'Meclis’te ortaya çıkacak olan tablo, AKP’den kurtuluş anlamına gelse bile AKP rejiminden kurtuluş anlamına gelmeyecek.'

Listeler: Kimler kimlerle beraber?

Sadullah Ergin… 2009-2013 yılları arasında Adalet Bakanı… Dönem, “vesayetle mücadele” dönemi… AKP ve o dönemki ortağı Gülen Cemaati devletleşmenin, devlet aygıtını ele geçirmenin yolunun düzmece davalardan geçtiğine karar vermişler. Cemaat’in yargı ve emniyetteki kadroları bu iş için biçilmiş kaftan. Ardı ardına operasyonlar yapılıyor, ardı ardına gözaltı ve tutuklamalar…

“Beş benzemez”in aynı çuvala doldurulup bir araya getirildiği davalardan “Ergenekon” adlı hayali bir örgüt yaratılıyor, “derin devlet” çıkartılıyor, güya derin devletle, vesayet güçleriyle hesaplaşılıyor ama aslında rejim inşası için zemin düzleniyor, devletin yeni sahipliği için eski sahiplerinin tasfiye edilmesi gerekiyor. Ergin, bakanlık koltuğunda ve bu operasyonların en tepesinde… İşte bugünlere böyle geliniyor, AKP rejimi böyle kuruluyor, AKP böyle devletleşiyor. Yolu Ergingiller açıyor.

Ve bugün, sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, “AKP’den kurtuluş” adına kurulan masalardan Sadullah Ergin’ler çıkıyor. Ergin şimdi CHP listelerinden DEVA Partisi’nin milletvekili adayı. Hem de Ankara Birinci Bölge’den.

Ergin bakanlık koltuğunda görevini yerine getiriyor ama toplumun da ikna edilmesi şart. İşte bunun için liberal kalem erbabının devreye girmesi gerekiyor. Yargıyı bütünüyle Gülen Cemaati’ne teslim edecek olan 2010 referandum süreci “12 Eylül’le hesaplaşma” yalanıyla yürürlüğe sokuluyor. Fethullah Gülen’in “gerekirse ölüleri mezarından kaldırıp oy kullandırın” diyecek kadar önem verdiği bu referandumun “yetmez ama evet” sloganında vücut bulan kampanyasının başını liberaller ve liberal solcular çekiyor. Her yerde darbecilerle hesaplaşma, vesayetten kurtulma, demokratikleşme masalları anlatılıyor.

O liberallerden ikisi… Hasan Cemal ve Cengiz Çandar… Doğrudan söylememizde bir sakınca bulunmuyor; ikisi de dönek, ikisini de kariyerlerini geçmişlerine, yani sosyalizme küfrederek yapıyor, geçimlerini böyle sağlıyorlar. Zamanında ikisi de Özal’a büyük hayranlık duymuş, onun piyasacı ekonomi politikalarına övgüler düzmüşler, “tarihin sonu” zırvasının Türkiye mümessilleri olmuşlar.

Özal’dan sonra aradıkları lideri Erdoğan şahsında buluyorlar. Kalemlerini “vesayete karşı” AKP- Cemaat ortaklığına sunuyorlar, Abant Platformu toplantılarının gediklisi oluyorlar. Erdoğan Hasan Cemal’den “Hasan abi” diye söz ediyor, uçağına alıyor. Çandar ise Suriye işgalinin en ateşli savunucularından. 90’ların başlarında “yeni-Osmanlıcılık” üzerine yazılar döktürdüğü için bu meselelerin yabancısı değil zaten. Ve elbette her daim Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarının has temsilcisi, işgal reklamcısı. Suriye’nin “özgürleştirilmesi” projesinde Kürtlere de bir rol biçiyor, Şam’a TSK ile YPG’nin birlikte yürünmesinin hayallerini kuruyor. O esnada bir yandan da TESEV’e ve aslında iktidara “dağdan iniş” raporları yazıyor. Silahsızlanmaya PKK’nin “şahin kanadı”nın itiraz edeceğini, çünkü “solcu, Kemalist ve Alevi” olduklarını söylüyor.

