Hiçbir şeyi koruyamazsın Yusuf Tekin. Aksine biz çocukları sizin temsil ettiğiniz piyasacı ve tarikatçı zihniyetten koruyacağız.

Yusuf Tekin bir buçuk milyon liseliyi 'sanayiye verdi'

Türkiye’de çok erken yaşlarda hayata atılmak ve daha büyük sorumluluklarla yüzleşmek zorunda kalan çocukların sayısı giderek artıyor. Artık bırakalım lise öğrencilerini, ortaokullular dahi sokaklarda kendilerine yöneltilen siyasi sorulara verdikleri derli toplu, aklı başında yanıtlarla gündeme oturup insanları şaşırtıyorlar. Yani ülkemizde çocukların politik aklı da şaşırtıcı bir hızda serpilip gelişiyor. Elbette çocukluklarını yaşayamamalarıyla ilgili bir gelişme bu.

Bugünlerde özellikle söz konusu MESEM olduğunda meselenin aynı zamanda çocuk işçiliğin yasallaşması olduğunu, bunun kabul edilemezliğini biliyoruz bilmesine ama o MESEM’li kardeşlerin bu bildirileri, köşe yazılarını, sosyal medya duyurularını okuduklarında “biz artık çocuk değiliz” dediklerini de duyar gibi oluyoruz. Haklılar, bunları okuyor, hakları için mücadele etmenin yollarını arıyor, iş yerinde örgütleniyorlar. Bunlar çocuk işleri değil elbette. Dolayısıyla biz bu örgütlenmenin bir ucundan tutarken, mücadelenin parçası olurken, MESEM’lilerle yan yana gelirken bazen “liseli işçi” diyeceğiz. Ama çocuk işçiliği unuttuğumuzdan değil. Meselenin belki de en yakıcı boyutunu oluşturduğu için ve gözü dönmüşlüğü, barbarlığı, hukuk tanımazlığı da gösterdiği için MESEM’in çocuk işçilik olduğunu unutmayacağız, yine en başa yazacağız.

Türkiye’de MESEM’ler aracılığıyla çocukluğun öğütüldüğü, lise öğrencilerinin kimi açılardan yetişkinlerden daha ağır sömürü koşullarında çalıştırıldığı ve bazen de çarkların arasında kalıp hayatlarını yitirmelerinin doğal karşılandığı bir sistem yerleşik hale getirilmek isteniyor. Liseliler o çarkların arasına girdiklerinde çocuklukları ellerinden alınmak isteniyor. Meslek sahibi olmanın, ekmek parasının, canının derdine düşüyor bir kısmı. Erken yaşlarda daha büyük sorumluluklar almak zorunda kalıp bu sorumlulukların getirdiği dertlerle yüzleşiyorlar. Yoksul çocukları için durum hep böyle değil miydi, diye sorulabilir elbette. Doğrudur, erken yaşta büyük sorumluluklar altına girmek zorunda kalan çocukların ülkesiydik önceden de. Fakat şimdi Türkiye toplumu hızla daha büyük bir yoksulluğun içine çekilmekteyken bu çocukların sayısı da aynı şekilde artma eğilimi gösteriyor. Yani giderek daha fazla işçi çocuğu gözünü açar açmaz kendisi de işçileşiyor. Bu çocukların geleceklerine dönük plan yapacak, ilgi ve yeteneklerini keşfedecek, istek ve beklentilerini sıralayacak ne vakti oluyor ne de fırsatı…

MESEM’in işte bu yoksullaşma koşullarında ve doğal olarak buna zıt yönde gelişen sermaye sınıfının doymak bilmez büyüme hevesini tatmin etmek üzere eğitim cephesinden sağlanan eşsiz bir destek anlamı taşıdığı rahatlıkla görülebilir. Kapitalist barbarlığın içinde çocukların yüzleşmek zorunda kaldığı ağır sömürü koşulları, kötü muamele ya da yetişkinleri ilgilendirmesi gereken bir dolu başka dert MESEM aracılığıyla norm haline getirilmiş oluyor. Hatta artık iş cinayetleri de milli eğitimin sorumluluğunda ve örgün eğitimin içinde işlenmiş oluyor!

