Kurtlu çözüm kutlu olsun, diyecek bir şey yok. Yalnız buradan Türk ve Kürt halkının yararına bir şey çıkmayacağını akıldan çıkarmamak gerek.

İpsiz Devlet’in kurtlu açılımı

MHP’nin başı Devlet Bahçeli çok değil 3 yıl önce, 2021’de, “Kürt sorunu yoktur; HDP'yi meşru organ görmek, PKK'yı muhatap almaktır”, diyordu. HDP, PKK'nın mazbata almış maskeli haliydi. Söyledikleri tutarlıydı; Sorun yoksa, PKK veya HDP neden muhatap alınsın?

O arada “PKK’nın maskeli hali” kılık değiştirdi, Dem Parti oldu. Ne olduysa ondan sonra oldu. Bahçeli, “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin” dedi birkaç gün önce. Böylece hem Dem Parti’yi hem de Abdullah Öcalan’ı muhatap kabul etmiş oldu. Tabii “örgüt” olarak kodlanan PKK da artık muhataplar arasındaydı. Peki bu durumda “sorun da var” demiş oldu mu, bilmiyoruz. 

MHP, 1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınlarından beri sorunun taraflarından biri. Taraf ama inkâr ve çözümsüzlük tarafı. Her şeye rağmen bu silahlı kalkışmaya karşı tepkileri kontrol etmekte, devlet açısından, faydalı bir işlev üstlendiğini biliyoruz. Şöyle özetleyelim; MHP sorunun bir iç savaşa dönüşmemesi için devletin emrettiği gibi davranmıştır. Tepkileri hep kontrollüdür. Politik pozisyonu söylemde radikal, pratikte itidalli davranmak üzerine kuruludur. MHP, kuruluş amacına uygun olarak, sokağı devlet adına kontrol etmiş, tutmuştur. 

1990’lı yıllardan beri gazeteci kulislerinde “Kürt sorununu MHP’ye çözdürecekler” şakası yapılıp dururdu. Devlet Bahçeli buna ciddiyet kazandırmak için en önemli adımını atmış oldu. Her fırsatta ortaya attığı idam ipini bu kez kaldırıp duvarına astı. Artık İpsiz Devlet’tir. Ama lazım olursa yine indirir, dediği budur. 

İpine takılmayın, Devlet Bahçeli bu konuşmasıyla yeni bir masa kurulması için yolu açmakla kalmadı, oluşacak tepkileri ve tabii partisini de yoldan çekmiş oldu. Düzene büyük hizmettir. 

***

MHP, Kürt kimliğinin varlığını inkâr eden resmî görüşün en harareti savunucusu. Kürtleri Türk kabul etme politikasıdır bu. Devletin “Kürt teorisi” de MHP’nin çevresindeki akademisyenler tarafından geliştirildi. “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü” çevresinden Bahattin Ögel ve sonradan MHP milletvekili de olan Abdulhaluk Çay’ın başını çektiği bir teorisyenler gurubu Kürtlerin, kimi dilsel ve sosyo-kültürel özgünlükleri bulunan Türk boyları olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Kürtler dilce Kürtleşmiş Türkmenlerdi. Çözüm, kendini Kürt zanneden bu toplulukların Türk kimliğine ve “Türklüğe mensubiyet şuuru”na geri kazandırılmasıydı. “Kürt Türkleri”, evet bu da bir MHP icadıdır, önünde sonunda Türkleşecek ve sorun ortadan kalkacaktı. 

Bu MHP’li çözüm girişiminin en ilginç sonucu Newroz’un sahiplenilmesi oldu. İslam öncesi inançların bir bakiyesi olan Nevruz, aslında “Türk Ergenekon Bayramı”ydı. Kürtlerin veya Şii-Kızılbaşların bu bayramla bir ilgisi yoktu. Devletin yüksek bürokratların ateş yakıp üzerinden atlaması türü tuhaflıklar bu tezin yayılmasından sonra görülmeye başladı.

Öyle veya böyle MHP Kürt Sorununda sadece teorik olarak değil pratik olarak da saf tuttu. PKK kalkışması ile mücadele amacıyla kurulan Özel Tim’in MHP’nin arka bahçesi haline dönüştürülmesinden biliyoruz, MHP, 1984’ten beri PKK ile silahlı çatışma halindedir. 

