Çürüyeni kaldırıp atacağız, yıkılanın yerine yenisini kuracağız; insanın ve toplumun daha ahlaklı, daha ışıklı olmasını sağlayacağız. Her köy, her kadın, her çocuk ayağa kalkacak. Başka yolu yok!
Çürüme, tabii organik maddelerde, maddenin daha basit formlarına ayrıldığı süreç olarak tanımlanıyor. Demek ki çürüme ile ayrışma arasında bir bağ var. Görüyoruz, çürüyoruz ve ayrışıyoruz; bu, çürüyenin ve ayrışanın bir daha bir araya gelip bir bütün oluşturamayacağı anlamına geliyor. Ölüme yuvarlanma halidir. Çürüyen ve ayrışan kaçınılmaz olarak çöküyor. Demek ki çürümenin sonu mutlak yıkımdır. Yıkımın temelinde ayrışma, birliğini-bütünlüğünü kaybetmek var. Siyasetin diliyle söyleyelim; toplum ayrışınca veya çürüyünce devlet çöküyor. Çürüme varsa çöküş kaçınılmazdır.
Piyasalaşma ve dinselleşme, çürüme ve çöküşün bulabildiğimiz iki temel nedeni. İnsanlığı bunlarla çürütüyorlar. Fakat bunları da birbirinden bağımsız iki ayrı etken olarak ele alamayız. Piyasalaşma dinselleşmenin veya dinselleşme piyasalaşmanın sonucudur. Artık piyasayı din olmadan ele alamayız veya anlayamayız. Zaten çıkışında da “tanrının görünmez eli”, the invisible hand, var. Piyasa başından beri tanrısal bir düzendir. Öyleyse piyasa toplumu da aslında dinsel bir toplumdur.
Halbuki, bizi, piyasanın tanrının ve feodalizmin egemenliğine son verdiğine inandırmışlardı. Tam tersine, piyasa yeni tür bir feodalizmi ortaya çıkarmıştır. Sağlaması çok basit; eğer kamu işleri özel ellerde ise bu feodalitedir. Kamusal alan Büyük Fransız Devriminin icadıydı. Halk o alanda ortaya çıkmıştır. Demek ki halkın ihtiyacı olan mal ve hizmetleri onun adına devlet üretmelidir. Eğitim, sağlık, silah kullanma tekeli gibi, devrimin mantığı gereği, hiçbir güce bırakamayacağımız işler var çünkü. Feodalizmi ve dayanağı dinsel otoriteyi yıkarken öğrendik bunları. Biliyoruz, devrime sırtınızı dönerseniz o boşlukta yeni feodaller ve yeni kilise babaları türer.
Demek ki feodalizme dönmüş haldeyiz. Örneği çok; enerji dağıtım işleri bölgesel derebeyleri arasında paylaşılmış durumdadır. Yerel derebeyleri halktan enerji bedeli altında vergi topluyorlar ve büyük feodalin payını ayırdıktan sonra gerisine el koyuyorlar. Halkın mallarını özelleştirdiler, her biri birer birer dukalıktır artık. Devrimle kurduğumuz devletin çürümesi ve çöküşüdür.
Yeni bir ruhban sınıfı da icat ettiler haliyle. Monarşik eğilimler taşıyan Tayyiban rejimi için şarttı bu. Halkı sürdükleri sınırsız talana ikna etmeleri gerekiyor çünkü. Bunu sağlayacak büyüklükte bir yalan sadece onlarda var. Derin dinsellikte monarşiye ilerliyoruz.
Bu derebeylerinden birine bırakılmış İzmir’de iki yurttaşımız, elektrik dağıtım dukalığının ihmali nedeniyle elektrik akımına kapılıp öldü. Aynı şehirde Dilruba Kayserilioğlu adlı yurttaşımız bu düzenin sorumlularını eleştirdiği için hapse tıkıldı. Eleştirinin ucu büyük feodale dokunuyordu çünkü. Önce Allah’a ve peygambere benzettiler. Olmayacağını anlayınca put saydılar. Bakıyorlar, büyük bir mabette oturan bir modern çağ putu görüyorlar, eleştireni derdest edip hapse tıkıyorlar haliyle. Büyük feodal artık puttur, eleştirmek, sorgulamak yasak. Çürüyoruz ve çöküyoruz. Acıyı dindirmek için putlara ihtiyaç var. Orta çağ özetle budur. İçinde feodalizm, din ve tabii bunların olmazsa olmazı sınırsız bir zulüm var.
