Muhammed bin Selman’ın büyük kumarı

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed’in rakiplerine yönelik büyük taarruzu şaşkınlıkla karşılansa da, bu hamle dünya ve Suudi Arabistan’daki ekonomik yeniden yapılandırma girişiminden bağımsız değil.

Erman Çete

Darbe göstere göstere geldi. Suudi Arabistan’ın gökten zembille inen veliaht prensi Muhammed bin Selman, yolunu döşediği uzun iktidar yürüyüşünde “altın vuruş”u gerçekleştirerek, rakiplerini saf dışı bıraktı ve “yolsuzlukla mücadele” adı altında Krallık’ın en önemli para babalarını gözaltına aldırıp mal varlıklarına da konmayı başardı.

Büyük bir servet transferi anlamına gelen bu hamleye kan da bulaştı. Bulaşmaması mümkün mü? Üzerleri çizilen isimler Krallık’ın ve dünyanın en büyük yatırımcıları arasında yer alıyor.

Zaten, bu büyük kaynak transferi ile rantın yeniden dağıtımı planının bir anda ve Trump için yapıldığı -aceleci- değerlendirmesinden önce, Riyad’ın dünya ekonomisindeki pozisyonuna ve bir süredir gündemde olan reform planına dikkat çekmek gerekiyor. Muhteris veliaht Muhammed’in “tek adamlığı”, bu yapının üzerine bina ediliyor ve Türkiye’deki “tek adam rejimi” tartışmalarında gözden kaçan noktalara da ışık tutuyor.

PARASAL GENİŞLEMENİN SONU VE PETROL FİYATLARI

ABD ile Suudi Arabistan arasındaki petrol karşılığı güvenlik anlaşmasının içeriği artık iyice biliniyor. İyice bilinen bir başka gerçek de, 1970’lerin başındaki petrol krizi ile dünya kapitalist sisteminin 2. Dünya Savaşı sonrası başlattığı “Altın Çağ”ın yaşadığı krizin üst üste gelmesiydi.

Dünya kapitalist sistemi, düşen kâr oranlarına ve altına bağlı dolar kurunun çöküşüne, büyük bir malileşme dalgası ve serbest kura geçiş ile yanıt vermişti. “Petrodolar çevrimleri” olarak da bilinen petrol gelirleri üzerinden yapılan yatırımlar, onyıllar boyunca ABD ve kapitalist dünyanın belkemiği olarak görülürken, “petrol savaşları” olarak bilinen işgal girişimleri de, bu petrodolar çevrimlerinin güvence altına alınması ve petrol fiyatlarının belirlenmesinin “politik” kaygılarla gerçekleşmemesi için yapılmıştı.

Özetle, petrodolar anlaşması şuydu: Suudi Arabistan, petrolünü dolar cinsinden satacak ve petrolden elde ettiği gelirlerle ABD Hazinesi’nden kağıt satın alacaktı. “Yatırım”dan kasıt, buydu.

Bretton Woods sisteminin çöküşüyle sallantıya giren ABD Doları’nın pozisyonu ve ABD’nin küresel mali gücü, petrodolar anlaşmasıyla yeniden rüştünü ispatlıyordu.

Petrodolar çevrimlerinin ve yatırımlarının kapitalizmin son krizinde oynadığı kritik rol, hâlâ araştırılmayı bekliyor. Bununla birlikte, ABD Merkez Bankası’nın 2008 krizine yanıt olarak dayattığı parasal genişleme politikaları büyük oranda yolun sonuna geldi ve özellikle petrol fiyatlarının çok düşük seyretmesi nedeniyle, petrodolar çevrimlerine dayalı ekonomik sistemin çöküşü (ya da sistemin terk edilmesi) analizleri yapılmaya başlandı.

ABD dolarının dünyadaki egemenliğinin en büyük kaynaklarından olan petrodolar sisteminin çökmesi ihtimalini artıran unsurlardan birisi de, özellikle İran, Çin ve Rusya gibi ülkelerin dolar-dışı para birimleri ile ticaret yapmaya başlama istekleri. Petrodolar çevrimlerinin darbe yemesi, Ortadoğu’da oluşturulan ABD-Suud mimarisinin de temelden sarsılması anlamına gelecek.

Fed’in düşük faiz oranlarına devam etmesi, ancak daha da önemlisi, ABD’nin net enerji ihraç eder pozisyona gelmesiyle birlikte, petrodolar sisteminin temellerinden olan ABD’nin enerji güvenliğini sağlaması ve Suudilerin petrol fiyatlarını politik bir silah olarak kullanmasının önüne geçilmesi faktörleri de erimeye başladı.

