Martine Gozlan: “Türk Hilesi”

Bu haftadan itibaren ayda bir kez Fransa’da Türkiye etrafında veya Türkçe’den çevrilerek yayınlanan kitapları, birtakım süreli yayınların dosya biçiminde Türkiye özel sayılarını, hazırladıkları çalışmaları tanıtmak istiyoruz. Bu konuda önceliği yeniliklere verip her yazıda bir biçimde önemsediğimiz daha eski bir iki yayını da (bugün hariç) kısaca eklemek niyetindeyiz. Böylelikle zaman içersinde meraklılara küçük bir kaynakça, meraksızlara da belki yeni merak ufukları yaratabiliriz...

Başka bir ülke, halk, kültür üzerine yapılan yayınların zenginliği ve çeşitliliğini bir toplumun, özel durumumuzda Fransız toplumu ve kamuoyunun, farklı bir toplum veya kültüre, özel konumumuzda Türkiye’ye ilgisinin en sağlıklı ölçütlerinden biri olarak gördüğümüzün baştan altını çizelim. Ayrıca öteki toplum ve kültürler hakkında yeterli görgü ve bilgi kaynakları, yayıncılık faaliyetleri Türk kamuoyunun da yeterince bilmediği için ilgilenmediği, ilgilenmediği için de bilmediği alanlardır. Neredeyse salt kulaktan dolma haber artıkları ve önyargılarla kemikleşen mutlak görüşler halklar, tek tek bireyler kadar onların siyasi, idari, kültürel temsilcilerinin tepkilerini ve davranışlarını mükemmelen açıklayabilir. Buna çok daha girift uluslararası, sınıfsal ve benzeri etkenleri eklediğinizde ortaya en hafif deyimiyle sağırlar diyaloğu, en aşırı biçimiyle de çatışma ve savaşlar çıkabilir. Böylesi bir fasit daireden kurtuluş ya koşulların zorlaması, ya da bilinçli ve uzun soluklu bir mücadele, etkileşim ve iletişimle olasıdır, diye düşünüyoruz.

Fransa’da yaklaşık 40 yıldır bir hayli yakından izlediğimiz göç sorunları dahil Türk, Türkçe ve Türkiye türevi konularda yayınların, haberlerin kıtlığı gerçekten de Fransızların Türkiye’yi ne kadar az tanıdığının değişik bir açıdan göstergesidir. Fazla değil 10-15 yıl öncesine kadar -verilerimiz biraz sübjektif kalsa da- Türkiye’de Fransa’ya ilişkin gündelik gazeteler dahil medya ve yayıncılık, habercilik faaliyetleri, yani Fransız toplumu ve kültürünün Türkiye’ye yansımasını yuvarlak ve simgesel bir rakamla ifade edecek olursak 100 kabul edelim. Türkiye’den Fransa’ya yansıyanlar iyimser ihtimalle 1 bile değildi. Kaldı ki bu oranı salt habercilik açısından ele alırsak 1’e 1000 demek dahi abartılı kaçmazdı. Şayet denklemi televizyon ve radyo bağlamında kuracak olursak dengesizlik ölçülere sığmaz. Bugün bile bir çok Türk televizyon, radyo, gazete ve dergisinin yansıttığı Fransa ile Fransız medyasının yansıttığı Türkiye arasında kıyas kabul etmez bir dengesizlik mevcuttur. Bu dengesizlik çok sayıda bilimsel çalışmanın konusu, hedefi olabilir, olmalıdır. Kaldı ki Fransa ve Fransızlar hakkında Türkiye’ye yansıtılan bilgi ve haberlerin sayısal çokluğu nitelik açısından ne denli sağlıklı ve doğrudur sorusu da başlı başına bir başka sorundur.