Ve bugün, sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, bugünlere gelmemizde hiç payları yokmuş gibi, asıl Kürt düşmanı bunlar değilmiş gibi, tek bir özeleştiri vermedikleri halde “tek adama karşı verilecek demokrasi mücadelesi” adına, hatta solculuk adına Hasan Cemal’ler, Cengiz Çandar’lar, Sadullah Ergin’lerle birlikte sahaya sürülüyor. Yetmiyor, eşi dünün namlı trollerinden olan, Sivas Katliamı’nın yıldönümünde sosyal medyadan provokasyon yapan, kendisi de zamanında Emine Erdoğan’ın özel kalem müdürlüğünü üstlenmiş Sema Silkin Ün ittifak çatısı altında Meclis’e sokulmak isteniyor.

“Tek adamdan kurtuluş” adına önümüze konulan reçete böyle; “tek adam”ın adaylarını ise zaten biliyoruz: Aday gösterildiği yer itibariyle Hizbullah’ın legal uzantısı HÜDA-PAR’ın genel başkanının Meclis’e girmesi garanti görünüyor örneğin. Doğan Öz’ün katili İbrahim Çiftçi ise halen MHP MYK üyesi olarak devam ettirdiği kariyerine milletvekili olarak devam edecek çok büyük bir sürpriz olmazsa. Buna “koruma kalkanı”na alınmak için vekil yapılan bakanları, tarikatların, cemaatlerin, sermayenin temsilcilerini ekleyin, manzara tamamlanıyor, ortada korkunç bir tablo var.

Evet, belki Meclis’e “düzgün”, liyakat sahibi, kamu yararını gözetecek insanlar da girecek, işlerini en iyi şekilde yapacaklar elbette ama bu yine de Meclis’in bileşiminin Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan pek farklı olmayacağını gösteriyor. AKP’ye karşı eski AKP’liler, MHP’ye karşı eski MHP’liler, CHP’ye karşı eski ulusalcılar ve envai çeşit halk düşmanı Meclis’teki yerini alacak. Meclis’te ortaya çıkacak olan tablo, AKP’den kurtuluş anlamına gelse bile AKP rejiminden kurtuluş anlamına gelmeyecek.

20 yılın sonunda gerçek bir halk muhalefetinin inşa edilemeyişinin, işçi hareketinin, öğrenci hareketinin yükselmemesinin, Gezi’den geriye çok az şey kalmasının sonucu, kurtuluş adına toplumun geniş kesimlerinin bugünkü tabloya razı olmasını beraberinde getirdi. AKP’nin gidişine yönelik nedenleri gayet anlaşılabilir olan bu yoğun arzu, AKP-sonrasında ne olacağı sorusunu kitleler nezdinde geçersiz, hükümsüz hale getirdi. Bu soruyu sormaya devam edenlere ise adeta meczup gözüyle bakılmaya başlandı.

Bugün gelinen nokta itibariyle toplumun içinde bulunduğu ruh halini ve kurtuluş arzusunu radikal bir şekilde değiştirmek mümkün değil. Zaten bu yüzden artık Türk tipi başkanlık için bir referanduma çoktan dönüşmüş 14 Mayıs seçimlerinde “bir oy AKP gitsin diye” verilecek diyoruz. Ancak biz politik yatırımımızı bu ruh halinin ve kurtuluş arzusunun gerçekleşmesinin mücadelenin bir sonraki safhasına geçiş ihtimalini güçlendirmesine yapıyoruz. Halkın kendi gücüne güvenme, daha fazlasını isteme, siyaset sahnesine çıkma potansiyelini burada görüyoruz. AKP’siz AKP rejiminin, Altılı Masa’nın, restorasyonun, ortaya çıkacak Meclis tablosunun kefaletini üstlenmiyoruz, onlara herhangi bir şekilde kredi açmıyoruz.

Tam da bu yüzden diğer oyu, kimsenin gölgesinin düşmediği bağımsız bir sol siyaset iddiasına, kendi öz gücüyle siyaset sahnesinin etkili bir aktörü olma çabasına, solun yok edilmek istenen değerlerine, yani bağımsızlığa, antiemperyalizme, laikliğe, ABD/NATO karşıtlığına, kamuculuğa, toplumculuğa, halkçılığa, planlı bir ekonomiye, her biri işçi, emekçi olan adaylara, yani doğrudan sosyalizme istiyoruz.

Sosyalizme verilecek her oy, 14 Mayıs sonrası iktidarda kim olursa olsun, halkın onunla mücadelesine bir tuğla koymak, yan yana gelmek, çoğalmak, kolektif bir gücü inşa etmek anlamına gelecek. Matematik hesapların, pazarlıkların, şovun, gösterinin ötesinde uzun vadede elimizde kalan şey de zaten bu olacak.