İşte solu kurtaracak taktik!

Bunu sık işitiyoruz son dönemde: Türbanla filan uğraşmak AKP'ye yarıyor. Eki de var: Şu laiklik gündemini kapatmak gerek. En çok da CHP'liler diyor bunu.

Nasıl olur, düne kadar ideolojik mücadeleyi "Türkiye laayıktır, laayık kalacak"a eşitleyenler aynı kişiler değil miydi? Gerçekleri mi gördüler yoksa havlu mu attılar?

İşin içinde yorgunluk var elbette. AKP, ideolojisizleştirilmiş bir topluma ideolojik karakteri olan bir siyasi kadro ve siyaset tarzıyla müdahale ediyor. İdeolojik referanslarınız yeterince sağlam değilse, bu çapta müdahalelere direnemezsiniz, enerjiniz yetmez. Dolayısıyla sürekli alan boşaltırsınız. Zaten laiklik konusunda geri adım atmaya karar verenlerin memleketin diğer gündemlerinde atağa kalktıklarını gösteren herhangi bir ipucu da yok.

Konuya "taktik maharet" açısından yaklaşanlar, örneğin CHP yönetimi ise "din işleri"ni siyaset gündeminden uzaklaştırmaktan çok, onu AKP'nin tekeline bırakmama derdinde. Kimilerine göre Kılıçdaroğlu büyük bir zamanlama ustalığıyla Erdoğan'dan hızlı davrandı ve "türban"ı AKP'nin oyuncağı olmaktan çıkardı.

Sonuçlarını hep birlikte görüyoruz!

CHP'yi bir kenara koyalım.

Türkiye solu türban dahil olmak üzere, "gericilik" gündeminden kaçabilir mi?

Dinin siyasal alandaki varlığına ve hızlı güçlenişine, toplumsal yaşamın dinsel kurallar tarafından düzenlenmesinin resmi devlet politikasına dönüşmesine kayıtsız kalabilir mi?

Solda tam da bunu savunanlar var. Onlara göre sol laisist, aydınlanmacı mirası bir kenara koyarak kendini toplumun değer ve inançlar sistemi içinde var edecek yeni bir zemin yaratmalı.

Diğer bir kesimse, solun bu kavgada hiç şansı olmadığını özellikle vurguladıktan sonra, konunun etrafından dolaşıp emek ekseninde politikalar üreterek "gerici-ilerici" saflaşmasının üzerini örtmeyi öneriyor.

Hiç kuşkusuz sol kendisini toplumun mevcut değer ve inançlar sistemi ile çatışmaya adayamaz. Ve hiç kuşkusuz sol, yalnızca sınıfsal bir bakış açısıyla hareket etmez, aynı zamanda sınıfsal çelişkilerin öne çıkması için de uğraşır.

Ama yine de savunulan, önerilen yaklaşım kabul edilemez.

Gericileşmenin sermaye sınıfı açısından mutlak bir zorunluluk olduğunu sürekli tekrarlıyoruz. Afyon meselesi değil bu artık, dinsellik bugün sermaye birikim modellerinin önemli parçası haline gelmekte, emeğin örgütlenişine el atmakta, patron-işçi ilişkilerini düzenlemektedir. Dolayısıyla "her yeri" fethetmeye yönelen bir ideolojiyi görmezden gelip "arkadaaaşlar, aslolan sınıf mücadelesidir, sömürüdür, artı-değerdir" demek bir işe yaramaz.

İşe yarayacak olan, bugüne kadar solun burjuvaziye ait sandığı laisist bir çizgiyi yeniden üretmektir.

Dinin siyaset ve toplumu düzenlemesini, şekillendirmesini kabullenerek devrimci siyaset yapılamaz. Asıl o zaman toplumun inanç ve değer sistemiyle sürekli karşı karşıya gelmiş olursunuz.

Dinin siyasal alanın dışına çıkarılması, insanların inanç ve ibadet özgürlüklerinin korunması ve savunulması…

Solun bugün başka bir konumlanışı olamaz.

Burada türbanın "uygunsuz" bir mücadele konusu olduğunu kabul etmek gerekiyor. İnsanların kılık kıyafetleriyle uğraşmanın ne denli anlamsız olduğunu hep söylüyoruz. Sosyalizm biraz da bu tür anlamsızlıkları devre dışı bırakmak değil mi?

Öte yandan, "türban" gericiliğin koçbaşı olarak kullanmaya karar verdiği bir konu. Neden, çünkü karşısında devlet kurumlarını steril tutup, toplumsal alanı dinselliğin biçimlendirmesine göz yuman, hatta destekleyen bir laiklik anlayışı vardı da ondan!

Bu anlayışı yerle bir etmek için daha iyi bir başlık bulunamazdı.

Gerici yükselişi türbana indirgeyenler şimdi "koçbaşına gerek yok, biz size kapıyı açarız" diyorlar!

Doğrudur, türban inatlaşmasını gericilik iyi değerlendirdi. Ama iş bu noktaya geldikten sonra, solun türban konusundaki konumunu, gericilikle mücadeleyi daha geniş ve güçlü bir zemine taşıyarak, korumaktan başka seçeneği olamaz.

Kapı açıldığında daha elverişli durumda olmayacağız.

İlkokul öğrencileri örtüye sokulacak… Yanından mı dolaşacağız?

Toplu taşıma araçları haremlik selamlık olacak… Sarkıntılık sona eriyor diye sevinecek miyiz?

Meclis'te kutsal kitaba el basılarak yemin edilecek… Kürtçeye izin çıkarsa sorun yok mu diyeceğiz?

"Ulema görüşü" siyasal sistemde yer bulacak… Onlar da konuşsun mu olacak tepkimiz?

Yaratılış, bilimsel bir teori olarak akademiye yerleşecek… Diyalektik akıl için faydalı olduğunu mu düşüneceğiz?

Rehberlik hocalarının yerini imamlar alacak… Dur bakalım ne söyleyecekler diye meraklanacak mıyız?

Siyasetçi, "ben dinimin emrettiğini yerine getiriyorum" diyecek... Bireysel tercihidir deyip geçecek miyiz?

Siyasetçi uygulamalarını, "dinimin emrettiği gibi yaşamak isteyenleri yok sayamam"la açıklayacak… Laisizm burjuvazinin dinidir diye sayıklamaya devam mı edeceğiz?

Tamam, kapıları açacaksınız… Peki hangi aşamada durdurmayı planlıyorsunuz?

Pardon, durdurmaya gerek yoktu değil mi!

Onlar geçip gidecek, emek-sermaye çelişkisi size kalacak.

Hesap bu…

Mükemmel!