***

İpsiz Devlet’inkinden bir önceki açılımı AKP’nin adıyla anıyoruz. Çözüm-açılım süreci veya demokratik-Kürt açılımı, o açılımın bakiyesi. Açılım girişiminin ilk işareti Recep Tayyip Erdoğan'ın, 2005'teki, Diyarbakır konuşmasıyla verilmişti. Sonra iki taraf arasında o tarihten itibaren gizli görüşmeler yürütüldüğünü öğrendik. Oslo’da, 2009’da, MİT ve PKK temsilcileri bir araya gelmişler, bir yol haritası üzerinde anlaşmışlardı. AKP-HDP yakınlaşması bunun getirisi oldu. Devlet “akil adamlar”la halkı ikna etme operasyonu bile yaptı. Ancak Haziran direnişi iktidarın o güçlü görünümüne kesin bir son vermişti. Nihayet, 2015 Ceylanpınar saldırısı sonrası süreç sona erdi ve her şey başa döndü.

***

Bu konuda ilk adımı Turgut Özal’a borçluyuz. ABD’nin Irak’ı ele geçirme niyetinin farkında olan “pragmatik” Özal, bunu kendisi için tarihi fırsat olarak görüyordu. 1991-1993 döneminde Kürt sorunu konusunda attığı adımlar, “bu tarihi fırsatı” değerlendirmek içindi. Kürt kartını kullanarak Irak’ın işgalinde rol üstlenecek ve karşılığında Musul ve Kerkük’ü alacaktı. “Üç koyup beş alacağız” diye ifade ediyordu amacını. 

Irak Kürtleri ile Türkiye Kürtlerinin akraba olduğunu o hesapla hatırladı. Talabani ve Barzani ile ilişkilerini o hesapla iyileştirdi. Devletin en yüksek katından “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklamasını o hesapla yaptırdı. Özal, içeride de bir çözüm gündemi açması gerektiğini biliyordu. İlk adım Kürtçenin kullanımının serbest bırakılmasıydı. Gerekirse “federasyon kurulabileceğini” dile getirmekten çekinmiyordu. Tabii federasyon fikrini Kürtlere yönetim hakkı tanımak niyetiyle değil, Kuzey Irak’ı Türkiye’ye katmak amacıyla dillendirmekteydi. 

Ancak Özal’ın her “barışçıl” adımını bir şiddet dalgası izledi. “Double track”i tercih ediyordu, elini uzatırken alttan tekmeliyordu. Planı PKK’yı vururken PKK’ya verilen halk desteğini kesmeye yönelikti. Asker ve polise aşırı yetkiler veren Olağanüstü Hal, 1987’de, onun döneminde ilan edildi. Faili meçhullerle ve işkenceyle özdeşleşen Özel Tim onun tarafından kuruldu. Bölgeye “istenmeyen gazetecilerin” girmesini engellemek üzere çıkarılan “sansür ve sürgün kararnameleri” onun icadıydı.

Öcalan’ın, 1999’da, bağımsız Kürdistan fikrinden vazgeçip federasyon, hatta özerklik şıklarını dışlayan bir uzlaşma-bütünleşme projesini, demokratik cumhuriyet, ortaya atması esas olarak bu girişimlerin verimiydi. Devletin sorunu çözmek için adım atacağına inanıyordu. Tabii devlet deniz anası gibidir, görürsünüz fakat elinizle tutamazsınız, dokunamazsınız. 1999’da yakalandı, neredeyse 25 yıldır kapatıldığı adada tecrit altında o adımın atılmasını bekliyor. 

***

Tabii, hiç gelişme olmadı diyemeyiz. Emperyalizmin Suriye’yi iç savaşa sürükleyişi PKK açısından umulmadık bir fırsat yarattı. Rojava ile Türkiye’deki Kürt hareketi arasındaki organik bağlar, meseleyi yeni bir zemine taşıdı. Irak’ın kuzeyinde Barzani’nin kazanımları, Suriye’nin kuzeyinde PKK tarafından tekrarlanabilir, Kuzey Suriye’de bağımsız bir Kürt devleti kurulabilirdi. Bu, PKK’nın ilgisini Güneydoğu bölgesinden Suriye içlerine yöneltmesi anlamına geliyordu. Böylece PKK’nın mücadelesi ilk kez ete kemiğe bürünme şansı yakaladı. Bu şans Türk devleti için bölünme korkusunun daha da artması ile sonuçlandı. Kürt sorunu, sahada, başka bir evreye geçiyordu. Kobani ve Hendek olayları, bu geçişin sancılarıydı. Böylece PYD’ye ulaşmış oluyoruz. 

