İkinci cumhuriyetin üniversitelerine karşı, yalanın iktidarına karşı…

Geçen yıl yaşanmıştı, hatırlarsınız.

Manisa Celal Bayar Üniversitesi öğrencileri, yeni atanan rektör Prof. Pakdemirli’yi ziyarete gelen Bülent Arınç’ı protesto etmek istemişlerdi.
Hani “ileri demokrasilerde” olur ya… İcraatını, tutumunu, duruşunu, politikasını beğenmediğin siyasetçiyi protesto edersin hani… İşte öyle bir tepki veriş, öyle bir itiraz ediş.

Üniversitede hem de. Özerk bir kurumda. Bilim üretilen, bağımsız duruşlu bir çatının altında.

Ne var bunda diyeceksiniz.

Ne yok ki bunda? Padişah özentili, saltanat heveslisi, otorite meraklısı bir hükümetin, gaflarıyla ün yapmış, en alıngan, mizah dergilerine en çok malzeme veren bir üyesini protesto et bakalım, gör başına neler gelir!

Rektörlüğe henüz atanmış Prof. Pakdemirli, birden bire makamının mevkisinin ağırlığını unutuvermiş, Arınç’ın gönüllü fedaisi gibi ileri atılmış, öğrencileri okuldan atmakla tehdit etmişti. Kameraların önünde. Pervasızca.

Dün yeni bir haber geldi: Arınç’ın şahsında AKP hükümetinin “cumhuriyet düşmanlığını” protesto eden öğrenciler, öğrendik ki üniversiteden İKİ YARI YIL UZAKLAŞTIRMA cezası almışlar.

“Üçüncü ileri balkon demokrasisi” diye buna derim ben! Zamanın ruhuna, memleketin iklimine uygun bir ceza! Hatta az bile!

***

Cumhuriyet düşüncesinin ülkenin taşından toprağından kazındığı, aydınlanma felsefesinin yerin dibine itildiği, cumhuriyetin temel değerlerinin küçümsenip aşağılandığı bir dönemdir yaşanan. Emperyalizm, ikinci cumhuriyeti resmen ve alenen ilan ve tebliğ etmiştir. Halkımız da “aldık kabul ettik” diyerek tebellüğ etmiştir liberal-gerici ikinci cumhuriyeti. 12 Haziran’daki yüzde 50’nin ve seçimden sonraki bir buçuk ayda AKP’nin yükselişinin anlamı budur.

İşte şimdi bundan sonraki yasama, yürütme, yargı uygulamaları, ikinci cumhuriyetin ruhuna uygun bir biçimde gerçekleşecektir. Gerçekleşmeye başlamıştır.

Celal Bayar Üniversitesi’nin cumhuriyet, laiklik, aydınlanma yanlısı öğrencileri de, zamanın ruhuna son derece uygun bir biçimde, iki yarı yıl okuldan uzaklaştırma cezası almışlardır. Okuldan atılmadıklarına şükretsinler!

Bu sadece bir örnektir. Buna benzer çok sayıda uygulama ülkenin tüm kurumlarında, kuruluşlarında, sokaklarında, meydanlarında, okullarında memleketin kılcal damarlarında yaşama geçirilmektedir.

Bu yazıyı kaleme getirdiğim sırada önümüze bir haber daha düştü: AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’yu protesto eden üniversite öğrencilerinin dört yıl hapis cezasıyla cezalandırılmaları istendi. Geçen yıl Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gelen Burhan Kuzu, 13 öğrenci tarafından protesto edilmişti.

***

Bundan on beş, yirmi yıl kadar önce üniversitelerde sol, sosyalist, muhalif öğrenciler iktidarın çıkardığı yasaları protesto ederken, “Ferman hükümetinse, üniversiteler bizimdir” sloganı atarlardı. Çok da güzel bir slogandı. Doğruydu. Yerindeydi. Her ne kadar o yıllarda da üniversiteler liberal-kapitalist sisteme ideoloji üreten, destek veren yapılar olsalar da üniversitelerin içinde yurtsever, bağımsızlıkçı, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan sol, sosyalist damarlar vardı. “Ferman hükümetinse, üniversiteler bizimdir” sloganı, her türlü olumsuzluğa karşın üniversitenin “bağımsız-özerk” bir yapı olduğuna işaret ederdi.

O zamandan bu zamana, köprülerin altından çok sular aktı.

