Elsevier boykotundan sonrası

Elsevier boykotu ve açık bilim hareketinin yaygınlaşması umut verici. Peki bu bilimsel bilginin açık hale gelmesi, bilginin toplum yararına kullanılmasını da sağlayacak mı?

Bilim insanlarının dünya çapındaki yayıncı kuruluşlardan Elsevier'e yönelik boykot çağrısına ve “Bilginin Ederi” (The Cost of Knowledge) başlığı altında sürdürülen imza kampanyasına geçtiğimiz günlerde yer vermiştik. İmzacı sayısı 16 Şubat itibarıyla 6000'i geçmiş durumda. Bu sayı dünya çapında bir kampanya için çok küçük görünse de, benzer girişimlerin yeterli desteği bulamadığı günümüzde anlamlı bir toplam oluşturuyor. Aynı zamanda bilim insanları, bilim yayıncılığının geldiği noktayı, sorunlarını ve çözüm yollarını tartışmaya devam ediyor.

Leeds Üniversitesi'nden araştırmacı Darren Dahly, 5 Şubat'ta statisticalepidemiology.org sitesinde yayınlanan yazısında, konunun yeni bir boyutunu daha gündeme getirdi. Dahly'ye göre sorunun bir boyutu da mevcut sistemin çok fazla sayıda bilimsel yayının hazırlanmasına sebep olduğu ve bu nedenle yayınların, bilimsel çalışmaların içeriğini tahlil etme/geliştirme özelliklerini kaybettiği. Bu durumu ortaya çıkaran ise yalnızca yayıncı kuruluşların politikası değil, aynı zamanda bilim insanlarının hakemli dergilerde sürekli olarak daha fazla yayın yapma baskısı ile hareket etmeleri. Elsevier'in yayın politikasını tartışan ve bir kısmı şirketi boykot eden bilim insanlarının kendi üretim pratiklerine dönük bir tartışmayı başlatması beklentisi bu noktada önem kazanıyor. Şu an için, bilim insanlarının üretim pratiği bağlamında öne çıkan bir hareketlilik olmasa da, bu başlığı da içeren bir değerlendirme yapmakta yarar var.

Bilimsel bilgiye erişimin özgürleştirilmesi anlayışı, bilim camiasında yaygın olmakla birlikte, bunun mekanizmalarına dair ilerletici ancak henüz sonuç verecek gibi görünmeyen bir tartışma devam ediyor. Buna ek olarak, Massachussets Teknoloji Enstitüsü (MIT) açık ders kaynağı ('open courseware') ya da Cornell Üniversitesi'nin desteklediği arXiv.org gibi, mevcut akademik kurumların bilimsel bilgiyi erişime açık hale getiren uygulamaları, bir tür bilgiyi özgürleştirme pratiği olarak ortada duruyor. Ne var ki, bunun sınırının nereden çizilebileceği ve hangi bilginin ne oranda özgürleştirilebileceği esas sorunu oluşturuyor. Örneğin arXiv.org sitesinde, daha ziyade fizik, matematik ve nicel (quantitative) biyoloji gibi alanlarda ön-yayınlar (preprint) çıkıyor ancak bunlar uzman görüşünden geçmiş olmadıkları için akademik yükseltmelerde puan kazandırmıyor. Performans baskısıyla çalışan bilim insanları için bunun ne demek olduğu açık: arXiv.org'dan sonra yayınlar hakemli bir dergiye gönderilmek durumunda kalınıyor. Tabii ki uzman görüşü, yayının puan getirmesinden bağımsız olarak, bilimsel üretimin ilerlemesi için şarttır ancak, mevcut sistem içerisinde, performans baskısı içermeyen ama bağımsız incelemeleri, uzman görüşü almayı mümkün kılan kurumsal bir mekanizma -en azından yazarın bilgisi dahilinde- bulunmamaktadır. Açık ders kaynakları ise, adından anlaşılacağı üzere, ders materyallerini erişime açık hale getirmektedir (bir örneği ülkemizde Orta Doğu Teknik Üniversitesi tarafından oluşturulmuştur, başka örneklerinin olması da mümkündür). Tabii ki bu da önemli bir kazanımdır, ve bu çalışmaların söz konusu tartışmalarda bilginin kamuya açık olması gerekliliğini savunan bilim insanlarınca da destekleniyor olması şaşırtıcı değildir. Yine de, yayınların ya da içerdikleri bilginin her alanda özgürleştirilebilmesi, üretim sürecinin kamusal olarak denetlenebilmesiyle mümkündür. Aksi halde, örneğin fizik alanında esen bahar havasını farmakoloji alanında estirmek imkansız olacaktır zira ilaç tekellerinin birinci önceliği kullandıkları bilginin bilimsel niteliği değil ticari işlevidir. Bu kamusal denetimin ölçeğinin tüm dünyaya yayılmasını sağlayacak ekonomik, siyasal ve toplumsal mekanizmalar olmaksızın, zihinsel emek ürünleri hiçbir zaman tam anlamıyla “özgür” olamayacaktır. Ne kadar üzücü olsa da, bilim insanlarının önünde bu tablo durmaktadır.