Kısaca ve ayda bir yansıtmağa çalışacağımız, daha sınırlı bir alan olan kitap ve dergi yayıncılığında son 10 yılda, nispeten önemli boyutlarda ilerleme kaydedildi. Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal, belki Fransa özeli ve 80’li yıllardan hareketle birazcık Nedim Gürsel dışında hemen hemen hiç bir Türk yazarının tanınmadığı, Türkiye etrafında özgün bilimsel veya kültürel içerikli yapılan yayın sayısının yılda tek elin parmak sayısını güç belâ geçtiği veya geçemediği kısır-kesat bir 60 yıl yaşandı. Fransa’da Türkiye’deki siyasi ve kültürel hayata olan ilgi adeta II. Dünya Savaşı ile tükenmişti. Başka vesilerle bu konudaki görüş ve bilgilerimizi okurlarımızla zaman zaman paylaşacağız. Ancak bu olgunun araştırma ve incelemeye değer bâkir bir alan olduğunu şimdiden vurgulayalım. Daha fazla uzatmadan köşenin siftahını kısa bir süre önce çıkmış bir polemik denemesiyle yapalım.
Fransız basının tanınmış Ortadoğu ve İslam dünyası uzmanlarından Martine Gozlan’ın Grasset yayınlarından geçtiğimiz Kasım ayında piyasaya çıkan son kitabının adı “L’imposture turque”. Bu başlığı “Türk Sahteliği/ Sahtekârlığı/ Üç Kâğıdı/ Düzenbazlığı/ Yalanı/ Aldatmacısı/ Takiyyesi” diye çevirmek de mümkün. Biz yaratabileceği olası tepkilerde dahil bir çok nedenle “Türk Hilesi” diye çevirmeyi tercih ettik. Yazar bu ilginç siyasi denemesinde son bir yılın gündeminin baş konularından “Arap Baharı”ile Türkiye arasındaki olası ilintileri soruşturuyor. Bir kısım Arap ‘devrimci’lerinin “Türk modeli”ne atıfta bulunmalarını, “Ilımlı İslam”dan söz etmenin doğru olup olmadığını sorguluyor. Fakat 118 sayfalık çalışma esas olarak AKP iktidarı ve Türk İslam deneyiminde odaklanıyor.
Martine Gozlan kuruluşundan beri bünyesinde merkezci bazı kişilik ve kalemler barındırsa da radikal sol eğilimli ve en sert Sarkozy muhalefeti yapan haftalık Marianne dergisinin Dış haberler servisi şefi. Daha önce “İslam ve Cumhuriyet” (1994), “İslamcı Köktendinciliği Anlamak İçin” (2002), “Allah’ın Cinsiyeti” (2004), “İslam Arzusu” (2005), “Sünniler, Şiiler: Birbirilerini Niçin Öldürüyorlar?” (2008) ve yine 2011’de yayınlanan “Tunus, Cezayir, Fas: Halkların Hiddeti” başlıklı özgün gözlemlere, yerinde yapılmış derinlemesine araştırmalara dayanan deneme ve anlatı kitapları var. 1980’lerden itibaren önce L’Evénément du Jeudi, bu dergi kapandıktan sonra aynı ekiple yayınlanan Marianne’da “Grand Reporter” sıfatıyla çalışan Gozlan makale ve dosyalarında laik, demokrat ve kadın haklarında tavizsiz duruşuyla Müslümanlar arasında olduğu kadar, Fransız tutucu çevrelerinde de tepkilere neden olmuş bir kişilik. Özellikle İslamcı karşıtları bu cesur gazeteciye kadın ve Yahudi kökenli oluşundan ötürü Afganistan, Cezayir, Filistin, Irak, İran, Libya ve benzeri ülkelerdeki sorunlara terörizm, köktencilik, şeriat gibi risk ve boyutları katması nedeniyle İslamofob, İslam düşmanı damgasını vurmuş durumdalar.

“Türk Hilesi”
Martin Gozlan’ın Türkiye’deki söyleşi, gözlem ve incelemelerine dayanan “Türk Hilesi” başlıklı çalışması giriş hariç dört bölümden oluşuyor: “Demokratik(lik) Hilesi”, “Laik(lik) Hilesi”, “Jeopolitik Hilesi” ve “Ilımlı İslam Hakkında”. Kitap her ne kadar Gozlan’ın uzun yıllardır yakından izlediği , sıkı sık gidip geldiği Türkiye konusundaki somut izlenimlerini yansıtsa da, yazar İslam dünyasının tek çağdaşlaşma, sekürleşme yolunda yapısal adımlar, hatta temeller attığına inandığı bu ülkeden hareketle bir siyasi deneme kaleme almış. İlk üç bölümde uzman, ancak bir dış gözlemci sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının üç büyük yalan üzerine kurulduğunu kanıtlamaya çalışıyor: Demokratiklik, laiklik ve jeopolitik çizgi. Özellikle son bölümde de Türkiye örneği çevresinde farklı İslami hassasiyetli ülkeler veya Müslüman toplumlar olup olamayacağına dair şahsi tezlerini sergiliyor.