İkinci cumhuriyetin ilan edildiği üçüncü AKP hükümeti döneminde, ne yazık ki kimsede “Ferman AKP’ninse, üniversiteler bizimdir” sloganı atacak derman, hal ve mecal kalmadı.

AKP, Türkiye gericiliğinin son elli yıl içinde yuvarlana yuvarlana ulaştığı nihai biçimdir. AKP, Türkiye gericiliğinin en alçak mihrabıdır. Bu topraklardan kazınan düşünce, cumhuriyet düşüncesidir, aydınlanma felsefesidir, laik anlayıştır. Bu coğrafyada yok edilmek istenen sosyalist-komünist damardır.

Artık ferman da AKP’nindir, üniversiteler de.

Artık yasama da ikinci cumhuriyetçilerdedir, yürütme de, yargı da.

***

Üniversiteler neden önemli?

Çünkü evrensel bir üniversite tanımı var.

Nedir üniversite?

Üniversite, Eflatun ve Aristo’nun hiçbir POLİTİK ve DİNSEL baskı unsuru olmadan öğrencileri ile felsefi tartışma yarattıkları ortamdan esinlenerek
günümüze kadar evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip kurumlar olarak “universitas / üniversite” adını almışlardır. Üniversite felsefi tartışma ortamında akıl sürecini, duygusal sürecin önüne alarak kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır.
AKP eliyle ilan edilen ikinci cumhuriyet, işte bu üniversiteleri yok etmeyi kafasına koymuştur.

Bakınız, Hannah Arendt, üniversite özerkliği gibi, yargı bağımsızlığı gibi kavramları ve kurumları birer “hakikat sığınağı” olarak görür. Arendt şöyle yazar: “Nahoş hakikatlerin çoğu üniversitelerden çıkmıştır pek çok nahoş yargı da yargıç kürsülerinden duyurulmuştur. Ve hakikatin öteki sığınakları gibi bu kurumlar da, toplumsal ve siyasi iktidardan zuhur eden tehlikelere maruz kalmışlardır. Ancak bu tür yerlerin salt mevcudiyeti ve onlarla birlikte bağımsız, bigane oldukları varsayılan bilim insanlarının örgütlerinin salt varlığı bile hakikatin kamu alanında yer etme şansını büyük ölçüde artırmaktadır. Ve en azından anayasayla idare edilen ülkelerde siyasi alanın, çatışmaya düşseler bile, üzerlerinde güç sahibi olmadığı insanların ve kurumların varlığında bir yarar bulduklarını inkar etmek pek de kolay değildir.

Demek ki AKP ve plütokrasi, siyasi alanı, kamuyu ve anayasayı tamamen ortadan kaldırmak ve dört başı mamur bir diktatörya kurmak istemektedir. Böylece hakikatin yer bulma şansını tamamen ortadan kaldırmış olacaklardır.

Bu ise, yalanın hakimiyeti demektir.

Hannah Arendt bu konuda da şunları yazar: “Failleri tarafından bilinsin ya da bilinmesin bütün yalanlar, içlerinde bir şiddet unsuru barındırırlar yalanı bilinçli olarak sadece totaliter hareketler kıtal yolunda ilk adım olarak benimsemiş olsalar da, örgütlü yalan yok saymaya karar verdiği her şeyi ortadan kaldırmaya eğilimlidir her zaman. Başka bir deyişle geleneksel ile modern yalan arasındaki fark çoğu zaman örtbas etmekle yok etmek arasındaki farka varabilir.

Öyleyse şiddet yalana içkindir. Emperyalist düzenlerde yalan, yok etmeye yöneliktir. Demek ki AKP, örgütlü bir yalan idaresidir. Ya da yalanın iktidarlaşmasıdır.

AKP artık yalanlarının konusunu oluşturan ne varsa, yok etmek zorundadır. Yani AKP, diktatöryaya mecbur ve mahkumdur.

Ve yaşadığımız tehlikenin derecesi tahmin ettiğimizden de, öngördüğümüzden de çoktur.

***

Yalanın iktidarlaşmasına itiraz etmenin, karşı durmanın yegane yolu ise…

AKP eliyle kurulan liberal-gerici ikinci cumhuriyeti alaşağı etmek…

Üçüncü cumhuriyetin, sosyalist cumhuriyet olarak kurulması gerektiğine dair inanç ve bu yolda verilecek olan mücadeledir.

[email protected]