PRENS MUHAMMED’İN YENİ VİZYONU

Suudi Arabistan’ın çok konuşulan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “vizyonunu” bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Gelişi Obama döneminden belli olan ve Arap Baharı ile ABD’nin Ortadoğu’daki ittifak sistemini yeniden şekillendirmek olan restorasyonun bir ayağı, elbette başını ABD’nin çektiği küresel krizle bağlantılıydı. Başka bir yerde, ABD’nin Ortadoğu’da 2. Dünya Savaşı sonrası kurduğu ekonomik sistemin değişmediği bir durumda, ittifak sisteminin değişmesini de pek mümkün görünmediğini yazmıştık.

Görünen o ki, hiçbir şey değişmeden kalmıyor.

Genç prensin, Aralık 2015’te yayımlanan bir raporu hayli ciddiye aldığı görülüyor.

Dünyanın en önemli danışmanlık şirketlerinden olan McKinsey&Company tarafından yazılan “Petrolün Ötesinde Suudi Arabistan: Yatırım ve Üretkenlik Dönüşümü” isimli raporda, özetle, düşük petrol fiyatları örnek gösterilerek Suudi Arabistan’a “ekonomisini çeşitlendirmesi” tavsiye ediliyordu.

Riyad’ın ekonomik büyüme modelini değiştirmesi gerektiğini savunan raporun yazarları, 8 yeni sektör belirleyerek, bu alanlara yatırım yapılması durumunda Suudilerin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’nın (GSYİH) 2030 yılına kadar 2 katına çıkacağını öngörüyordu.

Krallık’ın artık petrol gelirlerine (Krallık GSYİH'sinin yüzde 85'i!) ve kamu harcamalarına yaslanamayacağını savunan McKinsey raporunda, işgücüne katılımın yüzde 41, 2003-2013 arasındaki verimlilik artış oranının da, “yükselen piyasalar”ın çok gerisinde kalarak yüzde 0.8 olduğuna dikkat çekiliyordu.

Raporun 4 trilyon dolarlık yatırım gerektirdiğini tahmin ettiği 8 yeni sektör şunlardı: madencilik ve metal, petrokimya, imalat, perakende ve toptan ticaret, turizm, sağlık, finans ve inşaat.

Elbette, Krallık’ın tüm bunları yapabilmesi için, daha “piyasa merkezli bir ekonomik büyüme modeline geçmesi” gerekiyordu.

Muhammed bin Selman’ın kendi ülkesi için vaaz ettiği ekonomik vizyonda da, özelleştirmeler ve ekonominin çeşitlendirilmesi büyük önem arz ediyor. Kadın istihdamının artırılmasını, eğitimin piyasaya uygun hale getirilmesini ve işgücü piyasasının esnekleştirilmesini de gerektiren bu ekonomik reformlara, “Vahhabizmin çözülüşü” yanılsamasını yaratan kimi toplumsal reformların da eşlik etmesi bu nedenle şaşırtıcı değil.

Ancak bu açıklık, piyasa belirlenimi ve özelleştirme politikasının içeride daha fazla vergi ve daha yüksek enerji maliyetleri anlamına geleceği tahmin ediliyor. Özellikle son 40 yılda önemli bir mücadele birikimi olmayan ancak devlet tarafından dağıtılan rantlarla susturulan Suudi yurttaşlarının bu saldırı dalgasına nasıl yanıt vereceği bir muamma.

MUHAMMED’İN KAYNAK TRANSFERİ

Prens’in göz göre göre gelen tasfiyesinin bir de bu noktasına odaklanmakta fayda var. Türkiye’de Erdoğan’ın kendi partisine yönelik yaptığı tasfiyelerdeki ironiyi de göz önünde bulundurarak…

Gözaltına alınan isimlerin büyük bölümünün, yalnızca Suudi Krallığı için değil, tüm dünya için hayli önemli zenginler ve yatırımcılar göz önüne alınırsa, tasfiyenin iktisadi yönü anlam kazanır. McKinsey raporunda geçen 4 trilyon dolarlık yatırım bedeli, düşük petrol fiyatları da düşünülürse, Suudi Krallığı için bir “ilkel birikim” uygulamasını da zorunlu kılıyordu. Muhammed bin Selman, Suudi ekonomik dönüşümü için gereken sermayeyi ve “mekânsal çözüm”(*) için gereken iç yeniden yapılandırmayı, en büyük Suudi yatırımcılarını derdest ederek elde etti.

