HSY(A)K(P)

Tam 12 bin 311 hâkim ve savcı sandığa gidip oy kullandı.

Kısa adı HSYK olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeni üyelerini belirlemek için.

Akşam oldu. Sandıklar açıldı.

Televizyonların alt yazılarında, habercilerin canlı bağlantılarında tek bir cümle: HSYK seçimlerini AKP kazandı!

***

Siyasi partiler HSYK seçimlerine mi katıldı?

CHP, BDP, MHP bir üye bile kazanamamış mı?

85 siyasi partinin bulunduğu ülkemizde HSYK seçimlerini sadece AKP mi kazanmış?

Diğer partilerin tamamı mı kaybetmiş?

Vah vah!

Bu soruların hiçbiri sorulmadı. O gece ve takip eden günlerde, HSYK seçimlerine dair haberlerin, bu dille sunuluş biçimine hiç kimse itiraz etmedi.

Herkesin kanıksadığı, sıradanlaşan bir gerçek vardı: Son 12 yılda her seçimi kazandığı gibi, HSYK seçimini de AKP kazandı.

Apartman yönetimi seçimlerini, sınıf başkanı seçimlerini, tüm yarışma programlarını, bütün şans oyunlarını da AKP’nin kazanacağını yakında ilan edecekler zaten.

Ve kimse buna şaşırmayacak!

***

“HSYK seçimlerini AKP kazandı” cümlesi bile, başlı başına sorunlu bir cümle değil mi?

Sadece bu cümlede bile, güçler ayrılığı ilkesinin artık sona erdiğinin ve ucube bir diktatörlüğün hüküm sürdüğünün tescili ve itirafı yok mu?

Ve ve ve hiç kimsenin bu cümleye itiraz etmeyişindeki o kahredici kanıksamışlık! HSYK seçimlerini AKP’nin kazanması gerçekliği: Taş gibi sağlam, kaya gibi somut!

HSYK ile AKP’nin iç içe girişi: HSYK adlı kurumun HSY(A)K(P) haline gelişi.

***

12 Eylül 1980 Amerikancı-Siyasal İslamcı-Faşist darbesiyle başlayan, 12 Eylül 2010 referandumuyla devam eden ve 12 Ekim 2014 Pazar günü yapılan HSYK seçimiyle zafere ulaşan bu süreç, yargı kurumunun gerici doğrultuda politize edilişidir. Bu politizasyonun AKP lehine tamamlanmasının önündeki tüm engeller geçen pazar ortadan kaldırıldı.

12 Eylül 2010 referandumunda “Hayır” diyenler bir kez daha ve yeniden ve tekrar haklı çıktılar.

Çünkü… Laik bir cumhuriyet düzeninde hâkim ve savcılar, ancak ve ancak laik, aydınlanmacı, kamucu, cumhuriyetçi düşünceyi içselleştirmiş kişilerden oluşabilir. Oluşmuyorsa, o ülkede laik cumhuriyet yoktur, yok edilmiştir.

Referandumda “Yetmez ama evet” diyen kim varsa, her biri tek tek, bu hukuksuzluğun baş sorumlusudur.

***

Bunca yok oluş arasında, bir de “Cemaat” denilen gericilik üzerinden, AKP adlı gericiliğe meşruiyet atfetmeye çalışanlar türedi. HSYK seçimlerini öyle yorumluyorlar!

Neymiş? Hâkim ve savcılar cemaatin baskısından yıldıkları için, despotik AKP islamofaşist diktatörlüğünü sığınak olarak görmüşler! Eğer öyle görmüşlerse, bu onların bağımsız cumhuriyet yargısının bir parçası olmadıklarını kanıtlar zaten. Yağmurdan kaçarken doluya tutulanlara benzerler.

Türkiye’de yargı kurumu, özellikle 12 Eylül darbesinden sonra gericilerin kontrolüne geçmeye başladı. Tıpkı poliste olduğu gibi, eğitimde ve sağlıkta olduğu gibi, içişleri teşkilatında olduğu gibi, yargıda da diğer tarikatların, cemaatin, irili ufaklı pek çok gerici yapının etkisi vardır. Cemaati eleştirmek adına, AKP’nin hâkim ve savcılarına destek verme eğilimi, ülkedeki tüm despotizme, hukuksuzluklara onay vermek anlamına gelir.

***

HSYK seçimlerinden sonra zil takıp oynayangillere bir bakın: Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek, Sevilay Yükselir, Doğu Perinçek. Hepsi birlikte AKP’nin HSYK zaferini kutluyor adeta.

HSYK seçiminden sonra Twitter’dan paylaşılan kanaatler çok ilginç.

Tayyip Erdoğan diyor ki: HSYK seçimlerinde kazanan milletimiz olmuştur, yargı bağımsızlığı olmuştur. HSYK artık vicdanları rahatlatacak bir yapıya kavuşmuştur.

Melih Gökçek diyor ki: HSYK seçimleri bitti. Sağduyu kazandı. Sonuçlar ülkemize, milletimize, yargı camiasına hayırlı olsun.

Doğu Perinçek diyor ki: HSYK seçimlerinde cumhuriyet yargısı kazandı. Türk Devrimi’nin büyük Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un hâkim ve savcıları kazandı. HSYK seçimini cemaatler ve tarikatlar kaybetti, Devrim Yasalarını uygulayacak cumhuriyet yargısı kazandı.

Sevilay Yükselir diyor ki: Ne dediysek o. Cemaat HSYK seçimini kaybetti. Kurul an itibariyle maklubecilerin elinden kurtuldu, bağımsız yargı üyelerinin eline geçti.

Çok ilginç… AKP despotizminin sopası haline dönüştürülen yargı kurumunu, cumhuriyet hukukuyla, Mahmut Esat Bozkurt’la özdeşleştirmek hayli ilginç ve trajikomik elbette.

***

HSYK seçimleriyle birlikte içine girdiğimiz durumu anlamak adına, bugünlerde okunmasının yaşamsal olduğuna inandığım bir kitabı bir kez daha okuyorum: Yüce Montesquieu’nun Kanunların Ruhu Üzerine adlı yapıtı.

Güçler ayrılığı ilkesini uzun uzadıya anlatan Montesquieu’nun şu cümleleri size birilerini anımsatıyor mu?

“Zorba yönetim, tek kişinin keyfince toplumu yönetmesidir.

Zorba yönetimde siyasal erdeme gerek yoktur şan ve şeref ise tehlikelidir, zorbalığın ilkesi ‘Korku’dur. Şan ve şeref duygusu zorba yönetime başkaldırmaya neden olabilir, onun için cesareti kıran hırsları söndüren korku gereklidir.

Zorba adına devleti yönetenlerin ve halkın korkusu yoksa bu yönetim sona ermiş demektir.

Zorba yönetimde itaat sorunu diğer yönetimlerden farklıdır. Tartışmasız, sorusuz, mazeretsiz, mutlak bir itaat zorunluluğu vardır. Bu kuralın tek istisnası dini yasalardır, bu yasalara aykırı emirlere itaat edilmez.

Zorba yönetimde yasalara da gerek olmayacaktır. Halkın korkak ve cahil olduğu bir yönetimde yasaya ihtiyaç yoktur. Her şey iki-üç fikir etrafında döner.”

Nasıl? Montesquieu 300 yıl önceden “Burjuva görünüşlü ortaçağ yaşayan Türkiye”yi tarif ediyor olmasın!

***

HSY(A)K(P) iktidarındaki bir ülkede hiç kimse laik hukuktan, yargıdan, anayasadan, parlamentodan, devletten söz edemez.

Edebiliyorsa çıldırmıştır!