Manisa’da Dalkavuk Var mı? AHMET ÇINAR (Manisa)

Dalkavukluk, eskiden bir meslekmiş.

Biliyor muydunuz bunu?

Hayat Tarih mecmuasının 1969 yılının ekim ayında yayınlanan sayısında, ünlü tarihçimiz Reşad Ekrem Koçu'nun yazısından öğrendim ben de.

Dalkavuk sözcüğünün tam karşılığı şuymuş: "Menfaati için bir zengine veya devlet kapısında bir yüksek mevki sahibine yardakçılık yapan kişi."

Gülümser gibi oldunuz sanırım.

Yoksa siz bu tip kişileri her gün gazete sayfalarındaki köşelerinde, televizyon ekranlarında ya da sağınızda solunuzda görüyor musunuz?

Hadi canım, lafı eveleyip gevelemeyin ağzınızda.

Elbette görüyorsunuz.

Her zaman gördüğünüz, karşılaştığınız, eğer tanışıyorsanız zaman zaman konuştuğunuz, tokalaştığınız kişiler bunlar.

Uzaydan filan gelmediler yani.

Benim üzüldüğüm nokta şu...

Dalkavukluk eskiden bir meslekmiş.

Maalesef şimdi karakter haline geldi.

***
Reşad Ekrem Koçu, o yazısında şöyle diyor: "Dalkavuk, şerefsiz, köleden daha zelil bir tiptir. Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur. Ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar devirmiş ihtilalciler bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavukları beslemişlerdir."

Nasıl?

İyi yazmış değil mi Reşad Ekrem Koçu üstad...

Yani şunu demeye getiriyor Reşad Ekrem Koçu: İster cumhurbaşkanı olun, ister başbakan, ister TBMM başkanı olun, ister milletvekili, hatta isterseniz Manisa Belediye Başkanı olun, mutlaka ve mutlaka dibinizde birtakım "dalkavuklar", "fahri danışmanlar", "evet efendimciler", "yardakçılar" ve "yalayıcılar" bulunacaktır.

Şimdi bu satırları okuyorsanız eğer hepinizin aklına, yanınızda yörenizde, tanıdığınız bildiğiniz dalkavukların siması gelmiştir. Gözünüzün önünde belirivermiştir bu dalkavukların yüz hatları...

***

Çünkü insanlık var olalı beri, güce tapan, menfaatini gücün ve güçlünün yanında gören bir takım tipler vardır.

Bunlar için, haklı-haksız, doğru-yanlış, siyah-beyaz fark etmez.

Yeter ki iktidarda bulunun, yeter ki güçlü olun, yeter ki iktidarı elinizde bulundurun.
Reşad Ekrem Koçu, o enfes yazısını şöyle sürdürüyor:

"Osmanlı'da loncasıyla, kahyasıyla ve tüm personeliyle, bir dalkavuk esnafı vardı. Bu dalkavuk esnafını işi, zenginleri, güçlüleri ve onların konaklarındaki kiömseleri eğlendirmek, onlara yaltaklanmaktı. İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek eve etek öpmek olan bu dalkavuk esnafı, zelil adamlar olarak kabul edilmişti. Onlara başlık olarak, askerlerin ya da esnafın giydiği külahı giydirmek olmazdı. Çünkü külahlarına ne sararlarsa sarsınlar, mutlaka askerlerle ya da esnafla karıştırılırlardı. Bu yüzden toplum içinde derhal seçilmeleri için, dalkavuk esnafının kavuklarının üzerine bir şey sarmaları yasaklandı. Sadece kavuk takmalarına izin verildi. Bu yüzden o kişilere kavuklarına bir şey sarmayan adam anlamında 'dalkavuk' dendi."

Gerçi günümüzün dalkavuklarını ayırt etmek kolay değil.

Çünkü takım elbise giyip kravat takıyorlar, klasik ve spor giyimin en son modasını takip edip gayet şık bir şekilde aramıza karışıyorlar.

O yüzden dalkavukların "dalkavuk" olduğunu anlayamıyoruz.

Ancak ellerine kalemi aldıklarında, köşelerinde yazılar döktürüp televizyon ekranlarında yorumlar yaptıklarında anlayabiliyoruz dalkavuk olduklarını.

***

Osmanlı dönemindeki dalkavuk esnafı, meslekleri bu olduğu için bu işi yapıyorlardı.

Yani gazetecilik adı altında, köşe yazarlığı adı altında, televizyon yorumculuğu adı altında, danışmanlık adı altında ya da siyaset adı altında dalkavukluk yapmıyorlardı.

O zamanki dalkavuk esnafı, günümüzün dalkavuklarının yanında yedi sefer zemzemle yıkanmış biçarelerdi.

Osmanlı döneminde dalkavuk esnafının bir nizamnamesi, tarifesi, hizmet hastalığı karşılığında alacakları ücretin narhları bile vardı.

Osmanlı dönemindeki dalkavuk nizamnamesinden birkaç satır aktarayım sizlere:

"Dalkavuklar, kibar rical huzuruna girdiklerinde el etek öperler, Oturacakları yer, tırabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zat-ı muhteremin tabiatına ve mizacına uygun şekilde konuşmaktır. Hane sahibi ne söylerse, fevkalade yardakçılıkla tasdik etmek ve asla aykırı söz söylememektir. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır, verilen paranın çokluğuyla meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir."

***

Nasıl, beğendiniz mi?

Doğru söyleyin, Manisamızın dalkavukları, yardakçıları gelmiyor mu gözünüzün önüne?

Şöyle kapatın bir gözünüzü, şu yukarda yazdıklarımı bir düşünün. Kimler geçiyor gözünüzün önünden?

Dalkavuklar bazen kendi isimleriyle anılmışlar, fakat genellikle takma isimler kullanmışlar. O dönemden birkaç dalkavuk ismi vereyim size: Şapur Çelebi, Sülgün Bey, Sansar Ağa, Çıplak Kadı, Hacı Fışfış, Letaif Çelebi, Hacı Şamandıra vs...

***

Oldu olacak size bir de dalkavuk fıkrası anlatayım, bu eğlenceli yazıyı bitirelim.

Bir kış günü mirasyedi Veliefendizade balığa çıkmış.

Kendisi sarıp sarmalanmış, sıkı sıkı giyinmiş.

Yanındaki dalkavuğuna da, "çırılçıplak soyunup denize girer ve soğuğa dayanabilirsen sana 100 altın veririm" demiş.

Yüklü bahşişi duyan dalkavuk durur mu, hemen soyunuvermiş, karlı havada denizin üstünde titremeye başlamış.

Kat kat lahana gibi giyinmiş olan Veliefendizade bir ara dalkavuğa dönüp "burnumun ucu üşüdü" demiş.

Dalkavuk, efendisinin beklediği cevabı vermiş: "Velinimetim efendim, sıcak olarak bir tek yerim kaldı, arzu ederseniz burnunuzu da oraya sokun efendim."