Kıbleyi gösteren kredi kartına karşı nasıl mücadele edilir?

Nasıl edilir?

İslamcılıkta “antikapitalizm ve antiemperyalizm arayarak” değil elbette!

İyi niyetle arayanların nasıl çıkmaz sokaklarda kaybolduklarını defalarca hep birlikte gördük.

***

O halde nasıl?

Telefonuma her gün çeşitli sendikalardan, sivil toplum kuruluşlarından, dergi çevrelerinden, demokratik kitle örgütlerinden mesajlar geliyor, basın açıklamasına çağırıyorlar.

“Orta öğretimde türbana karşı laik, bilimsel, ilerici eğitim için basın açıklaması” diyorlar.

“IŞİD saldırılarına karşı basın açıklaması” diyorlar.

“Bilmem ne bakanı hakkında suç duyurusunda bulunacağız, siz de gelin” diyorlar. Kimi kime şikayet edeceklerse artık!

Yıllardır basın açıklamalarına, protesto eylemlerine hem örgütlü bir komünist olarak, hem gazeteci olarak katılırım: Meydanlarda, caddelerde, salonlarda…

Ben basın açıklamasına katıldıkça Türkiye gericiliği iktidarı hedefledi.

Ben eylemlerde yer aldıkça onlar örgütlenerek iktidara yürüdü.

Ben protesto gösterilerine dahil oldukça onlar dişleriyle, tırnaklarıyla iktidara yerleşti.

Onlar hep iktidar perspektifiyle yürüdüler bense hep basın açıklamalarına katıldım: Meydanlarda, caddelerde, salonlarda.

Kamuoyunda farkındalık yaratmak, bu gerici-liberal iktidarın çelişkilerini ifşa etmek için “Basın açıklaması yapmayalım, eylem gerçekleştirmeyelim, meydanlara çıkmayalım” demiyorum kuşkusuz. Böyle bir cümle kurmak aklımdan bile geçmez.

“Sadece” basın açıklaması yaparak, “sadece” eylem düzenleyerek, “sadece” barikat kurarak bu ucube diktatörlüğün iktidardan vazgeçmeyeceğini bilmek gerektiğini söylüyorum.

Basın açıklaması yaptık, suç duyurusunda bulunduk diye, AKP’nin korkup iktidarı bırakmayacağının farkında olmak gerekir diyorum.

***

Kendimden biliyorum.

Sabahları kentin dört bir yanından yükselen, bir senfoni değil kakafoni olan dehşetengiz ezan sesiyle uyanıyorum. Evden çıkar çıkmaz, sadece gözleri görünen kara çarşaflı komşumun, 7-8 yaşlarındaki türbanlı kız çocuklarını okul servisine bindirdiğini görüyorum. İki adım atar atmaz, “Kurban bağışlarımızı nereye yapmamız gerektiğini” anlatan afişlerle karşılaşıyorum. Toplu taşıma aracındaki ekranda kıbleyi gösteren kredi kartı reklamı. Adliyeye gidiyorum: Zabıt kâtibi türbanlı, mahkeme kalemindeki memur türbanlı, avukat türbanlı. Okulların önünden geçiyorum: Öğretmen türbanlı, müdür yardımcısı türbanlı, müdür türbanlı. Fakülteye gidiyorum: Doçent türbanlı, profesör türbanlı, dekan türbanlı. Televizyonu açıyorum: Spiker türbanlı, program sunucusu türbanlı, konuk türbanlı. Yasaya bakıyorum, türbanlı. Genelgeye bakıyorum, türbanlı. Yönetmeliğe bakıyorum, türbanlı.

Tüm bunlar nasıl gerçekleşti? Basın açıklaması yaparak mı?

***

Sonra tekrar sokağa çıkıyorum. Bir kalabalık görüyorum: Basın açıklaması yapıyorlar!

Memleketin her köşesi Hyde Park.

Hyde Park, insanların örgütlü mücadeleye katılmadan “demokratik demokratik” içlerini döküp rahatladığı, karınlarındaki şişliğin indiği yerdir.

Oysa adliyede, okulda, üniversitede, hastanede, işyerlerinde dinsel referanslarla bir toplum oluşturulmuş: Görüyorum.

Dinsel vesayet, nefes alacak mendil kadar yer bırakmamış.

Hayat fışkıran bir metrekaremiz kalmamış.

Sağa baksan IŞİD, sola baksan IŞİD. Yanına yörene, önüne ardına baksan IŞİD.

Diledikleri kadar IŞİD’e karşı mücadele ettiklerini söylesinler. İstedikleri kadar IŞİD’e savaş açsınlar.

