Gönüllü kulluk, kirletir…

Bir televizyon reklamı hatırlıyorum. Deterjan reklamı. “Kirlenmek güzeldir” deniyordu. Elbette çamaşırlar için söyleniyordu. Çünkü çamaşır ne kadar çok ve sık kirlenirse, deterjan tüketimi o kadar artacaktı.

Kirle, pasla, tozla, terle kirlenmek belki güzeldir güzel olmasında da… “Gönüllü kullukla” kirlenmenin ne deterjanı vardır, ne de sabunu…

***

Geçen hafta hukukçu dostum Ulaş Şahan, Manisa’daki ofisinden çıkıp yanıma uğradı. Her zamanki gibi elinde bir kitap. Haftalık sahaf turunu tamamlamış, eski kitapçılarda arkeolojik kazılarını gerçekleştirmiş ve hazinesine devşirdiği nadir kitaplardan biriyle çıkageldi.

16 yıl önce İmge Kitabevi’nce yayınlanmış ama nicedir baskısı bulunmayan bir kitap: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev.

Yazarı, Montaigne’nin yakın dostu Etienne de La Boétie.

Yazar bu kitabı 1548’de henüz 18 yaşındayken kaleme almış. Prof. Mehmet Ali Ağaoğulları da Türkçeye kazandırmış.

Kitap baştan sona, insanların nasıl olup da itaat ettikleri, üstelik itaat etmekle kalmayıp boyun eğmeyi, hatta kulluk etmeyi arzuladıkları sorununu odağına alıyor. Bu sorudan ve sorundan kalkarak yol alıyor.

Etienne de La Boétie, özgürlüğün yitirilmesinin en önemli nedeninin, halk yığınlarınca “gönüllü kulluğun” içselleştirilmesi olduğunu vurguluyor. Halkın hem özgürlüğünü, hem de özgür olma istencini yitirdiğini ve bunun da baş sorumlusunun halkın kendisi olduğunu ileri sürüyor.

La Boétie şunları söylüyor: “Halklardır kendilerinin teslim edenler, daha doğrusu kendilerini ezdirenler… Kendi kendini kullaştıran, kendi boğazını kesen halk, özgürlük ve kulluk seçeneği karşısında bağımsızlığını terk edip boyunduruğu kabul etmiş ve bu kötü duruma razı olmak şöyle dursun, o durumu arzulamıştır.”

Bu durumda tiranlığın varlığını sürdürmesinin tek nedeni, gönüllü olarak kulluğu seçen, benimseyen, özümseyen ve hatta bu kulluğu arzulayıp aşık olan halktır. Bu sorunsal, emperyalist düzende insanlık ve doğa için adeta bir varlık-yokluk sorununa dönüşmüştür.

Şöyle yazar La Boétie: “Sizler gözünüzün önünde en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz.”

La Boétie, gönüllü kulluğun yerleştirilmesinde ve sürdürülmesinde devletin ideolojik fonksiyonlarının kilit bir rol oynadığını fark etmiş bir düşünür. Gönüllü kulluğun iki temel nedeni olduğunu söylüyor. Birincisi ideolojik hakimiyet, ikincisi güçsüzleşme.

La Boétie, gelenek-görenekler, toplumsal alışkanlıklar, eğitim gibi ideolojik ve kültürel yapıların insanların gönüllü kulluğu benimsemelerinde çok büyük etkisi olduğunu savunuyor. Bu noktada La Boétie, günümüz açısından çok önemli bir belirlemede bulunuyor: Bu yöntemin tam anlamıyla, boyun eğme konumundaki insanlardan sonra gelen ikinci kuşak üzerinde etkili olacağını saptıyor.

Günümüzde AKP ve sermaye diktası eliyle yaşanan gericileşme, sığlaşma, ilkelleşme, dinselleşme hepimizin bildiği bir gerçek. Şu anda yerleştirilmeye çalışılan İslamofaşist düzen eğer durdurulmazsa, eğer ortadan kaldırılmazsa, bir sonraki ve devamındaki kuşaklarda ideolojik ve kültürel etkisini tüm yıkıcılığıyla, barbarlığıyla, karanlığıyla, sömürücülüğüyle gösterecektir.

O halde derhal yapılması gereken, çok şiddetli ideolojik / siyasal / politik bir hücumla özelde AKP cenahını, genelde ise gerici / sığ / ilkel / barbar / sömürücü cenahı çökertmektir.

Bakınız şöyle devam ediyor La Boétie: “İlk başlarda, kuvvetle alt edilmişlikten dolayı ve zorlama nedeniyle (bu gericiliğe) hizmet edildiği bir gerçek. Fakat bundan sonra gelen kuşak, özgürlüğü hiç görmeyeceği ve tanımayacağı için, pişmanlık duymadan (bu gerici sisteme) hizmet eder ve kendilerinden önceki kuşakların zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir, boyun eğer. Boyunduruk altında doğan insanlar, kulluk / kölelik içinde büyütülüp eğitilirler. Bu insanlar, daha ileriye bakmadan doğdukları gibi bir yaşamı sürdürmekle yetinirler ve bulduklarından başka hakları ve malları olabileceklerini düşünmedikleri gibi, doğumlarındaki durumu doğal durumları olarak kabul ederler.”

***

Burada aklımıza, yine sahaflardan edindiğimiz ve 90’ların sonunda Yalçın Küçük’ün çıkardığı “Hepileri” dergisindeki bir yazı geliyor. Söz konusu derginin Ocak 1998’de çıkan 10’uncu sayısında Yalçın Küçük imzalı “Bir Kir Teorisi” başlıklı yazı.

Şöyle der Küçük: “Ülkemiz çok hızlı bir aptallaşma süreci içindedir. İnsanlarımız hızla aptallaştırılıyor. İnsanlarımız ışık hızıyla kirletiliyor. Aptallaştırılan insanlar, kir içinde yaşamaktan rahatsız olmuyorlar. Aptallaştırılan insanlarımız, kirlerinden pek mutlular ve sadece daha çok kir istiyorlar.”

***

Evet, yeryüzünde de haklar, “kirlilikle mutlu olmaya” doğru sürükleniyor. Çağın trajedisi bu. Bir çağ yangını bu.

İnsanlar, insanlarımız mutlular. 12 Haziran seçimlerinin sonucu çok net. Bir yanda iktidarıyla muhalefetiyle, “istikrar” adı altında mevcut durumu sürdürmeye çalışan partiler diğer yanda halkları “mücadeleye”, “boyun eğmemeye”, “itiraz etmeye”, “hayır demeye” davet edenler.

Hangi tarafın kazandığını hepimiz biliyoruz.

Biz bıkmadan, usanmadan, yılmadan… “Kirlenmek güzel değildir” demeye devam edeceğiz. Kirlenmemeye, insan olmaya ve insan kalmaya…

Gönüllü kulluğa kapılanlara elimizi uzatıp, o kirin pasın içinden onları çekip almaya devam edeceğiz.

İstemeseler de, kirden mutlu olsalar da, gönüllü kulluğa meftun olsalar da, cellatlarına aşık olsalar da…

İnatla, ısrarla, kararlılıkla…

İnsan olmaya çağıracağız.

[email protected]