“Boşuna mı öldüler?”

1921 yılının 28 Ocak’ını 29 Ocak’a bağlayan gece öldürülen ve Karadeniz’e atılan 15 komünistten biri de Manisalıydı: Kâzım Bin Ali.

Halk arasında “yedek subay” olarak bilinen, eski adıyla “ihtiyat zabiti” diye anılan genç bir asteğmen.

“Şimdi bu da nerden çıktı” diye soran dostlarımız olabilir.

TKP’nin 29 Ocak Pazar günü Ankara’da düzenleyeceği “Sosyalizm Kazanacak” başlıklı toplantısının davetiyesine bakarken gördüm. Toplantının temel konularından biri de “Mustafa Suphiler boşuna mı öldüler?”

Bu soru, beni kütüphaneme götürdü. Elim ister istemez Mustafa Suphi ve 15 yoldaşına dair kitapların bulunduğu bölüme yöneldi. Mustafa Suphi ve arkadaşlarına dair en sağlam kaynaklardan biri de, öldürülmelerinin ikinci yılında onların anısına çıkarılan, Osmanlıca olarak basılan kitapçık. 1923’te Moskova’da Kızıl Şark matbaasında basılan kitabın tam adı şöyle: “28-29 Kanun-i Sâni 1921, Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri.”

***

O kitapçığın içinde Ahmet Cevat imzalı yazıda şöyle denir (Günümüz Türkçesine çevirerek aktarıyorum):

“Türkiye komünistleri her sene Ocak ayının 29. günü her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, toplanmalılar ve bu ilk kurbanlarımızı hatırlamalılar. Sınıf düşmanlarımızın kimler ve nasıl gaddar, ikiyüzlü olduklarını düşünmeliler. Kesin zafere kadar (devrime kadar) açtığımız savaşa kararlılıkla devam etmeliler.

Bu büyük ihanet (Suphilerin öldürülmesi), Türkiye işçi sınıfına etkili bir ibret dersi vermeye, sınıfsal düşmanlarını tanımaya yeter de artar bile.

Türkiye bürokrat ve burjuva sınıfı, sınıfsal farkların, sınıfsal sömürünün, sınıfsal düşmanlık ve saldırıların lafını bile duymaya tahammül edemezler, sınıfların varlığını reddederler. Ve ‘Türkiye’de kapitalist sınıf yoktur, burjuva yoktur sınıfsal düşmanlık bizi birbirimize düşürür, ülkemizin gelişmesine engel olur, aramıza bu nifakları sokanlar milli düşmanlarımızdır’ derler. Oysaki kendileri sınıfsal çıkarlarını korumak için en vahşi cinayetleri işlemeye tereddüt etmezler, kan dökerler, can yakarlar, tırnak sökerler. İşte Trabzon önünde süngülenip denize atılan 15 komünist, Türkiye burjuvazisinin sınıfsal vahşetine en açık bir örnektir. Ve bu örnek tekil bir örnek değildir, benzer cinayetler devam edegelmiştir.”

***

Hani hep diyoruz ya: Türkiye’de on yıllardır meydana gelen gelişmeler, hep bu ülkenin sosyalistlerini / komünistlerini haklı çıkarmıştır sınıfsal bakış açısıyla hangi analiz yapıldıysa, hangi öngörüde bulunulduysa, tüm bu analiz ve öngörüler er ya da geç haklılığını kanıtlamıştır.

Meğer bu gerçeğin tarihi, daha da eskilere dayanıyormuş. Ta 1923’te yayınlanan kitapçıkta anlatılanlar, sonraki yıllarda tüm acılığıyla yaşanagelmiştir.

“Halkı sınıflara bölmek” suçlamasıyla ömrünü zindanlarda geçiren kim bilir kaç komünist / sosyalist gelip geçmedi mi bu ülkeden?

Yıllarca komünistleri, ülkenin kolektif bilinçaltına “ülkenin gelişmesine engel olanlar”, “halkın arasına nifak sokanlar” olarak işlemediler mi?

