilik mevzi kaybetti mi tartışmaları bir yana, sermaye sınıfının tezgâhının tıkır tıkır işlediği, para babalarının değirmenlerini döndürmeye devam ettiği, rant avcılarının hiçbir fırsatı kaçırmadan zenginliklerine zenginlik kattığı, özelleştirme talanının tökezlemeden sürdüğü gayet iyi bilinen, son derece net görünen bir gerçek. Derin sömürünün, alçak bölüşümün, işçi ölümünün her an, her dakika, her saat, her gün acımasızca ve vicdansızca hükmünü icra etmeye devam ettiği de bir başka gerçek.

7 Haziran seçimlerinden sonra, yani son bir ay içinde, benim sayabildiğim kadarıyla 140’tan fazla işçi yaralandı ve zehirlendi, 30’dan fazla işçi çeşitli iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi bu ülkede. “İstikrar yok olmasın, ağzımızın tadı bozulmasın” türküsünü okuyanların kılı kıpırdamadı.

“Onu başkan yaptırmadık”, “Faşizmi yendik”, “Sandığı koltuğunun altına verdik” diye sevinenler, sermaye diktatörlüğünün kılına bile zarar veremediklerini bilmem fark ediyorlar mı? Daha doğrusu acaba sermaye diktatörlüğüyle bir dertleri var mı?

Dün bir itiraf geldi. Die Welt’ten Deniz Yücel’e verdiği röportajda demiş ki Eş Başkan Selahattin Demirtaş: "Biz sermaye düşmanı değiliz ama soldan bakan, emekten yana tavır alan bir partiyiz."

İlginç ki ne ilginç! Sermayeye sınıfsal düzlemde düşman olmadan, - hele tekeller düzeninin bugünkü seviyesinde-, emekten yana sol bir parti olamaya olanak var mı? Olmadığını Syriza örneğinde her gün görüyoruz. Kaldı ki HDP, Syriza kadar bile sol bir parti değil. Sınıf dışı kimlikleri, başta etnik ve dinsel kimlikler olmak üzere, sürekli vurgulayan ama sınıf bahsine gelince sermaye sınıfına karşı olmadığını açıklıkla söyleyen ama sonra da “emekten yana” olduğunu iddia eden bir parti! Böyle bir “sol” parti, ancak ve ancak tekelci sermayenin hüküm sürdüğü İslâmofaşist diktatoryanın "sol" partisi olabilir ve sadece böyle bir diktatoryada mümkündür. Devrimci kadın önderlerden Rosa Luxemburg, 1914 yılında, 1. emperyalist savaş öncesinde sosyal demokrasiyi kokmuş bir ceset olarak tarif ediyordu. Acaba bugünkü sermaye düzenine karşı olmayan "solcu partileri" görse ne derdi?

CHP’ye zaten bir şey demiyorum. Sol olma iddiasını tümüyle terk etmiş, seçim vaatleri arasına bile Kemal Derviş’i koymuş bir partiyi sosyal demokrat saymak olanaksız.

7 Haziran’dan beri tartışılan: AKP-CHP, AKP-MHP, AKP-HDP, CHP-MHP-HDP, muhalefet desteğiyle azınlık hükümeti ya da erken seçim… Havada uçuşan onlarca senaryodan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, asıl gerçek olan ABD'nin hemen seçim sonrası yaptığı şu açıklamadır: "Yeni hükümetle çalışmaya devam edeceğiz." Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jeff Rathke söyledi bu lafı. Türkiye’nin iç politikası konusunda yorum yapmayı reddetti, “Net olan şey şudur: Amerika’nın NATO üyesi Türkiye’yle güçlü bir ilişkisi var. Türkiye’yle ve yeni kurulacak hükümetle yakından çalışmaya devam edeceğiz” dedi. İşte o kadar!

Parlamentodaki dört parti de, emperyalizme göre çantada keklik!

