Türkiye nüfusuna Suriyeli mayası

Haberlerde görmüşsünüzdür. Maraş’ın Pazarcık ilçesinde, 20’ye yakın Alevi köyünün mera alanı olarak kullandığı bölgeye Suriyeli sığınmacılar için bir konteyner kent yapılması planlanıyor. Bölgede yaşayan ve çoğu Alevi olan insan sayısı 3 bin. Mülteci kampının ise 25 binden fazla kişiyi ağırlaması öngörülüyor. Söz konusu olan yalnızca demografinin baştan aşağı değişmesi değil, aynı zamanda verimli bir tarım arazisinin işgali suretiyle yerli halkın ekonomik yaşamının sekteye uğratılması.

AFAD kamplarının IŞİD ve Nusra gibi cihatçı örgütlere insan malzemesi sağlaması dolayısıyla yöre halkı tedirgin. Maraş 38 yıl önce Cumhuriyet tarihinin en büyük Alevi katliamına sahne olmuş bir il. Türkiye’nin IŞİD’ci yetiştirmek konusundaki en bereketli illerinin başında gelen Adıyaman’ı Maraş Pazarcık’a bağlayan D-360 karayolu güneye doğru farklı isimler alarak Antep ve Kilis’e uzanıyor. Suriye’ye gidip gelen cihatçılar için önemli bir güzergâh bu.

İlla 1978’deki gibi büyük bir katliama da gerek yok. BirGün gazetesine konuşan, bölgedeki köylerden birinin muhtarı “Bizi cihatçıları kullanarak göçe zorlayacaklar” deyip ekliyor: “Burası dağın başı, cihatçıların eğitim kampı yapacaklar. Başka yer mi kalmadı? Maraş Merkez’e yapsınlar. Ama yapamazlar çünkü varlıklı aileler karşı çıkıyor”.

Muhtarın kaygıları yersiz mi? 12 Eylül öncesinde MHP’nin “Verimli Hilal” stratejisine bağlı faşist saldırı ve katliamlar sonucu Maraş, Çorum, Erzincan, Malatya, Sivas gibi şehirlerdeki Aleviler batı illerine göçe zorlandı. Bu yolla nüfus yapısı değişen yerler sağın kalesi haline gelirken, göçen Alevi halk da metropol yaşantısının içerdiği asimilasyon riskiyle baş başa kaldı. Söz konusu göç 12 Eylül’den sonra da sürdü, 1993’teki Sivas Katliamı kilometre taşında hız kazandı.

Sahiden de bu kamp neden Maraş Merkez’e yapılmıyor? Seçimlerden sonraki balkon konuşmalarında, elde edilen oy oranlarının Şam’da, Bağdat’ta, Kudüs’te, Gazze’de, Kahire’de de mutluluk yarattığını ilan eden şizofreniyi yakından tanıyoruz. Peki neden kendi kendini İslam dünyasının hamisi olduğuna inandırmış bu şizofreni, yüksek oy aldığı (yani bu hamiliğe onay veren) yerlerdeki insanları Suriyeli kardeşleriyle beraber olmaktan alıkoyuyor?

Sorunun yanıtı basit.

Ali İsmail Korkmaz’ı ve Nuh Köklü’yü öldüren, Gezi günlerinde elinde palayla Taksim Talimhane’de peydah olan stereotiple “Suriyeli çocuğa esnaftan dayak” haberlerinde karşımıza çıkan dayakçı stereotip aynıdır.

Ülkesinden kaçan 5 milyondan fazla Suriyelinin 2,7 milyonunun Türkiye’de olmasından rahatsızlık duyan… 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısı ve 20. Yüzyıl başında Balkanlar ve Kafkasya’dan milyonlarca insanın savaştan kaçıp geldiği Anadolu’nun halkından olup da bugün aynı durumda olan Suriyelilere iğrenerek bakan… Öte yandan sandık başına gittiğinde, rahatsız olduğu durum ile bu durumun baş mimarı, Suriye’deki yıkımın baş aktörü AKP arasında ilişki kurmayı akıl edemeyen bir kolektif şuursuzlukla baş başayız.

Kendi kitlesinden Suriyeli sığınmacılar konusunda bir şekilde vize alan AKP iktidarının, nüfus politikasında sığınmacıları pervasızca kullanma eğiliminin tek örneği ise Pazarcık vakası değil.

Suriyeli sığınmacılara Iraklı mültecileri de eklediğinizde 3 milyona yakın dev bir kitle ortaya çıkıyor. Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Murat Erdoğan’a göre Türkiye’de günde ortalama 125 Suriyeli bebek doğuyor. Türkiye’deki Suriyelilerin yalnızca onda biri AFAD kamplarında yaşıyor. Okul çağındaki çocukların sayısı 800 bini aşkın ve bunların anca küçük bir kısmı okuyabiliyor.

Murat Erdoğan’ın verdiği bilgilere göre Suriyeli çocuklar yaygın biçimde, adeta karın tokluğuna çalıştırılıyor. Kayıt-dışı çalıştırılan Suriyeli sayısı 400 bin iken kayıtlı olanlarının sayısı devede kulak: 6 bin.

İşin en çarpıcı kısmı ise, ilgili yasa uyarınca 5 yıllık ikamet süresini dolduran Suriyelilerin vatandaşlığa başvurabilecek olması. İlk mülteci kafiyesi 29 Nisan 2011’de gelmişti. Dolayısıyla önümüzdeki 29 Nisan’dan itibaren gruplar halinde vatandaşlığa başvurabilecekler.

Bu yoksul insanları AKP potansiyel oy deposu olarak görüyor. Çoğu kayıt-dışı çalışan, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları’nın, AKP’li belediyelerin, iktidarla bağlantılı vakıf ve cemaatlerin yardımlarına bağımlı durumdaki bu insanların, oy deposu olmasının yanı sıra, çocukları da “dindar ve kindar” neslin neferleri olacaklar. Kim bilir belki de birileri eğitimli laikleri ülkeden kaçırıp yerlerine böyle bir taze kan koymayı planlıyordur.

CHP Milletvekili Erdoğan Toprak ise konuyla ilgili raporunda, vatandaşlık verilen Suriyelilerin, Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu illere yerleştirilerek buralardaki demografinin değiştirilmek isteneceğini öne sürüyor.

Kürtlerin nüfustaki oranını düşürecek böylesi bir “mühendisliğin”, en ucuz iş gücünü teşkil etme konusunda yerli Kürtlerle yerleştirilmiş Suriyeliler arasında gerilimli bir rekabete yol açabileceği de not edilmeli.

Peki ne yapmalı? Türkiye’deki Suriyeliler kalıcılar, evvela bunu kabul etmeli. Dönebilecekleri bir ülkeleri yok ve zengin ülkeler de şu ana kadar Suriyeli sığınmacıların yalnızca yüzde 1,4’ünü kabul etti.

AKP’nin, tasavvur ettiği İslami toplumu kurma yolundaki hamlelerinden biri de nüfusa Suriyeli mayası katmak. Bu durumda muhalefete düşen de sığınmacıları Türkiyelileştirmek için bir strateji ortaya koymaktır. İvedilikle.