Yıllarca bu memleketin sokaklarında, okullarında komünist ya da komünizan, sosyalist ya da sosyalizan aydınları, profesörleri, yazarları, öğrencileri katletmediler mi?

Tüm bunlar 1923’te yazılan, Mustafa Suphileri anlatan broşürde tek tek öngörülmüş meğer…

***

Bakınız aynı yazıda daha neler deniyor:

“Türkiye’nin haram yiyici, sömürücü sınıfı ülkenin işçilerine / proleterlerine sınıfsal bilinç vermek ve sınıfsal savaşımı başlatmak için Kafkasya’dan gelen komünistleri (Mustafa Suphi ve arkadaşlarını) yok etmek istediler. Ve zaman yitirmeden kendi propagandalarına başladılar, teşkilatlandılar. Muhafazayı Mukaddesat adı altında gerici, riyakâr, iftiracı bir cemiyet kurdular. Polisler aracılığıyla bildiriler yayınlayıp dağıttılar. Esnaf dediğimiz küçük burjuvalar arasına provokatörler soktular. Proleterleri ve yoksulları sömüren bütün kesimleri, bakkalları, çakkalları, faizcileri, bezirgânları, mollaları, hocaları, askerleri, jandarmaları komünistlere can düşmanı haline getirdiler. İftirada, yalanda, küstahlıkta o kadar ileri gittiler ki, masum ama bilinçsiz kitleleri kendilerine çeviremedilerse de, tereddütte bıraktılar.”

***

Tüm bunlar 1923’te kaleme alınıyor. Henüz Adnan Menderesler yok, Demokrat Parti yok, Komünizmle Mücadele Dernekleri yok, siyasallaşan tarikatlar yok… Ama o küçücük broşürde, yirmi, otuz, kırk yıl sonra yaşanacaklar ayna gibi görünüyor.

İşte bu nedenle…

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının uğradığı saldırılar, 2000’ler Türkiye’sinde de süregeldiği için, 29 Kanun-i Sâni (29 Ocak) unutulmamalı.

Bugün, sermaye sınıfının siyasal örgütü AKP eliyle, Türkiye sosyalistlerine / komünistlerine / yurtseverlerine saldırılar sürüyor.

Sırf AKP’ye/cemaate muhalif oldukları için herhangi bir hüküm giymeden aylardır cezaevlerinde tutulan 500 civarında öğrenci var bugün.

Sırf AKP’ye/cemaate cephe aldıkları için herhangi bir hüküm giymeden yıllardır cezaevlerinde tutulan 100 civarında gazeteci-yazar var bugün.

Sırf AKP’nin/cemaatin işine gelmeyen haberler, yazılar yayınladıkları için, gazetelere ve gazetecilere açılmış 10 bin civarında dava var bugün.

29 Ocak 1921’de başlayan saldırı, bugün devam ediyor.

***

Kıdem tazminatını yok etmeye çalışarak, esnek üretim adı altında sömürüyü katmerlendirerek, istihdam büroları adı altında köleliği modernleştirerek, özelleştirmelerle bu ülkenin varını yoğunu sermaye sınıfına teslim ederek yaşanan süreç, Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katlederek başlanan süreçtir.

İşte bu nedenle her yıl 29 Ocak’ta Mustafa Suphileri anmak önemlidir.

İşte bu nedenle TKP’nin gündemine aldığı “Mustafa Suphiler boşuna mı öldüler?” sorusu boşuna değildir.

Ve işte aynı nedenle “Mustafa Suphilerin boşuna ölmediğini”, mücadelenin sürdüğünü gür bir sesle haykırmak görevdir.

Var olmaktır.

Varlaşmaktır.

***

29 Ocak Pazar günü Manisa’dan Ankara’ya giden otobüste Kâzım Bin Ali de olacak!

Tıpkı Ankara’daki toplantıda Mustafa Suphi’nin de olacağı gibi…

[email protected]