Aydınlanmaya dair…

KENTİN SESİ - MANİSA YAZILARI

Son zamanlarda “sol”, “sosyalist” ve “aydınlanmacı” konumlanışa sahip bazı gazete, dergi ve yayın organlarında ilgimi çeken bir durum var. Bu yayın organlarında kendilerine yer / köşe açılan ilahiyatçı kökenli yazarlara ve akademisyenlere rastlıyoruz.

Bu yazarların temelde söylediği şu: “Bugün AKP ve cemaat çevresinde palazlanan kesimlerin islamiyetle, Kur’an’daki ayetlerle, peygamberin hadisleriyle ilgisi yoktur. Onlar İslâm’ı kullanmaktadırlar. Oysa İslâm öyle yüce, öyle ideal bir toplum öngörür ki, AKP ve cemaat bu yoldan uzaklaşmıştır. Eski mücahitler müteahhit olmuştur, ihale peşinde koşmaktadır.”

Çok kabaca özetlenecek olursa, denilen budur.

Bu yazar ve akademisyenler, söylemlerini kanıtlamaya çalışırken de, elbette referans olarak Kur’an’daki ayetleri ve peygamberin hadislerini almaktadırlar. Kaynaklarıysa, gökten indiğine inanılan ayetler ve peygamberin söylediği varsayılan hadislerdir.

Sosyalistlerin, komünistlerin, aydınlanmacıların, sermaye sınıfının sömürücülüğünü sergilemek için, kutsal kitaplara gereksinimi yoktur.

Sosyalistlerin, komünistlerin, aydınlanmacıların, sermaye sınıfının siyasal örgütü AKP’yi ifşa etmek için ve AKP karanlığının çelişkilerini ortaya koymak için de kutsal kitaplara gereksinimi yoktur.

Sosyalistler, komünistler, aydınlanmacılar, din olgusunu elbette önemserler, ciddiye alırlar, dinin toplumu nasıl bir belirlenim altına aldığını gözlerler, sınıflı toplumlarda dinin nasıl bir işlev gördüğünü bilirler. Dinsel duyguları, egemen sınıfların ve partilerin nasıl kullandığını saptarlar. Ve dine, “toplumsal bir olgu” olarak sosyolojik bir pencereden bakarlar.

Pek çok AKP’linin “Kârun gibi” yaşadığını, AKP’ye yakın işadamlarının “deveyi hamuduyla götürdüklerini”, AKP’li belediyelerdeki ihale yolsuzluklarını tabi ki göreceğiz, ifşa edeceğiz, sergileyeceğiz. Ama bunları gösterirken “İşte kapitalizm budur”, “İşte ücretli emek sömürüsü böyle işler”, “İşte ilkel sermaye birikimi böyledir”, “İşte artı değer sömürüsü bu menem bir şeydir”, “İşte liberal ekonominin barbarlığı böylesine karanlıktır” diyeceğiz.

Sömürüyü, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri “bilimsel sosyalizmin” penceresinden savunmak böyle olur. Yoksa Kur’an’dan ayetler sıralayarak, peygamberden hadisler naklederek AKP’yi köşeye sıkıştırmak, sosyalistlerin ne işidir, ne de misyonudur! Böyle bir yaklaşım, olsa olsa “dinsel gericiliği” aklamaya yarar!

***

Tüm bunların da ötesinde… Kur’an’daki ayetleri veri alacak olsak bile, orada savunulan “yoksul sınıfları ortadan kaldırmak”, “sınıfsız bir toplum yaratmak” değildir. Kur’an’da da, hadislerde de hep “fakiri fukarayı gözetmeyi”, “onlara yardım etmeyi”, “sadaka vermeyi” emreder. Yani tam da AKP’lilerin yaptıklarını emreder. Bugün AKP zihniyeti de “sadaka kültürünü” yerleştirmeye çabalamıyor mu? Kendine bağımlı yoksullar yaratmaya çalışmıyor mu? Aslında tam da Kur’an’da ve hadislerde önerilen sistemi yerleştirmeye çalışıyorlar. Kur’an’da ticaretle ilgili pek çok ayet vardır ve bu ayetlerin bizi götüreceği yer “serbest piyasa ekonomisidir”, “liberalizmdir.”

Siz hiç herhangi bir dinin kutsal metninde “sınıfları ortadan kaldırmayı”, “eşitliği”, “eşitliğin sağladığı özgürlüğü”, “aklın özgürleşmesini” vaaz eden bir ayet gördünüz mü? Kutsal kitaplar ve hadisler, olsa olsa en fazla vicdanlı ve insaflı olmayı öğütlerler.

