Metin Arditi & 'Le Turquetto'

(İki aydır tutamadığımız kitap tanıtımı sözümüzü hiç olmazsa yaz aylarında tutalım. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin yaşandığı Mayıs-Haziran aylarındaki yoğun ve uzun siyasi gündemli günlerden sonra soluklanmaya devam edelim. Yakında Türkçeye kazandırılacak Türkiye kökenli Fransızca yazan İsviçreli bir yazarı, Metin Arditi’yi son romanı “Le Turquetto/Küçük Türk” etrafında azıcık tanıtalım.)

Fransızlar alışveriş yapmağa değil de, mağazalar arasında gözkeyfi sürmeye “vitrin yalamak” derler. Şahsen bizim en büyük keyiflerimizden biri kitapçı tezgâh ve raflarından “kitap yalamak”tır. Hatırı sayılır bir kitap (alıcısı) tüketicisi de olsak, satın almayacağımız, alamayacağımız yığınla kitabın önünü-arkasını “yalamak”ın hazı bir başkadır... Tadını bilen bizi anlar! Hele hele rastlantılar Metin Arditi gibi kişilikleri yolumuza çıkartır, tanıtırsa...

Sanırım 2005 yılının Aralık ayıydı. Paris’teki cennet mekânlarımızdan, kitabın yenisiyle kelepirini bir arada satan St. Michel bulvarındaki (hani şu 1968 Mayısı’nın meşhur Latin Mahallesi) Gibert Joseph mağazasında kendimizden geçmiş vaziyette ‘kitap yalarken’, tesadüfen ters duran küçücük bir kitabın arka kapağında, önce “1945 Ankara doğumlu, Cenevre’de yaşayan İsviçreli Fransızca yazar” ibaresi gözümüze çarptı. Ön kapaktaysa Metin Arditi - “Theo’ya Son Mektup” yazıyordu. İkinci dikkatimizi çeken nokta yazarın Metin ilk ismini muhafaza etmiş olmasıydı. Zira uzun yıllardır veya daimi olarak doğdukları ülkeden uzak veya kopuk yaşayanlar ya adlarını değiştirir, ya da özellikle sanatçıysa ama pazarlama, ama fonetik kaygısıyla yaşadıkları ülke dillerine göre ufak tefek eklemeler yaparlar. Dil konusundaki kaabiliyetsizlikleriyle ünlü Fransızlar (yeni nesiller nispeten hızlı bir değişim içinde) isimleri çarpıtmakta birebirdirler. Yahu, örneğin Yaşar (Kemal), Şafak (Elif) veya Abidin (Dino) özel isimdir, şunu doğru okumasını öğren! Yok hayır! Yaşar’ı Yashar, Şafak’ı Shafak, Abidin’i Abidine yazmak zorundasın ki, adını doğru telaffuz edebilsinler. Gerçi bu durum, Metin Arditi örneğinde de görülebileceği gibi biraz da tavır meselesi! Metin yazıldığında Fransızca Meten okunuyor, Frankofon İsviçreli olup da ismini Metin diye tutmak, televizyon dahil her fırsatta doğru telaffuz ettirmek kuşkusuz belli bir mücadele, irade ve sabır gerektiriyor.

Cenevreli “Küçük Türk”
3 aylıkken ailesiyle Ankara’dan İstanbul’a taşınan Küçük Metin 7 yaşında Cenevre’de bir yatılı okula yerleştirilecektir. 11 yılda bütün tatiller dahil sadece bir kez 8 günlüğüne Büyükada’ya dönen Metin, daha sonraki yaklaşık yarım yüzyıllık sürede doğduğu topraklara çok ama çok nadir ayak basacaktır. Metin Arditi bugün zengin bir iş adamı, ciddi bir hayırsever ve sanat hamisi ve de Fransız dilinin önemli yazarlarındandır. Lozan (Poli)Teknik Üniversitesi’nde Fizik ve Atom Mühendisliği doktorası, ABD Stanford Üniversitesi’nde İşletme, Avrupa Mac Kinsey’de 2 yıl danışmanlık, kendi kurduğu şirketlerle Kaliforniya-Avrupa arasında teknoloji ve gıda ürünleri ticareti ve son olarak da emlâk ve gayrı menkul alanındaki faaliyetleri onu İsviçre’nin önde gelen servetleri arasına sokacaktır. Ancak bu atipik kişiliğin ötekilerden çok farklı bir geçmişi, konumu ve duruşu vardır.

