21. yüzyıl sosyalizminin ufku

Gözde Kök'ün “21. yüzyıl sosyalizminin ufku” başlıklı yazısı 19 Şubat 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Ekvador’da Pazar günü yapılan seçimlerden Rafael Correa, beklenildiği üzere, yeniden büyük bir zaferle çıktı. Kendisini ilk kez 2007’de iktidara taşıyan süreçler, Latin Amerika’nın 2000’li yıllarda arka arkaya solcu devlet başkanlarını iktidara taşıyan süreçlerle önemli ölçüde paralellik gösteriyor.

ABD’nin kirli soluğunu daha İspanyollardan kurtulmadan ensesinde hissetmeye başlayan bu coğrafya, yirminci yüzyılın büyük bölümünü kısa süreli rahatlamalar dışında askeri diktatörlüklerin gölgesinde geçirdi. 1990’lara gelindiğinde neredeyse tüm coğrafyada askeri yönetimler tasfiye olmuş ve hatta hesap verme noktasına getirilmişlerdi. Baskı yılları boyunca birikmiş ve kendini dışa vuramamış toplumsal enerji açığa çıkıyordu. Yerli dinamiği gibi Latin Amerika’nın kendi özgün dinamikleri üzerinde yükselen toplumsal hareketler ABD’nin bölge için uygun gördüğü yeni formül olan neoliberal demokrasilere karşı isyan ediyor, sokaklara çıkıyordu. ABD’nin baskı ve sömürü mekanizmaları üzerine kurulu deneysel çalışmalarıyla en fazla yorduğu coğrafya unvanını hak eden Latin Amerika’nın 1990’lar ve 2000’ler boyunca ABD’yi ve onun ideolojik hegemonyasını nasıl kustuğuna tanıklık ettik. Yıllarca işbirlikçilikten başka bir şeye alıştırılmamış devletler de dikiş tutturamıyor, siyaset sahnesi yükselen ve devrilen başkanlar geçidini andırıyordu. Tıpkı 2000-2007 aralığında arka arkaya üç devlet başkanının toplumsal muhalefet tarafından alaşağı edildiği Ekvador’da olduğu gibi.

Amerikancı çözümlerin itibarını yitirdiği, toplumsal hareketlerin önemli bir güç biriktirdiği ve üstelik Irak Savaşı konjonktürünün açılmasıyla birlikte imparatorluğun konsantrasyonunun okyanus ötesine kaydığı koşullarda çağımızın Robin Hood’ları Latin Amerika’da ortaya çıkmaya başladı. Brezilya’da Lula, Bolivya’da Morales, Ekvador’da Correa, Arjantin’de Kirchner’ler ve onları takip eden başkaları. Hepsi de Chávez tarafından daha 1998’de açılmış yolun az çok takipçileri görünümündeydiler. Öte yandan, hiçbiri Chávez kadar radikal olmadı, Brezilya bu ülkeler üzerinde ayrı bir ağırlık oluşturdu. Bu ülkelerde yürürlüğe giren siyasi programlar, üretim araçları üzerindeki sermaye hakimiyetini geriletmek gibi yapısal, köklü değişiklikler getirmedi örneğin. Devlet eliyle yeniden dağıtım mekanizmaları oluşturan, kâr hırsının uç yorumlarına set çeken, uluslararası tefecilerle ve coğrafyanın zengin doğal varlıkları peşindeki çok uluslularla pazarlık masasını yeniden kuran bir içeriğe sahip oldular. İktidarların temel hedefi uyguladıkları sosyal programlarla yoksulluğu azaltmaya çalışmak oldu. Belli ölçülerde başarıya da ulaştılar. Correa’nın da seçim zaferini bu başarıya borçlu olduğu söyleniyor. 2008 mali krizinin akıllıca hamlelerle, finans piyasasının başıboşluğuna müdahale ederek ve kamuya buradan kaynak aktararak herhangi ciddi bir toplumsal maliyet yaratmadan atlatılmış olunması bakımından Ekvador, örnek gösterilen bir ülke.

İlerici iktidarlar kendi ajandaları uyarınca yol almaya çalışırken ABD ve kendi ülke sermayelerinin provokasyonlarına maruz kaldıkları gibi, Venezuela bir istisna olmak üzere ülkelerindeki sol grupların ve toplumsal hareketlerin de hışmına uğrayabiliyorlar. Yine Ekvador’dan örnek verelim. Bundan sadece 6 yıl önce Ekvador solu henüz gücü kuvveti yerindeyken devrimci bir alternatif ortaya koymak yerine kapitalizmi terbiye etmeyi kafasına koymuş bir ekonomi doktorunu kendi omuzları üzerinde başkanlık koltuğuna yükseltti. Şimdiyse aynı kişiyi beğenmiyorlar ama çıkardıkları aday Correa karşısında herhangi bir varlık gösteremiyor. Correa’nın siyasi ufkunun kendini neoliberalizm eleştirisine hapsetmiş bu sol muhalefeti de belli ölçüde bağladığını söylemek çok mu haksızlık olur? Correa ile yapılan kimi röportajlarda ettiği laflar, köpeksiz köyde değneksiz dolaşıldığı izlenimi uyandırıyor.
Antikapitalizm kavramından nefret ettiğini, piyasa mekanizması olmayan ekonomilerin çökmeye mahkum olduğunu ve 21. yüzyıl sosyalizminin modern bir kapitalizm yaratma hedefinde olduğunu söylemesi gibi… Teorik konulardaki bu keyfi tutum, ayar verecek güçlü bir Marksist damarın olmaması ile açıklanabilir ancak.

Kişisel olarak, bir süre sonra mevcut çerçevenin Latin Amerika’ya yetmeyeceğini düşünüyorum. Ancak siyasi radikalleşme ciddi bir ABD müdahalesi tehdidine karşı mevcut iktidarlar üzerinden mi şekillenecek? Yoksa bu iktidarları aşan yeni bir sol dalga mı işleri eline alacak? Bunu öngörmek şimdilik zor…