MESEM’lere kayıtlı öğrenci sayısı 2023 yılında önceki yıla göre 400.000 civarı artış göstererek 1.405.663'e ulaşmış. Yani 1.405.663 öğrenci bir gün okula dört gün işe gidiyor. Geçtiğimiz dönem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın açıkladığı Çocuk İşçiliği ile Mücadele Programı’nda çocuk işçiliğinin nedenleri arasında sayılan “çocuk iş gücüne yönelik işveren talebi” maddesi geliyor aklımıza. Yani çocuk işçi denince patronlar kulübünün ağzının sularının hep aktığı… Ve Milli Eğitim Bakanlığı durur mu hiç? Madem çok istiyorsunuz buyurun, deyip eski işçi pazarlarındaki komisyoncular gibi peşkeş çekiyor liselilerin emeğini patronlara. MESEM olsa da olmasa da sanayi hep çocuk işçi kaynamıştır. Ama MESEM yukarıda da değindiğim gibi, bu işi kanunileştirip, derleyip toplayıp bir paket halinde en tepedekilerin de kullanımına açıyor. TÜSİAD’ın alkışlarıyla, çocukların sömürülmesine dayalı bu sistem memleket meselesi olarak hayata geçmiş oluyor. Böylece Türkiye kapitalizmi “milli eğitime” emanet edilen çocukların çocukluklarına el koyuyor. Hem de çok cüzi bedeller karşılığında…

MESEM’li bir buçuk milyon liselinin bir kısmı asgari ücretin %50’sini diğer bir kısmı ise ancak %30’unu ücret olarak alabiliyor. Başka işçilere 5 çalışma gününde tam asgari ücret vermesi zorunlu olan patronlar için 4 gün çalıştırdıkları liseliler üzerinden sağlanabilen bu kazanç büyük bir lütuf. Ama burada da kalmıyor. Liseli öğrenciler için tabi ki sendika falan yok, sigorta masrafları deseniz, devletten. Yüzlercesi kaza geçiriyor, iş cinayetlerinde ölenler oluyor, sorumluluk Bakanlığın. Bakan deseniz sermayenin önüne uzanmış yatıyor… Bir gerici müfredat vardı da bu kadar da olmaz demişti hani laik olduğu iddia edilen sermaye grupları. İşte onların önüne yatıyor Milli Eğitim Bakanı. 4+4+4 sisteminde zorunlu eğitimin bir parçası olan son 4’ü patronlara hediye ediyor. Hangi patron kendisine yapılan bu hizmetleri görmezden gelebilir?

İşte durum böyle. Yüksek öğretimin anlamsız hale getirilmesi sonucu işe girmek için üniversite diplomasını nasıl iptal ettireceğini düşünmek zorunda kalan üniversite mezunları olduğundan bahsetmiştik. Lise öğrencilerinin MESEM’lere yönelmesi de işte böyle bir tablonun ürünü oluyor.
‘5 gün okula gitsem de aldığım eğitim ortada, en azından cebime harçlık girsin’ diye düşünülüyor.
‘Ne de olsa aynı sınava girme hakkım olacak, şansımı denerim’ deniliyor.

MESEM’li haftada 1 gün okula giderken diğer liselerdeki öğrenciler haftada 5 gün okula gidiyor. Ama MESEM’li bunu önemsemiyor.

‘5 gün de gitsem çalışmak zorundayım, eşit koşullarda değilim, şansım aynı’ diye bakıyor. Bu düzen daha baştan en temelden çürümüş olduğu için de kendisi için en makul olana yöneliyor. Sizce haksız mı?

Bir kez daha üzerinden geçelim:

Eğitimin başındaki Yusuf Tekin para babalarıyla el ele verip milyonlarca öğrencinin kulağından tutuyor ve ‘okuyacaksan oku okumayacaksan sanayi orada’ diye tehdit ediyor.

Bu tehdide karşı koyamayacak, seçme şansı olmayan ve koşulları el vermediği için okuyamayacak 1 buçuk milyon öğrenciyi alıp sanayiye veriyorlar.

Bırakın 18’i, 15 yaşın altında çocuklar sanayide üç otuz paraya çalıştırılıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın ön gördüğü 12 yıllık zorunlu eğitim programı içinde 1 yıl içinde 12 çocuk çalışırken ölüyor.
Ve kendi sorumluluğundaki 12 çocuğun ölümüne seyirci kalan Bakan çıkıp kürsülerde boy gösteriyor, bağımsız eğitim sistemi diyor, çocuklarımızı dijital faşizmden koruyacağız diye afili laflar ediyor.

Hiçbir şeyi koruyamazsın Yusuf Tekin. Aksine biz çocukları sizin temsil ettiğiniz piyasacı ve tarikatçı zihniyetten koruyacağız.

Liseliler de bu mücadelenin en ön saflarında olacak!