Kanun hükmünde Tayyip!

Beş yıl önce bu köşede yayınlanan bir yazımın başlığı, “Kanun hükmünde AKP” idi.

O yazıdan bu yana beş yıldan fazla zaman geçti.

Bu arada saray inşa edildi. Başbakanlık koltuğundaki zat cumhurbaşkanı koltuğuna taşındı. Gitti saraya yerleşti. Onlarca katliam, yüzlerce ölüm, binlerce iş cinayeti, on binlerce tutuklamayı saymaya gerek yok, hepimiz biliyoruz!

“Kanun hükmünde AKP” başlığı, o yazıda anlatmak istediğim durumu ifade etmeye yetmiyor. Söz konusu olan “Kanun hükmünde Tayyip”tir artık. 

Durum tam anlamıyla ve her anlamıyla bu!

2011’de o yazıyı yazmama neden olan olay, sekiz tane kanun hükmünde kararnameyle elliden fazla yasada düzenleme yapılmasıydı. Bunu eleştirmiştim.

Nerden bilebilirdim ki, beş yıl sonra bir kararnameyle 157 yıllık Mekteb-i Mülkiye’nin, yani Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin bir gecede tasfiye edileceğini?

Nasıl öngörebilirdim ki, altı ay içinde çıkaracakları 20 tane kanun hükmünde kararnameyle ülkede ne kadar muhalif ses, farklı bakış, aykırı görüş, ilerici düşünce varsa hepsini ezip tasfiye edeceklerini?

Erdoğan rejiminin çıkardığı kanun hükmündeki kararnameler, 1948’de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki tasfiyeyi de, 12 Mart ve 12 Eylül faşizminin akademideki tasfiyelerini de katbekat aşan bir yıkım.

Birkaç imzayla ve saniyeler içinde “kanun” haline geliveren kararnameler!

Artık Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yayınlanan ve birkaç saat içinde binlerce yurttaşı yargılamadan infaz eden bu kararnameler birer “kararname” olmaktan çıktı, padişah fermanı oldu!

İki yüz yıldır düşman oldukları tüm ilerici, aydınlanmacı, laik, modern birikimi yıkmak için…

"Şûrâ-yı Devlet" olan Danıştay’ı arka bahçeleri haline getirdiler…

"Mülkiye" olan Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni boşalttılar…

"Harbiye" olan Kara Harp Okulu’nu Muhteşem Yüzyıl’ın danışmanı, Murat Bardakçı’nın yancısı bir sosyal bilgiler öğretmenine teslim ettiler…  

"Tıbbiye" olan tıp fakültelerini patrona, para babasına, yandaşa, yobaza tımar ettiler…

"Darülfünun" olan üniversiteleri, akademiyi paçavraya çevirdiler…

Bu yıkımların hepsini üç beş kanun hükmünde kararnameye sığdırdılar!

AKP adlı ucube düzende “kanun hükmünde kararname”, padişah bozuntusunun fermanıdır.

Kanun hükmünde kararname, Erdoğan rejiminin yeni yasama yöntemidir: Fiili bir başkanlık sistemi!  

Parlamento yoktur! Bu kadar hızlı kanun çıkabiliyorsa, tartışılıp konuşulmadan kanunlar değiştirilebiliyorsa, ince elenip sık dokunmadan yönetmelikler ters yüz edilebiliyorsa ve daha da vahimi, tüm bu olup bitene kimselerin çıtı çıkmıyorsa… Despotizmdir bu!

Dünkü gazetelerde vardı: Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Tiyatro Bölümü, hukuksuz kanun hükmünde kararnameler yüzünden fiilen kapanma noktasına geldi. Bölümde yalnızca 4 akademisyen kaldı.

Akademi, bilim, tiyatro, edebiyat, heykel, resim, sanat düşmanlığı: Bu tipik bir obskürantizm. Kelimenin tam anlamıyla karanlıkçılık…. Bilmesinlercilik... Sözlük anlamı şöyle: Halk yığınlarını bilgisiz ve karanlıkta bırakma anlayışı. Aydınlanma düşmanlığı.

Ortaçağ Avrupasındaki, Hitler Almanyasındaki karanlıkçılığın Erdoğan rejimindeki uygulamaları bunlar… Bu cangılda ne ararsanız var: Siyasetsizleştirme, omurgasızlaştırma, kamusuzlaştırma, insansızlaştırma, kitapsızlaştırma, edebiyatsızlaştırma, sanatsızlaştırma, tepkisizleştirme düzeneği…

Bu çölleşmenin, kuraklığın, insansızlaştırmanın diğer adıdır despotizm…

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en despotik dönemini yaşıyor.

Louis Althusser’in, “Montesquie, Siyaset ve Tarih” adlı kitabında despotizme dair şu satırları ne kadar güncel ve ne kadar önemli:

“Despotizmin mekânı, boşluktan başka bir şey değildir. Bir imparatorluk yönettiğini sanan despot, aslında bir çölde hüküm sürmektedir. Despotizmin zamanı ise, sürenin tam tersidir, andır. Despotizm, süregiden hiçbir kurum, hiçbir zümre, hiçbir aile tanımamakla kalmaz, despotizmin edimleri an içinde ortaya çıkarlar. Halkın tümü de despotun tıpatıp aynısıdır. Despot, hemen o an karar verir. Düşünmeden, nedenleri kıyaslamadan, kanıtları tartmadan, düzensiz ve dengesiz biçimde karar verir. Düşünmek için zaman gerektiği gibi, bir de gelecek konusunda düşünceye sahip olmak gerekir. Oysa despot, karnını doyurmak için kâr eden tüccar kadar düşünür geleceği.”

Jean-Jacques Rousseau da “Toplum Sözleşmesi”nde şunu söyler:

“Farklı şeylere isimler vermek için, krallık yetkesini gasp edene zorba; egemen erki gasp edene de dediğim dedikçi diyorum. Zorba, yasalar uyarınca yönetmenin yasalarına karşı müdahalede bulunan kişidir; dediğim dedikçi ise kendini bizatihi yasaların üstüne çıkaran kişidir. Böylece zorba dediğim dedikçi olmayabilir, ama dediğim dedikçi her zaman zorbadır.”

Müthiş…

O halde bize düşen görevi John Milton’dan dinleyelim:

"Kralların bir tirana dönüşmesi durumunda, onların tahttan indirilerek cezalandırılmaları, oraya getirilmeleri kadar yasaldır." 

Recep Sultan Tayyip işbaşındadır ve bir zorbalık yöntemi olarak “kanun hükmünde kararnameler” benimsenmiştir.

Biz ona “Kanun hükmünde Tayyip” diyoruz.

Hükümsüzdür ve yıkmak için mücadele meşrudur, haktır, görevdir.  

[email protected]

twitter.com/_ahmetcinar_