Darbelerin Gerçek Sahipleri Nerede?

AKP’nin “demokratlığını” yere göğe koyamayanlar, şimdi de AKP’yi kendisine yönelik darbe girişimlerinin üzerine gitmeye cesaret eden ilk Cumhuriyet hükümeti olarak ilan ediyorlar. İlk bakışta, AKP’nin demokratlığı gerçekten inandırıcı görülebilir. Ama Türkiye’de demokrasiye karşı darbelerin ve AKP iktidarının arka planını biraz olsun hatırlayanlar için gerçeğin hiç de gösterilen gibi olmadığı ortadadır.

Bugün AKP’ye karşı darbe girişiminde bulunduğu iddia edilen askerlerden yargı önünde hesap sorulmaktadır. Başlı başına bu sürece bakarak Türkiye’de darbe dönemlerinin bittiğini ve demokrasinin kökleştiğini düşünmek büyük yanılgı olur. Zira gerçekleşmemiş bir darbenin faillerinden önce gerçekleşmiş ve büyük acılara neden olmuş darbenin sahiplerinden hesap sorulmalıdır.

Darbecilerden hesap sorulması gündeme geldiğinde hemen akıllara darbe fiilini gerçekleştiren üniformalılar gelmektedir. Üniformalılardan darbelerin ya da darbe girişimlerinin hesabı elbette sorulmalıdır. Ama emekçileri, aydınları baskılayıp işkenceden geçiren her askeri darbenin ardında avuçlarını ovuşturup zenginliklerine zenginlik katan -darbelerin gerçek sahibi- “siviller” olduğu da unutulmamalıdır.

Darbe yaşamış diğer ülkeler gibi Türkiye’de de darbelerin ardındaki “siviller” sermaye sahipleridir. TİSK Başkanı Halit Narin'in 12 Eylül darbesinin hemen ardından dile getirdiği "Bugüne kadar işçiler güldü bizler ağladık, şimdi gülme sırası bizde" sözleri sermayenin darbe destekçiliğinin en açık örneğidir. Narin’in bu sözlerinin yanı sıra Türkiye’nin en büyük sermayesinin sahibi Vehbi Koç’un gözaltında kayıpların ve işkencenin en üst düzeye çıktığı bir dönemde 3 Ekim 1981 tarihinde Kenan Evren’e yazdığı mektup da son derece anlamlıdır. Koç mektubunda Evren’e şöyle seslenmektedir: “Şimdi, faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır… İşçi sınıfını ayaklandırmak amacıyla, Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir… Basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir.” (Tam metin için bkz: M. Sönmez, Kırk Haramiler, Arkadaş Y. 1990)

Yine darbe yaşamış diğer ülkeler gibi Türkiye’de darbenin gerisinde ABD ve uluslararası kapitalizmin kurumları da yerlerini almışlardır. ABD’nin darbeyi başarıyla gerçekleştiren “bizim oğlanları”, Sabancı Holding’in üst düzey yöneticiliği, MESS başkanlığı, AET Koordinasyon Kurulu başkanlığı ve Dünya Bankası'nda danışmanlık yapmış olan Turgut Özal’ın komutasında 24 Ocak’ın ekonomi politikalarını da sahiplenmişlerdir. Darbeciler, “sözde” demokrasiye geçişin ardından da ülke yönetimini, darbenin gerçek sahibi ulusal ve uluslararası sermayenin temsilciliğini yapan Turgut Özal’a emanet etmiştir.

Bugün darbelerle mücadele ediyor görüntüsüyle demokrasi havarisi ilan edilen AKP hükümeti, kendine her muhalif olanı darbe destekçiliği ile suçlarken gerçek darbecileri ve onların ardındaki “sivil” aktörleri görmezden gelmektedir. İktidara gelmesinin ve yedi yıldır orada kalmasının ardındaki etkenlere bakıldığında AKP’nin bu tavrı son derece anlaşılırdır. Zira AKP, 12 Eylül rejiminin temsil ettiği paradigmanın temsilciliğini yürütmektedir ve o darbenin gerçek sahibi “sivil” aktörler bugünün demokrasi havarisi AKP’nin arkasında yer almaktadır.