Bu terazi bu sıkleti çeker mi?

Türkiye’nin bir çıkışsızlığa, kısır bir döngüye, kapısız ve penceresiz bir duvara tosladığını görmeyen var mı?

Bir ya da birkaç günde yanımızda yöremizde, sağımızda solumuzda, önümüzde arkamızda olup biten olaylara, kanıksanmaya başlanan olgulara bakarsak; zaten “Yeni Türkiye” denilen ucubenin hallerini kavramış oluruz. Ve bu hallerin bizi nereye götüreceğini.

Son iki güne bakın sadece: Bir gün ülkenin seküler diye bilinen bir gazetesinde mini etek yasaklanır. Ertesi gün bir başka gazete “yukardan gelen baskı” gerekçesiyle en eski yazarlarından birisini kovar. 2. Abdülhamit’i anlatacak diziye 12 milyon dolar harcanır. AKP adlı İslâmofaşist oluşum ülkeyi hükümet kurmadan da yönetmeyi sürdürür. Patronlar yargı kararlarını tanımadan kâr istiflemeye devam eder. Ölümler, artık sermaye birikim sürecinin asli bir unsuru haline gelir. Soma’da maden faciasından kıl payı kurtulan 36 yaşındaki işçi Rahmi, Bayraklı’da bir inşaatta ölür. Ama ille de ölür. Eskiden emekçileri sömürerek, emeklerinden çalarak sermaye biriktiren para babaları, bu yobaz, gerici, alçak rejimde emekçileri imha ederek ayakta kalabileceklerini düşünür. Sadece Temmuz’daki iş cinayeti sayısı 166, 2015 başından beri ölen işçi sayısı 971 olur. İşçiler ölür. İşçiler ölür. Ve işçiler ölür.

“Yeni Türkiye” dedikleri budur ve bu Türkiye’yi hukuken de, siyaseten de, ahlaken de, vicdanen de gayrimeşru bir hükümet yönetmektedir. Ve onun da tepesinde “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” dercesine, “başkan” olamadığı takdirde ülkeyi gözünü kırpmadan ateşe atmaktan çekinmeyecek bir “sağlam irade!” vardır.

Kan, gözyaşı, ölüm, geleceksizlik, güvencesizlik, mutlak yoksullaşma ve mutlak mülksüzleşme sarmalındaki Türkiye, gayrimeşru bir iradenin elinde yok oluşa mahkûm edilmiştir. Anayasal kurumlar devre dışıdır. Yasalar devre dışıdır. Teamüller ve gelenekler devre dışıdır. Bir kabile devletinden daha da beter halde, bırakınız 1923’ü, 1908’i; Tanzimat’ın da gerisine düşürülmüş bir alçaklaşma sürecidir yaşanan. 200 yıllık aydınlanma, modernleşme, yurttaşlaşma, laikleşme sürecinin, “rövanşlaşma” zihniyetiyle tersine çevrildiği bir yıkımdır.

Tayyip Erdoğan’ın Endonezya’daki “Bizim tek meselemiz vardır: İslâm, islâm, islâm” çıkışı, hastane odalarına seccade ve Kuran konuluşu, Başbakan Yardımcısı’nın bilinçaltının “Bir kadın olarak sus” sözüyle diline vurması, IŞİD’in okul açıp karne dağıtışı… Bunları “dini siyasete alet etmekle” açıklamak artık yetersiz. Bu ve benzeri tüm gerici, yobazist uygulamalar, fiili olarak kurulan dar mezhepçi, siyasal İslâmcı, şeri rejimin hegemonik yollarla hayatın tüm alanlarına dayatılmasıdır. Zor kullanılarak hayata gerçirilmesidir.

Anayasasında laik olduğu yazılan bir cumhuriyet rejiminde “cumhurbaşkanı” olduğu iddia olunan kişi,  "Bizim tek derdimiz var: İslâm, islâm, islâm" şeklinde konuşamaz. Eğer konuşuyorsa, o laik bir cumhuriyetin cumhurbaşkanı değil, şeri bir rejimin halifesidir.

Son 13 yılda adı konulmamış, fiili bir koalisyonu sürdüren AKP ile MHP adlı yapıların, özsel olarak birbirlerinden farklı olmadıkları belki de bininci kez kanıtlandı. Her ikisi de, farklı koşulların özgün ihtiyaçlarını gidermek için ABD emperyalizmi tarafından imal edilmiş olan iki yapı, AKP ve MHP, sermaye diktatörlüğünün en has, en sadık, en güvenilir, en kullanışlı aracıdır. Irkçı gericilik ile dinci gericiliğin yan yana, beraber, anlamlı bir bütünlük oluşturdukları, emperyalizm-TÜSİAD-Genelkurmay üçlüsü tarafından tepe tepe kullanıldıkları, gizlenip saklanamayacak bir gerçekliktir.

AKP, tarikatlara dayalı islâmofaşist sermaye diktatörlüğünün siyasal organıysa, MHP de o organın en faşist stepnesi, en gerici koltuk değneği, en yobaz müttefikidir. Ufukta değil, hemen yakında görünen ise AKP-MHP ittifakının ülkeyi sürüklediği erken seçimdir. Irkçılığı ve dinciliği kışkırtarak gerilimi tırmandırmak ve toplumda yeni bir akıl tutulması yaratarak, o atmosferde seçime gitmek!

Çünkü daha işleri var. Fiili olarak dayatıp yürürlüğe koydukları “Yeni Türkiye” rejimini, hukuksal temellere oturtmak, yasal güvenceye almak, yani “kendi gerici-yobaz sermaye rejimlerini” ilan etmek istiyorlar. Yıkılanın yerine yenisini tam olarak kuramadıklarını biliyorlar. Kuramadıkları takdirde de bunun bedelini tüm kadrolarıyla birlikte çok ama çok ağır biçimde ödeyeceklerinin de farkındalar. Süreci tamamlamak istiyorlar. Başladıkları işi bitirmek istiyorlar. Bunu yapmak için göze alamayacakları hiçbir şey yok. Karartılmış gözlerle, köpürtülmüş hırslarla, titreten korkularla her türlü hukuksuzluğu yapabilir, her türlü cinayeti işleyebilir, her türlü vicdansızlığa imza atabilirler.

AKP ile MHP’nin fiili ittifakı, Türkiye’nin dinci, mezhepçi, faşizan ve faşist güçlerinin aynı cephede toplanması anlamına geliyor. Cumhuriyet ve laiklik karşıtı, İslâmofaşist yağma ve talan düzeninin devam etmesi anlamına geliyor. Bu ülke, kendisine biçilmeye çalışılan bu deli gömleğini daha fazla taşıyamaz. Bu coğrafya, bu gerilimi, baskıyı, derin sömürüyü, vahşi yağmayı daha fazla sırtlanamaz. Laik ve rasyonel temelin yok edilerek, yerine dinsel bir zeminin kurulduğu bu yapı çökmeye mahkûmdur.

Erken seçimin de, geç seçimin de bir çare sunamayacağı herhalde artık daha iyi anlaşılmıştır. Şimdi iş, tarihin tekerleğini hızlandırmayı kendisine misyon edinenlere düşüyor. “Bir an evvel” diyenlere… Laik, aydınlanmacı, kamucu, cumhuriyetçi, ilerici güçlerin eşitlik-özgürlük talebiyle hızla örgütlenerek ayağa kalkmasından ve iktidarı almasından başka çare, reçete, çıkış gören var mı?   


[email protected]
twitter.com/_ahmetcinar_