***

PYD-Demokratik Birlik Partisi, 2003'te, Suriye'de kuruldu. Kuruluş bildirisinde PKK lideri Abdullah Öcalan'ın ifadelerine de yer veriliyor, Suriye'nin kuzeyi için “kutsal Rojava” deniliyordu. 2011'de Suriye'nin işgali başladı, ülke içindeki her gurup silahlanıyor kendi ordusunu kuruyordu. PYD de, 2012'de, silahlı örgütünü oluşturduğunu duyurdu. YPG-Halk Savunma Birlikleri böyle ortaya çıktı.

Suriye ordusu daha savaşın başında kuzeyden çekilince YPG savaşmadan hakimiyet kurmuş oldu. 2013'ten itibaren Suriyeli muhaliflerle savaşarak topraklarını genişletti. 2014'te Kobani, Kamışlı ve Afrin'de özerklik ilan etti. IŞİD saldırısı o günlerde geldi, yardımına ABD koşmuştu. YPG’yi ABD silahlandırıyordu artık. 

O yıllarda PKK ile yürütülen çözüm süreci de devam ediyordu. PYD'nin o dönemki lideri Salih Müslim, Türkiye'ye birkaç kez gelerek yetkililerle görüştü. Ancak Ankara, YPG'nin PKK ile aynı örgüt olduğunda ısrar ediyordu. Buna rağmen YPG’ye ABD desteği kesintisiz sürdü. 

2015'te Türkiye'deki çözüm süreci sona erdi, Türkiye, YPG'ye karşı tutumunu sertleştirdi. Bunun üzerine ABD Türkmen, Arap ve Süryani grupları da işin içine katarak YPG'nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri'ni- SDG’yi kurdu.

Türkiye'nin Suriye stratejisinde en önemli tehdit olarak gördüğü YPG artık NATO üyeleri de dahil birçok ülke için IŞİD’e karşı savaşın en önemli aktörü. Avrupa ve ABD'de siyasi kanadının temsilcilikleri var. Haliyle topraklarını Suriye içlerine doğru genişletmek isteyen Türkiye karşısında dişli bir rakip buldu. Üstelik rakibinin Türkiye içlerine uzanma, operasyon yapma gücü var. TUSAŞ saldırısında asıl korkulan yan bu. Zaten Erdoğan da “Teröristlerin Suriye’den sızdıkları kesin” diyerek Suriye’yi işaret etti. Ordu da saldırının ardından namlularını Suriye sınırına doğrulttu. “Öcalan Meclis’te konuşsun” çıkışı bir telaşın, bir acil durumun işareti mi, yoksa planlı devlet tatbikatı mı bilemeyiz. Ama şurası kesin, devlet açısından Suriye’nin kuzeyinde Kandil’den daha tehlikeli bir oluşum var.  

Yani TUSAŞ saldırısı Kürt sorununda kartların yeniden dağıtıldığını bir göstergesi. Türkiye elinde kalan kartların sayımını yapıyor ve açılımın zorunlu olduğunu görüyor. Kaybetme ihtimali yüksek olmasa ip toplamayacağını, hele bunu Devlet Bahçeli’ye yaptırmayacağını biliyoruz. Devlet Bahçeli ipini toplayarak oluşacak tepkileri ve tabii partisini de yoldan çekmiş oldu. İlk ve en büyük desteği ülkücü mafyadan almasını rastlantı sayamayız. Düzene büyük hizmettir. 

***

Öyle veya böyle, ipli veya ipsiz, işte Devlet bu. Barış yapılacaksa onlarla yapılacak, adım atılacaksa onlarla atılacak. 

Kurtlu çözüm kutlu olsun, diyecek bir şey yok. Yalnız buradan Türk ve Kürt halkının yararına bir şey çıkmayacağını akıldan çıkarmamak gerek. Devlet ipini toplamışsa, mutlaka başka bir hesabı vardır. Not ediyoruz; Karamsar olalım diye değil umutlar bir kez daha kırılmasın diye…