***
Putlar ise cahiliye döneminin bakiyesidir. Cahiliye döneminde inanç çok fakat kural yoktur. Tanrıların evinde 360 put vardı ve kadınlar putların karşısında fahişelik yapardı. Tabii her birinin birer erkek satıcısı vardı. Pezevenklik ve fahişelik cahiliyede en gözde mesleklerdi. Puta tapar ve kadınları satarlardı. Putlar yıkıldı, karşısında icra edilen meslekler miras kaldı. Tartışmayı sürdürüyoruz.
Cahiliyede devrim yaptıklarını iddia ediyorlardı. Kuralsızlığı yıkmış ve kural getirmişlerdi. Ama laiklik yıkılınca içlerindeki cahil ortaya çıktı. Devrimle, cumhuriyetle ve laiklikle biriktirdiğimiz bütün kuralları yıktılar. Evlenmede yaş sınırını kaldırdılar. Çoluk çocuk hedeflerinde. Yıkıntıda tarifi imkânsız bir ahlaksızlık hüküm sürüyor artık. Cahiliye devridir; din çok fakat kural ve ahlak hiç yoktur.
Sadece “ulemamız” değil zenginlerimiz de ölçüsüz talancılardan ibarettir. Devlet yardımıyla halkın mallarını yağmalıyorlar, biriktiriyorlar ve kaçırıyorlar. Bunun dışında hiçbir sorumlulukları ve bağlılıkları yoktur. Vatansız ve halksızdırlar, demek istiyorum. Yağmaladıklarını hızla sınır dışına çıkarıyorlar, emperyalist metropollerde pahalı evler alıp yerleşiyorlar. Duyuyoruz, sokak kapatanlar bile vardır aralarında, yağmaları o kadar büyüktür. Demek ki bu ölçüsüzlüğü ve kuralsızlığı dinselleşme olmadan düşünemeyiz.
Böyle bir düzenin mutlaka bir AKP’ye ihtiyacı vardır. Yağmacı zenginlere yağmacı ve ölçüsüz bir parti gereklidir; bu partinin yobaz, dinci ve tarikatçı olması fıtratı gereğidir. Ölçüsüzlüğü bunlar ortaya çıkarmıştır. Ve tıpkı zenginlerimiz gibi bunlar da ölçüsüz talancılardır.
Tabii tek meziyet talan olunca cehalet de şarttır. Cehaletin iktidarı için ortamı 12 Eylül cuntası hazırladı. AKP düzenini onların müdahalesi olmaksızın tarif edemeyiz. Generaller geldiler, hiçbir kabiliyeti, birikimi, bilgisi olmayanları seçtiler. Seçtikleriyle birlikte cahilleştiler. Öyle ki seçicibaşı Kenan Evren bir ümmi olarak tanrısına kavuştu. Tam bir cahiliye dönemi karakteridir.
Bu durumda islamizasyonu, dinselleşmeyi, yobazlığı yağmacı sınıftan bağımsız düşünemeyiz. Halkı teslim almak istiyorlardı, islamizasyon ile başarmışlardır.
Naziler, toplama kampına attıkları tutsakların durumu kabullenmesine “Müslümanlaştırma” diyorlardı. Tutsakların yazgılarına boyun eğmeleri haliydi Müslümanlaşma. Faşistler teslim aldıklarını, fiziksel ve ruhsal olarak insanlıktan çıkardıklarını “müslümanlaştırılmış” olarak kabul ediyorlardı. Teslim olanlarda tüm bedensel ve ruhsal enerji sönüyor, yoğun ilgisizlik hali ortaya çıkıyordu. Hepimizi müslümanlaştırdılar ve teslim aldılar. Derin bir sessizlik ya da derin bir barış var. Artık inanç çok ve fakat hiç kural yoktur. Ak barış teslim olmanın getirisidir.
***
Biz, geniş ve derin bir çürümenin içinden çıkıp geldik. Osmanlı çürümüş, devleti yıkılmıştı ve hastalıklarını insanımıza bulaştırmışlardı. Çürüyeni kesip attık, yıkılanın yerine yenisini yaptık. Hepsi insanımızı ayağa kaldırmak ve bir halk yaratmak içindir.