***

Seçimden sonra sermaye sınıfının, sıcak para diktatörlüğünün, çok uluslu şirketlerin, patronların, TÜSİAD’ın “Hükümet isteriz, ille de hükümet, nasıl olursa olsun hükümetsiz kalmayalım” çığlıkları ile parlamentodaki dört partinin “Hükümet kurulsun, ille de hükümet, istikrar için her göreve hazırız” açıklamalarındaki uyum, birlik, bütünlük başka neyde vardır ki?

Yeşil Yol projesine karşı hukuk mücadelesi veren Av. Yakup Okumuşoğlu, zalim gerçeği hepimizin yüzüne haykırıyor ve diyor ki: “Artık şirketler yasalarını, dışarıda kendi hukuk firmalarına hazırlatıyorlar, sonra bunlar Meclis’te oylanıp yasalaşıyor.”

Sermaye diktatörlüğünün hüküm sürdüğü tekeller düzeninde yasama, yürütme, yargı erkleri bir bütün olarak özelleştirilip tekellerin uhdesine alınıyor. Sermaye sınıfının temsilcileri yasaların hazırlanmasına doğrudan katılıyor. Yasaları hazırlayan komisyonlarda şirket/holding temsilcileri yer alıyor. Tekeller ayrıca özel hukuk şirketlerine yasa taslakları hazırlatıp bunları çok hızlı işleyen despotik parlamenter süreçlerden, “torba yasalar” içerisinde geçirterek yasalaştırıyorlar. Artık dolaylı değil, doğrudan tekellerin yönetimine dayanan, tarihin gördüğü en hukuksuz, en insansız ve en vicdansız bir düzen bütün vahşetiyle, yalanıyla, talanıyla işliyor.

***

Bu düzen böyle işlerken…

“Faşizmin geriletildiği” iddia edilen seçimden sonra…

Aynı hafta içinde öldüler: Kayseri’de ailesine destek olmak için inşatta çalışırken sekizinci kattan düşüp ölen lise 2. sınıf öğrencisi 16 yaşındaki Abdullah Şeker ile Adana’da primlerini tamamlayıp emekli olabilmek için inşaatta bekçilik yaparken kulübesinde ölü bulunan 65 yaşındaki Muhsin Yalçın.

"Her şey istikrar için" koalisyonunu kurmak üzere formüller, hesaplar, pazarlıklar süredururken; metal işçileri elde ettikleri kazanımlar ellerinden alınmak isteyince direnişe başlıyordu.  

Seçimden üç hafta sonra sermeyenin polisi, 170 işçinin işten çıkartıldığı Gebze Arçelik LG fabrikasındaki direnişe gözdağı vermek, direnişi kırmak için fabrikaya giriyordu.

Seçimden bir hafta sonra Tofaş'ta 83 işçi işten çıkarılıyor, ertesi gün de Mako'da 80 işçinin işine son veriliyordu.

Ve sermaye sahipleri talanlarına devam ediyor: Sabuncubeli Tüneli’nde eski firma batınca borç halka, rant Kalyoncu’ya kalıyor.

Sermaye, Ege’nin en el değmemiş yarımadası Karaburun’a göz diktiğini alenen ilan ediyor: RES projesi ağlarıyla örüyordu sermaye Karaburun’u dört baştan. Ve dün de holdingin biri balık çiftlikleriyle giriyordu yarımadaya en uçtan.

AKP satışa devam ediyor. İlkel birikim ofisi gibi çalışan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, hız kesmeden sürdürüyor satışlarını, son olarak da Aliağa ve Bursa santrallerini pazara çıkarıyor.

Mahkeme, Ermenek davasında yargılanan kamu görevlisi bırakmıyor; Soma davasında Bakanlık sorumluluk kabul etmiyor. Ve Rıza Sarraf’a bakanlar eliyle ihracat ödülü veriliyor!

***

Ölüm-dirim kavgasının derinleşerek devam ettiği gayet açık ve net değil mi? Düzenlerini sürdüren sermaye diktatörlüğü ile 7 Haziran’dan önce her gün ölen, seçimden sonra da ölmeye devam eden, böyle giderse ölmeye devam edecek olan emekçi sınıfının kavgası… Bu kavgayı görmezden gelirsek, hiçbir şeyi göremeyiz.

[email protected]
twitter.com/_ahmetcinar_