Biz bu ülkede onlarca canın Madımak otelinde nasıl kıstırılıp canlı canlı yakıldığını biliyoruz. O yakanların hangi partiyi kurduklarını biliyoruz. O partinin iktidara nasıl geldiğini biliyoruz.

İktidara geldikten sonra kimlerden destek alıp semirdiğini, toplumu dinsel referanslarla nasıl bezediğini biliyoruz.

Onların nicedir IŞİD kafalı olduğunu biliyoruz.

***

Peki IŞİD’e karşı olmak yeter mi?

IŞİD bir sembol. Emperyalizmin, tekellerin, kapitalizmin, barbarlığın, sömürünün sembolü.

IŞİD’i emperyalizmden farklı bir noktada görmek, IŞİD’i görememek demektir.

Çünkü barbar ötesi olan, emperyalizmdir. Emperyalizm, gericiliğin her düzlemde, sürekli olarak eklemlenmesi, kaynaşması, bütünleşmesidir.

Bunu tek panzehiri aydınlanmacı, kamucu, ilerici, laik, sosyalist cumhuriyet.

Siz başka bir panzehir biliyor musunuz?

***

Biz basın açıklaması yaparken, okullarda zil sesi olarak Dombra çalıyor, türbanlı öğretmenler ders anlatıyor, adliyelerde türbanlı avukatlar savunma yapıyor, üniversitelerde türbanlı rektörler hükmünü icra ediyor, beşikten mezara kadar imam hatip kuruluyor.

Biz basın açıklaması yaparken, Türkiye, burjuva görünüşlü bir ortaçağ yaşıyor.

Bugün içinde yaşadığımız coğrafyada bir “tasfiye operasyonu” yaşandığını, cumhuriyet fikriyatının, aydınlanma düşüncesinin, laiklik ilkesinin, kamuculuğun Türkiye topraklarından kazındığını artık sağır sultan biliyor.

Kimler kazıdı peki bu topraklardan cumhuriyeti, aydınlanmayı, laikliği, kamuculuğu?

Dinciler mi, siyasal İslamcılar mı, tarikatçılar mı? Ya da sadece onlar mı?

Ülkemizin dinselleşmesinin faturasını yalnızca tarikatlara, siyasal İslamcılara fatura edip işin içinden çıkabilir miyiz?

Hayır. Asla.

Türkiye burjuvazisinin, para babalarının, TÜSİAD’ların, patronların, gündelik yaşamda “seküler/din dışı” bir hayat sürenlerin, kompradorların, çok uluslu tekellere hükmedenlerin hiç mi payı yoktur, toplumun dinselleşmesinde?

Onlar laikliğe ve aydınlanma felsefesine teorik ve felsefi düzlemde köklü bir biçimde bağlı mıdırlar?

Hayır. Asla.

Para babalarına, patronlara, burjuvaziye en gerekli insan tipi sorgulamayan, itaat eden, boyun eğen insan tipidir. Böylesi bir insan tipi ise ancak “bilinci dinselleştirilmiş” insan tipi olabilir.

TÜSİAD ve benzeri kurumların arada bir “basın açıklamalarıyla” laik çıkışlar yapmaları sadece bir kandırmacadan ibarettir.

***

Sermaye sınıfının siyasal örgütü ise AKP…

AKP demek, topyekun çöküş demek, felaket demek, hayatın kadere, tesadüfe bağımlı olması demek. Bilimsel düzlemde tesadüf olmayacağına göre, tek gerçek AKP’nin tarihteki en despotik rejimlerden biri olduğu gerçeğidir.

Kıbleyi gösteren kredi kartının bile piyasaya sürüldüğü bir rejimde, bizim hâlâ “sadece” basın açıklaması yapıyor olmamız yeterince trajikomik.

Sanırım basın açıklaması yapmaktan daha fazla bir adım atmamız gerekiyor: Örgütlenmemiz.

Türkiye’yi islamize eden sermaye sınıfına, Genelkurmay’a, bunların siyasal uzantılarına, emperyalizme karşı topyekun bir mücadeleyi ilmek ilmek örmek: Örgütlenmek.

Aydınlanmacı, laik, kamucu, özgürlükçü, eşitlikçi, jakoben bir sosyalist cumhuriyeti kurmak için ne yapmak gerekiyorsa, onu yapmak.

Ne gerekiyorsa. Nasıl gerekiyorsa…

***

“Sadece” basın açıklaması yapmakla yetinmeyerek: Basın açıklaması eşiğinin artık aşıldığını, geride kaldığını bilerek.

Örgütlenerek: Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceğini bilerek.

Örgütlü mücadelenin varoluşsal bir zorunluluk olduğunu bilincimiz haline getirerek.

Bu zorunluluğun bilincine vararak.

Hemen, şimdi, bugün.