Başardığımızı biliyoruz. Osmanlı Balkan Harbi ile Avrupa’dan kopmuştu ama Cumhuriyet Türkiye’si bu yıkımı telafi etmişti. Kemalistler “Milliyetçi-Batıcı” bir program yürütüyordu, çağdaş-modern bir toplum ve halk oluşturmak için ileri adımlar atmışlardı. Din az ve fakat ahlak çoktu. Mimarisiyle sanatıyla Avrupa’ya dahil olmuştuk. 1960’lı yıllara kadar Avrupalıydık. İslamcılık, yobazlık, tarikatlar ve AKP bu kapıyı kapatmak için geldiler. Bizi, cumhuriyetle oluşturduğumuz kültür ve ahlakımızdan koparmak için, çürütmek ve parçalamak, tekrar karanlığa gömmek için örgütlendiler. Aydınlıktan nefret ediyorlar, kirli bir karanlık istiyorlardı. İnsanımızı ahlaksızlaştırmak, insanlığından çıkarmak istiyorlardı. 12 Eylül’ün sopası olmadan, yobazlar ve tarikatlar olmadan imkânsız bir iş olduğunu biliyoruz. Saldırmaya devam ediyorlar, savaştayız.
Direniş müthiş oldu, karanlığın kazanamadığı görülüyordu. 12 Eylül başarılamayanı başarmak üzere geldi, generaller gericilerin işini tamamladı. 12 Eylül Türkiye’de İslam’ın altın çağının, asrı saadet, başlangıcıdır. Huzur İslam’da, diyorlardı, ancak bunun için teslim olmamız gerektiğini söylemiyorlardı. İslam geldi, ancak huzur hiç olmamıştır. Dinselliğin altın çağı, ahlaki bir çöküş çağıdır. Çürüyoruz ve çöküyoruz. Din çoğaldıkça ahlak azalır, hep söylüyoruz.
Avrupalıydık, Ortadoğu’ya itildik. O arada çok kırıldık ve çok kirlendik ancak karanlıktan gelen canavarların da artık nefesi kesilmiştir. Yürümekte zorlanıyorlar ve savaştıklarımız artık bunlardır.
***
Anadolu’daki bir köyde haftalardır kayıp olan küçük bir kızı arıyoruz. Bulamıyoruz veya bulmak istemiyoruz. Çünkü bulduğumuzda karşılaşacağımız şeyden korkuyoruz. Çünkü Anadolu’yu derin bir fosseptik çukuruna dönüştürdüler. Çünkü Anadolu’da artık acı çeken, yoksul ruhlardan ibaret. Tarikatları üzerine saldılar, Anadolu’da insanlık bırakmadılar.
Ellerinde kazma kürek hayvanların peşindeler şimdi. On binlerce yıldır yan yana yaşadığımız, evlerimizi paylaştığımız hayvanların. İtiraz edene vuruyorlar, toprağını, dağını taşını savunanı öldürüyorlar. Din çoğalıyor ve ülke bir gündüz kuşağı kadın programı kıvamında. Erkekler yürüyen tenasül organı, kadınlar arsız birer cariye. Putların karşısında utanç verici bir oyun kesintisiz devam ediyor. Dinselleştikçe çürüyoruz ve çözülüyoruz.
Din kimi birleştirmiş ki sizi birleştirecek? Din kimi yüceltmiş ki sizi yüceltecek? İnsan düşünce içinde zifiri bir karanlık filizlenir. O karanlığı gören dehşete kapılır, insanlığından utanır. Düşmüşün karanlığından daha karanlık bir şey yoktur. Durdurmazsak çok kötü çok karanlık hallerle yüzleşeceğiz...
Din çoğaldıkça ahlak azalır. Ahlak azalınca insan düşer, zifiri bir karanlığa dönüşür...
Direndik, direniyoruz.
İnsanı düştüğü yerden kaldıracağız, çürüyeni kaldırıp atacağız, yıkılanın yerine yenisini kuracağız; insanın ve toplumun daha ahlaklı, daha ışıklı olmasını sağlayacağız. Her köy, her kadın, her çocuk ayağa kalkacak. Başka yolu yok!