***

Liberal ekonomiyi ve serbest ticareti savunan bir dindir İslamiyet. Bugünkü AKP’nin öncüsü, o dönemin siyasal İslamcısı Erbakan hakkında, 1973’te Doğan Avcıoğlu şunları yazar, “Oysa MSP devletleştirmeye ve hatta devlet müdahalesine kesinlikle karşıdır. Devlet fabrikalarını özel girişime satmaktan yanadır. Erbakan 19 Ekim 1973’te devletleştirme sözü ağza alınınca yerinden sıçramış, ‘Asla! Biz devletleştirmeden hayır geleceğine inanmıyoruz. Biz özel teşebbüsçüyüz. Ticarette bir takım devlet müdahalelerinin fayda getireceğine inanmıyoruz. Fabrikaların sahibi devlet olmasın istiyoruz. Biz dış ticaretin mümkün olduğu kadar serbest olmasını istiyoruz’ demiştir. Görüldüğü üzere, renksizlerin karma ekonomiciliğinden çok daha aşırı bir özel teşebbüsçülük söz konusudur. Aşırı özel teşebbüsçülük, aşırı sömürü demektir. Bu nedenle Erbakan’ın ‘faize karşıyız’ sloganı gibi, ‘sömürüye karşıyız’ sloganı da boşlukta kalmaktadır.”

İşte bugün AKP, Erbakan’ın 40 yıl önce söylediği sözlerin, savunduğu değerlerin temsilcisidir. Bu damar, siyasal İslam damarıdır referansı Kur’an’dır, hadislerdir. Bu damara mensup kişiler, sohbetlerinde sık sık peygamberin ticaret ehli olduğunu, rızkın onda dokuzunun ticarette olduğunu, işçinin ücretini alın teri kurumadan vermek gerektiğini vurgulayıp alım-satımı / ticareti / serbest piyasayı kutsarlar.

***

Sosyalistler, komünistler, aydınlanmacılar ise kamuculuktan, planlı ekonomiden yanadırlar fabrikaların, tarlaların ve siyasi iktidarın işçi sınıfı devletine ait olmasını isterler. Bunu isterlerken de, referansları kutsal kitaplar, ayetler, hadisler değildir. Materyalist dünya görüşüdür, bilimdir, sosyalizmdir.

Dolayısıyla AKP’yi, Tayyip Erdoğanları, Abdullah Gülleri, çevrelerindeki iş adamlarını, para babalarını, lüks yaşamlarını, pahalı ciplerini, milyarlık villalarını, havuzlu köşklerini, mücevherlerini, gemiciklerini, servetlerini eleştirirken eleştiri noktası ve referans olarak ayetleri, hadisleri, peygamber döneminde yaşananları almamızın hiçbir anlamı yoktur.

Sosyalistler, komünistler, aydınlanmacılar, bugünkü sömürü düzenini, tekeller sistemini, emperyalizmi bilimsel olarak eleştirecek yeterli kaynağa sahiptirler. 1844 El Yazmaları’ndan Ücretli Emek ve Sermaye’ye kadar, Kapital ciltlerinden Grundrisse’ye kadar, Engels’in ve Lenin’in yapıtlarına kadar pek çok kaynak, zaten sömürü çarkının, emperyalizmin ve kapitalizmin ipliğini pazara çıkarmaktadır.

AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı ayetler ve hadislerden yola çıkarak eleştirmenin sonu, çıkmaz sokaktır.

Çünkü…

Sosyalistlerin, komünistlerin, bilimsel sosyalizmi savunanların işi, aydınlanmadır.

***

Geçen hafta bir takım AKP’li de hiç utanıp sıkılmadan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutladı. Oysa ki “Dindar bir nesil yetiştirmeyi” programına alan AKP’nin, Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlaması ikiyüzlülüğün en somut örneğidir.

Çünkü AKP’nin hedeflediği “dindar neslin” yaşamında özgür kadına yer yoktur. Bunu ben söylemiyorum. Kur’an’daki ayetler ve peygamberin hadisleri gayet açıktır:

1-Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. (Diyanet İşleri Çevirisi)

2-Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. (Diyanet İşleri Çevirisi)

3-Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. (Diyanet Vakfı Çevirisi)

4-Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Diyanet İşleri Çevirisi)

5-Kadınlara danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara muhalefet berekettir. (Kadınlara Dîni Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147 İbn Arrak, Tenzihü’ş Şeria II, 210)

6-Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır. (Sahihi Müslim, Salat 265 Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720)

7-Kadınlara yazıyı öğretmeyin. Dikişi ve Nur Suresini öğretin. (İbnü’l Cevzi, Mevzuat II, 269)

Yukarıdaki ayet ve hadisler ortada dururken, “dindar nesil” yetiştirmeyi hedefleyen AKP’nin Kadınlar Günü kutlaması ikiyüzlülük değil de nedir?

