Katliam düzeni

Bir AKP iktidarına kaç toplu katliam sığar?

Soma, Roboski, Reyhanlı, Suruç, Ankara…

İş cinayetlerinde ölenler, Haziran’da vurulanlar, sokaklarda, caddelerde, meydanlarda katledilenler…

Kaç katliam sığar bir AKP dönemine?

Çok sığdırdılar.  

Ankara katliamının feryatları gökyüzüne yükselir, acılar dağlarken yürekleri, geçen yılki başka bir katliamın, Soma’nın duruşması vardı dün Akhisar’da.

Soma işçi katliamının sanıklarının yargılandığı dava.  Sanık dediysem içlerinde hiçbir siyasal ve bürokratik sorumlu yok. Maden şirketinin patron kademesi ile teknik kademesinden oluşan 8’i tutuklu 46 sanık.

4’üncü kez çıktılar dün Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi reisinin karşısına.

İlginç bir gelişme yaşandı dünkü duruşmada: Hâkimin “şikâyetçi misin?” sorusuna bazı işçilerin “şikâyetçi değilim” yanıtı vermeleri…

Geçen yıl 13 Mayıs’tan itibaren Soma’daki iklimi hatırladım birden. O boğucu atmosferi. Her sokakta bir cenaze. Her evde bir ağıt. Acıya kesmiş yüzler, gözyaşıyla yoğrulmuş feryatlar, öfkeyle bilenmiş yürekler.

Konuştuğum işçilerin dudaklarından keskin bir ıslık gibi dökülen öfkeyi, dün gibi hatırlıyorum.

Bir buçuk yıl geçmişti aradan… O zamanki öfke, siyasal bir bilince ve sınıfsal bir pespektife yerleşemediği için küllenip gitmişti zamanla. İşçilerde işsiz kalma korkusu, işsizlerde iş bulamama kaygısı… Bir yandan yoksulluk, bir yandan geleceksizlik… Bir mengeneye kıstırılan hayatlar. Vahşi sömürü düzeninin, insafsız sermaye sisteminin, vicdansız kapitalizmin elinde acıya, yoksulluğa, gözyaşına mahkûm edilen insanlar…

Demek ki yüzlerce işçinin katledildiği bir toplu cinayetin hesabını sormak bile, mümkün değilmiş bu düzende.

Demek ki aradan bir buçuk yıl geçince, en keskin öfkeler bile açlıkla, yoksullukla, dinle terbiye edilip uysallaştırılabiliyormuş bu düzende.

Demek ki sermaye iktidarda, para saltanat koltuğunda olduğu sürece, çok açık ve kanlı cinayetlerin hesabı bile kesilemiyormuş bu düzende.

Tekellerin en saldırgan iktidarı olan AKP adlı islâmofaşist sermaye diktatörlüğünde, hâkimin “şikâyetçi misiniz?” sorusuna, “hayır şikâyetçi değilim” yanıtı veriyorsa işçiler; bu yalnızca işçilerin sorumsuzluğu, vurdumduymazlığı, umursamazlığından değil, sermaye düzeninin yapısından, karakterinden kaynaklanıyor.

Sermaye gruplarının, patronların, tekellerin yarattıkları hegemonya, işte bu kritik noktada tüm dehşetiyle ortaya çıkıyor. Kalıcı, kütlesel, planlı işsizlik yoluyla, işçileri sürekli olarak iğretiliğe, geleceksizliğe, güvencesizliğe, öğretilmiş çaresizliğe iten bir sınıftır sermaye sınıfı. Bu sınıf, işçileri bir yandan katlederek yok eden, diğer yandan her türlü terörü, baskıyı, yoksulluğu dayatarak en berbat koşulları adeta bir ödülmüş gibi sunan, üstelik de patronlara, yobazlara, tekellere minnet duyulmasını sağlayan bir sınıf.

Böyle bir düzende adaletin tecelli etmesi, hukukun gerçekleşmesi olanaksız.

Sermaye düzeninin hukukuyla hak aramak, katillerin cezalandırılmasını beklemek ham bir hayal.

Bu coğrafyanın gördüğü en gerici, en yobaz, en sömürgen rejimin hüküm sürdüğü bir dönemde, hukuktan söz etmek, tam bir akıl tutulması.  

İşçiler kendi düzenlerini kurmadıkça, iktidarı almadıkça, eşitlik ve özgürlük temelinde bir cumhuriyete varmadıkça; içinde yuvarlandıkları bu kahrolası zulümden asla ve asla kurtulamayacaklar. Ezilmeye, yok olmaya, gözyaşları ve kanları dökülmeye devam edecek.

Patronlar ve sermaye sınıfı tarafından madenlerde ve meydanlarda katledilen kütlelerin, patronlardan ve sermaye sınıfından adalet dilenmeye değil, patronlarla ve sermaye sınıfıyla savaşmaya ihtiyacı var.

İşçilerin, kendilerini öldüren düzenin patronlarıyla uzlaşmaya değil; kendilerine ait siyasi bir iktidara ihtiyacı var. O siyasi iktidar istencini her dem taze tutmaya, iktidarı alana dek örgütlenmeye, mücadele etmeye ihtiyacı var.

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_