Ancak 2000’lerin ilk on yılında, Körfez sermayesi petrol fiyatlarının aşırı yüksekliğinden elde ettiği gelirleri ve aşırı birikim krizini, krizi bölgeselleştirerek çözmüş ve mekânsal çözümü coğrafi olarak genişleyerek uygulamıştı. Şimdi, Suudi ekonomisi yeniden yapılandırılma evresine girerken, bunun bölgesel şebekeyi etkilememesi mümkün değil. Üstelik, Trump’lı ABD’nin ticaret savaşlarına hazırlandığı bir dönemde…

REFORMA YÖNELİK ŞÜPHELER

Peki ekonomik dönüşüm programı tereyağından kıl çeker gibi yapılabilir mi?

En büyük örnek, Aramco’nun özelleştirilmesi. Vizyon 2030 olarak bilinen Ulusal Dönüşüm Programı’nda (NTP) en önemli yeri kaplayan 2 trilyon dolarlık dev şirketin satışının ertelenebileceği konuşuluyor.

Eylül ayında Reuters’te çıkan bir değerlendirmede, tüm PR faaliyetlerine rağmen dönüşümün büyük bütçe açığı ve sert kemer sıkma uygulamalarıyla başladığı, ancak bunlara rağmen petrol dışı sektörlerde özel bir gelişme henüz kaydedilmediği vurgulanıyordu.

Yine aynı haberde, uzmanların Prens Muhammed’in içerideki hamlelerine yönelik iç muhalefetin “büyüdüğü” de iddia ediliyor ve tüm bunların dış yatırımcıları ürküttüğü ifade ediliyordu.

Aramco’nun yüzde 5’inin 2018 sonuna kadar satılması ve buradan 100 milyar dolarlık bir gelir elde edilmesi hedefleniyordu.

Ancak Financial Times’ın Eylül ayında ele geçirdiği bir rapor, NTP’deki bazı hedeflerin “fazla agresif” bulunduğunu söyleyerek, programın revize edildiğini ortaya koyuyordu.

Trump da, sabırsızlığını belli ederek, Japonya’da yaptığı açıklamada Kral Selman’dan Aramco hisselerini New York Borsası’na koymasını istediğini belirtiyordu.

DIŞ POLİTİKADA DÖNÜŞLER

Tam da bu noktada, Lübnan’da Başbakan Saad Hariri’nin istifasına bakarak Suudi-İsrail ekseninin Hizbullah’a yönelik acil bir önleyici saldırıya başlayacağını bekleyenler biraz acele ediyor olabilirler.

Suudilerin içeride ve bölgede hızlı hamlelere başlaması bu nedenle yalnızca Trump’ın iteklemesi olarak görülmemeli. Riyad, Tel Aviv’le birlikte, yaklaşan parlamento seçimleri öncesinde Hizbullah’ı Lübnan siyasetinde devre dışı bırakmak ve iç karışıklıklara neden olmak istiyor. Zaten Hizbullah lideri Hasan Nasrallah da, Yemen benzeri bir işgal girişiminden ziyade, Lübnan’ın kendi iç barışı ile ilgili bir ihtimalden söz etti.

Suudi dış politikası, bu minvalde, bir yeniden düzenleme (realignment) döneminde diyebiliriz. Ancak bu dış politikanın, 2014 yılında Kral Abdullah döneminde başladığını da hatırlatalım. “Aşırılıkçılarla mücadele” ve “İslâm’a dönüş” (Dikkat! “Ilımlı” olanına değil) bu yeniden düzenlemenin ve hizalanmanın temel unsurlarından. İki kritik nokta göze çarpıyor: Birincisi, ABD’nin 2014’te Suriye’de vekalet savaşını IŞİD’le savaşa dönüştürmesi; ikincisi, 2017 yılı itibariyle IŞİD’in bir “devlet” olarak yenileceğinin kesinlik kazanması.

Bu, çok tartışılan “Obama Doktrini”ne, Trump döneminde kesin uyum sağlama çabası olarak da görülebilir.


(*) David Harvey'in ortaya attığı "mekânsal çözüm" (spatial fix), özellikle sermayenin aşırı birikim krizlerini coğrafi yayılım ve altyapı yatırımlarıyla aşmasını sağlayan bir uygulamadır. Örneğin Bahreyn, petrol fiyatlarının yüksekliğinden elde ettiği gelirleri, Krallık'ın etrafını çevreleyen denizleri doldurup yeni kentler yaratarak ve bu uydu kentlere yatırım yaparak harcamış ve aşırı birikim krizinin üstesinden gelmişti.