Peki, kimilerinin “açık bilim ('open science') hareketi” olarak adlandırdığı ve bilimsel bilginin herkesin erişimine açık olması gerektiği fikrinde birleşen bilim insanları bilginin üretim koşullarının ne olması gerektiği konusunda ne düzeyde fikir ortaklığı geliştirebiliyor? Bu soruyu yanıtlamak için yeterli verinin bulunduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Ancak, açık bilim fikrinin gerçekleştirilmesine olanak sağlayan kimi oluşumlara biraz daha dikkatle eğilmek yeterince fikir vericidir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, şu an var olan kimi pratikler, mevcut sistem içinde önemli işlevleri olan akademik kurumlar tarafından sürdürülmektedir. İlginç bir örnek olarak, Public Library of Science (PloS)'ın pek çok kurumsal destekçisi olduğunu, ve bunların arasında George Soros'un Açık Toplum Enstitüsü'nün (Open Society Institute) de bulunduğunu belirtebiliriz. Ya da Dahly'nin de referans verdiği, AB 7. Çerçeve Projesi'nin bir parçası olan ve çok yazarlı kitaplar yayınlamak, bilgi akışını artırmak için platformlar oluşturmak gibi amaçları olan “Liquid Publications” projesini düşünebiliriz. Bu örnekler, PLoS gibi projelerin, mevcut durumda değerli dahi olsalar, sistem dışı veya karşıtı olmadıklarını ima ediyor. Dahası, mevcut koşullarda hiçbir akademik çalışma, kamu kaynakları ile yürütülenler dahil olmak üzere, doğrudan ya da dolaylı olarak sistemin aktörlerinden (yerine göre şirketler, yerine göre devlet politikaları, yerine göre ise bizzat büyük üniversitelerin kendileri) azade bir şekilde yapılmıyor kuşkusuz. Ancak ifade etmeye çalıştığımız, tam da bu sebeple, temel belirleyenin bilimsel bilginin üretim koşulları olduğudur. Elsevier boykotu örneğinde görülen yalnızca, sistemin mantıksal sonucu olarak görülebilecek bir durumun, yani şirketin saldırgan politikalarının ortalama etik ve adalet algısı açısından kabul edilemez raddeye gelmesidir. Ancak bilimsel yayıncılıktan para kazanmanın kendisi burada sorgulanmamaktadır.

Nitekim günümüz kapitalizmi, pek çok bilim insanını tatmin edecek şekilde bu yayıncılık sorununa bir çözüm önerme kapasitesine sahiptir. Başka bir deyişle günümüz kapitalizmi, “açık bilimi finanse edebilir”! Sorunun bam teli tam olarak burasıdır. Karşıya alınan, bir takım etik değerleri ya da ilkeleri çiğneyen bir yayıncı kuruluş mudur, yoksa bilimsel bilginin üretim, paylaşım ve dağıtım süreçlerini belirleyen üretim tarzının bütünü müdür? İşte bu ayrım noktasında, bilginin herkesin erişimine açık olması gerektiği fikrinin dayandığı temel değerler daha önemli hale gelecektir. Bilimsel üretimin kimin hizmetinde ve denetiminde olması gerektiği sorusu, kesişen bir başlık olarak fikri mülkiyet sorunuyla birlikte, büyük olasılıkla mevcut “hareketi” ayrıştıracak bir sorudur ve bir noktada sorulması gerekecektir. Herkesin erişimine açılan bilginin kim tarafından, nerede, nasıl kullanılacağına dair “hareket” içinde bir görüş ortaklığı bulunduğu söylemek mümkün görünmemektedir. Bu noktada yine farmakoloji alanından bir örnek verebiliriz: kullandığımız ilaçların üretimi için gerekli kimya bilgisinin erişime açık hale gelmesi, ilaç tekellerinin sağlık alanı üzerindeki baskısını ortadan kaldırabilir mi? Daha genel olarak, bilimsel bilginin herkesin erişimine açık olması gerektiğini savunurken beklentimiz nedir? Yalnızca bilim insanları ve meraklılarının araştırma özgürlüğünün kısıtlanmasını mı dert ediyoruz, bilimsel üretimin ekonomik, siyasal, toplumsal işlevlerine dair kaygılarımız mı var? Üretilen her tür bilginin doğrudan, kamu kurumları ve işletmeleri aracılığıyla topluma yansıması gerektiğini, buna uygun yapılar geliştirilmesi gerektiğini savunuyor muyuz? Yoksa halen eski kafalı biçimde, bilimciler kamu kaynaklarıyla bilgiyi üretsin, ama bu özel sermayenin süzgecinden geçsin, arada bir kısım girişimci cebini doldursun, topluma da kırıntıları yansısın mı diyoruz?

Elbette, bu bir küçümseme değildir. Verdiğimiz örnekteki durumun gerçekleşmesi, büyük olasılıkla bir kazanım olurdu koşullara bağlı olarak. Tartışmanın bu aşamaya gelmemesi, artık hiçbir değişimin gerçekleştirilemediği (örneğin Elsevier'in yayın politikasının değişmediği) ve enerjinin/ilginin tükendiği noktada, boykotun da önemsizleşmesine sebep olacaktır. Şu anda ilkesel duruşların ifadesinden ibaret olan boykotun önümüzdeki günlerde nereye evrileceğini, bu pencereden izlemek faydalı olacaktır.

Mehmet Ali Olpak (soL - Bilim)