Öyle ya… Ya “dindar nesil” yetiştirirsin, ya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlarsın. İkisinin bir arada olması olanaklı değildir! İkisini bir arada yapıyorsan ikiyüzlüsündür!

Sözü “kadın”a getirmemin nedeni şu: AKP’yi, Tayyip Erdoğanları, Abdullah Gülleri eleştirirken Kur’an’dan ayetler / peygamberden hadisler getiren ilahiyatçı kökenli yazarlarımız, her nedense Kur’an’ın kadına bakışından dem vurmazlar. Kur’an’ın miras hukukunda erkek çocuğa iki kız çocuğun hakkı kadar miras verilmesi gerektiği ayetini pas geçerler.

Eğer ortaya çelişkiler konulacaksa, çelişkilerin tamamı konulmalıdır.

***

Bazı yazarlar Türkiye’de toplumu dinselleştirme / tasavvufa yöneltme operasyonlarını, genellikle 1946’daki Demokrat Parti iktidarıyla başlatırlar. Oysa bu coğrafyada toplumu dinselleştirme çabaları 1930’ların ortasında başlamıştır. Tam bir restorasyon dönemidir. Fevzi Çakmak Paşa’nın damadı Burhan Ümit Toprak, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin müdürlüğüne getirilmiş, Mevlana ve Yunus Emre’yi adeta yeniden “icat etmiştir.” Sadece icat etmekle kalmamış, propaganda da etmiştir.

Yunus Emre, ümmiliğin, okuma yazma bilmemenin, eğitimsizliğin, boyun eğmenin, itaat etmenin “tasavvuf sosuyla servis edilen” bir figürüdür. Aynı şekilde Mevlana da, daha üst düzeye ses yönelten ama sonuçta “ne olursan ol gel”in, “gerici pasifliğin”, “itiraz etmemenin”, “şükürcülüğün” sembolüdür. Her ikisi de yoksullara “Her türlü mal mülk, zenginlik onların olsun / size Allah yeter, cennet yeter” demektedir. İtirazsızlığın, pasifize olmanın, itaat etmenin faziletlerini “dindar nesillerin” ve “yoksul kitlelerin” bilinçaltına yerleştirme operasyonudur hepsi.

Ve dikkat edilirse Yunus Emre de, Mevlana’da “çöküş” ve “kaos” dönemlerinde çıkagelirler. Her ikisi de bir çöküş devrinde, Anadolu’daki Moğol istilası döneminde palazlanmıştır. Yunus Emre ve Mevlana, yine Anadolu’da başka bir kriz, çöküş, dekadans döneminde, yani mütareke döneminde çıkagelmiştir. O dönemde, yani 1918’de Yunus Emre’yi Fuat Köprülü yeniden dolaşıma sokmuştur. Yunus Emre adeta yeniden keşfedilmiştir. İhtiyaç keşfin anasıdır. Çünkü Yunus Emre, Mevlana gibi figürlere ihtiyaç duyulmuştur.

Hiçbir şekilde ilericilik adına Yunus Emre ve Mevlana savunulamaz. Hem dinci gericileşmeyi bir tehlike olarak görüp, hem Yunus Emre’yi savunmak çelişkinin daniskasıdır.

Şimdilerde AKP zihniyetini eleştiren bazı “sol” referanslı yazarlarımız, politikacılarımız, eleştirilerini dillendirirken Yunus’tan ve Mevlana’dan örnekler verip dizeler okuyarak AKP’yi mat etmeye çalışmaktadırlar. Oysa ki AKP’nin yetiştirmek istediği nesil, tam da Yunus Emre ve Mevlana takipçisi bir nesildir: Herkese ve her kesime aynı hoşgörüyle bakan, itiraz etmeden boyun eğen, diyalog ve empatiden beslenen, her naneden pozitif enerji çıkarabilen, sürekli gülümseyen, devamlı şükreden, sağ yanağına tokadı yiyince sol yanağını da uzatan, uyumlu ve de eğimli, her iktidara lâzım evladiyelik bir nesil!

***

Hayır hayır…

Sosyalistlerin, komünistlerin işi, aydınlanmadır! Aydınlanma ise insanlaşmakla, aklı kullanmakla, düşünmekle, soru sormakla, itiraz etmekle, hayır demekle, gerektiğinde öfkelenmekle eşanlamlıdır. Deneyle, sınamakla, deneyip yanılmakla, bilimle eşanlamlıdır. Matematikle, fizikle, tarihsel materyalizmle eşanlamlıdır.

Aydınlanmacılar, kimsenin kişisel inancına, ibadetine karışmaz ama yaratan, üreten, düşünen, paylaşan, dayanışan, mücadele eden, kendini gerçekleştiren “yeni insanı” yaratmaktan da bir adım bile geri durmaz.

Madem ki işimiz aydınlanmadır, işimize bakalım…

[email protected]