Öncelikle, iki dünya savaşı arasında Avusturya Sosyalist hareketinin kararlı ve inançlı gençlik liderlerinden Davut (Darius) Arditi’nin oğludur. “Bir anlamda çok şanslıydım. Kendime rağmen, bende derin izler bırakacak ama başta tiyatro, edebiyat ve müzik olmak üzere sanat ve kültürle doldurulmuş, bezenmiş bir çocukluk, ergenlik yaşadım.” Çocukluk yıllarındaki büyük eksiklikleri asla karşılanamayacak da olsa babasından müthiş bir mücadele azmi ve disiplin, annesinden benzersiz bir insan sevgisi ve duygusallık öğrendiğini belirten Arditi 49 yaşında çocukluk aşklarından edebiyatı yeniden keşfediyor, daha doğrusu edebiyata dönüyor. 1997’de (Jean de) La Fontaine üzerine ilk denemesi, “Sevgili Jean... Ağustos Böceğinden Sosyal Çatlamaya”yı yayınlıyor. Bunu “Sır Makyavel”, “Nietzsche ya da Kavranılamaz Teselli” ve “Vincent’nın Odası” başlıklı, hepsi İsviçre’de çıkan felsefi ve edebi denemeleri takip ediyor. 2004’de basılan ilk romanı “Victoria-Hall”dan itibaren, Fransa’nın en saygın yayınevlerinden Actes Sud’te sırasıyla “Theo’ya Son Mektup”, “Marguerite Pansiyonu”, “Öngörülemeyen”, “Louganis’lerin Kızı” ve son olarak 2011 Goncourt Edebiyat ödülüne aday ilk seçkilere giren, geçtiğimiz 18 Ekim’de de Jean-Giono Edebiyat ödülüyle taltif edilen “Le Turquetto/Küçük Türk” basıldı. (Yazarın yeni romanı “Prince d’Orchestre/Orkestra Prensi” önümüzdeki Ağustos’ta yayınlanacak.)

Bu arada 21 yaşında evlendiği Yunan eşi ve iki kızı, şimdilerde sayısı 7’yi bulan torunlarıyla çok mazbut bir hayat sürdürürken, iş hayatının yanı sıra 1988 yılında Arditi Vakfı’nı kuruyor. Merkezi Cenevre’de bulunan kurum her yıl, kendinin de uzun bir dönem severek öğretim üyeliği yaptığı Lozan Teknik Üniversitesi ve Cenevre Üniversitesi mezunları ve iyi öğrencilerine Hukuk, Tıp, Tarih, Sanat Tarihi, Felsefe, Siyasi Ekonomi, Uluslararası İlişkiler gibi dallarda ödül ve burslar veriyor. 1995’ten beri Yönetim Kurulu, 2000 yılından beri de başkanlık görevini üstlendiği dünyanın en ünlü senfonik müzik orkestralarından Orchestre de la Suisse Romande’ın da hamisidir. Hatta orkestrası 1998 yılında İdil Biret eşliğinde AKM’de konser vermiş.

“Le Turquetto”
Arditi’nin bütün romanlarında yalnızlık ve çocukluk temaları bir biçimde ağır basar. İçinden tanıdığı zengin ve soylu çevrelerin yaşamından hareketle dünyaya, dinlere, sosyal sınıflara, bağnazlıklara, önyargılara son derece eleştirel yaklaşan yazar son romanına kadar sürekli bir biçimde kahramanları arasına ustaca bir Türk figürü, Türkçe sözler, hatta küfürler katmıştı. İlk kez yazdığı tarihi romanında yetim ve öksüz, fakat olağanüstü resim yeteneği olan bir çocuğun, Konstantinopollü Yahudi “Küçük Türk”ün hayat hikâyesini anlatıyor. “Le Turquetto” 12 yaşında sığındığı Venedik’te usta Titien çapında büyük ressam olacaktır, ama toplumsal yapı onu asla kabullenmeyecek, hep bir “Yabancı” kalacaktır.

Gür ak saçlarının altındaki, hafiften kırlaşmış kaşlarını saklayan siyah ve kalın çerçeveli gözlüklerin ardından pırıl pırıl ışıldayan zeki kara gözleri, utangaç çocuksu bir edayla sürekli gülümseyen çehresi son derece saygılı ve sıcak, alçakgönüllü ve bilge tavırlarıyla insana huzur veren bir kişilik. “Kariyer ve servetimi iş dünyasında yaptım. Ancak daima sol hassasiyetli ve inançlı bir insan oldum... Eserlerimde büyük sermayelerin insanlık için ne denli tehlikeli olduğunu kendimce anlatmağa çalıştım... Yazmağa başladıktan sonra etrafımda yakın bildiğim çoğu İsviçreli zengin yok oluverdi... Kendisine çok şey borçlu olduğum İsviçreli (kadın) filozof Jeanne Hersch’in dediği gibi, ‘İnsanlık haliyle uğraşıpta bir paradoksta tökezlerseniz, bilin ki doğru yoldasınız!’...


Metin Arditi
..............................................................................
(Yukardaki yazının daha kısa bir biçimlisi 13 Kasım 2011 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.)