Kitabın “Demokratik Hile” bölümünde, “Nasıl bir demokrasidir ki, hiç bir yeterli kanıt, hukuki yargı olmadan gazeteciler elleri kelepçeli hapse atılırlar? Burası El Esad’ın Şam’ı, devrim öncesinin Kahiresi, Tunusu mudur?” diye hesap soruyor Gozlan. “İfade özgürlüğü sıralamasında 178 ülke arasında 138. sırada yer alan bir ülkenin başbakanı hangi yüzle Demokratik rejim olduğunu savunabilir? Bilim kurgu çizgi roman gibi Ergenekon suçlamasının arkasına ne kadar saklanılabilir?” Hürriyet grubu gazetecilerinden Barçin Yinanç’ın hiddetten yüzü kızararak, kendilerine nasıl otosansür uygulamak zorunda olduklarını anlatıyor. Gozlan bu gruba vergi mahkumiyetiyle indirilen darbeleri ve grubun iktidara boyun eğmesini, Nuray Mert, Ahmet Hakan gibi AKP iktidarına ilk başta yapıcı bakan, ama sonraları eleştirel bir dil kullanan bazı gazetecilerin başına gelenleri aktarıyor. İktidarın yayın organı Yeni Şafak gazetesinin liberal kanat yazarlarından Ali Bayramoğlu’nun dahi (!) şikayetçi olduğunu yazıyor. “Ama” diyor Gozlan “Maalesef Mümtaz’er Türköne gibi bu baskıcı rejimin katıksız gayri resmi sözcüsü olmuş gazeteciler de mevcut... 10’u kadın 68 gazeteci hapiste yatıyorsa ortada demokratiklik değil sahtekârlık vardır...”

Aldatmaca Laiklikle Saptırmaca Jeopolitik Çizgi
İstiklâl caddesinde lokantalarda çalışan garson gençlerle konuşuyor: “Erdoğan kendini Padişah sanıyor. ” Gozlan 2004’te dinci muhafazakârların etkisiyle Cezayir’de yüzlerce barın kapatılmasıyla İstanbul’daki alkol kısıtlamaları arasında paralellikler görüyor. Gazeteci Kadri Gürsel ile toplumun gözle görülür bir biçimde, adım adım siyasi bir İslama kaymasından duyduğu endişeleri paylaşıyor. Gürsel’e göre, Erdoğan din ve muhafazakârlık çatlağıyla sınıf ve kültür farklılığı geliştiriyor, batı-burjuvazi ve laiklik karşıtı bir söylemle toplumu bölüyor, laik demokrasiyi zayıflatarak şeriatçı bir söyleme zemin hazırlıyormuş. Gozlan Çarşamba mahallesindeki içler acısı kara çarşaflılar karşısında duyduğu şaşkınlığı, “Burası Tahran mı, İstanbul mu?” diye sorarak ifade ediyor. İş kadınları, kadın dernekleri temsilcileriyle görüşüyor gazeteci. Hepsinin ortak endişesi doğurganlık teşviki, kadının aktif hayata katılımına getirilen geleneksel ve dini kılıflı gözükmeyen engeller, vb... Gozlan’a göre “Anadolu’nun sosyo-ekonomik gelişimini iyi takip eden Erdoğan hocası Erbakan kadar dogmatik olmasa da İslamcıydı, İslamcı ve İslamcı kalacak. Laiklik onun için şimdilik bir arada yaşanması gerekli bir zorunluluk... Ama hiç samimi olunmayan tamamen aldatmaca bir tavır.“

Diplomat kökenli AKP milletvekili Yaşar Yakış, Abdullah Gül’ün isteğiyle bir gecede yazdığı “Türkiye’nin jeopolitik çizgisi”nden son 5 yıl içersinde nasıl dönüldüğünü diplomatik dille Martine Gozlan’a anlatıyor. “Filistin Türkiye’nin acil sorunu değildi...Nükleerleşmekte olan büyük bir komşu, İran ile yakınlaşmaktan hiç bir çıkarımız yok...” Yakış Batı-AB yanlısı, İslami açıdan yakışıkşız bir jeopolitik çizmişti AKP’ye. Bu jeopolitik çizgi ilk yıllarda Erdoğan iktidarına zaman ve yandaş kazandırdı. Fakat Gozlan’ın deyişiyle saf “Ak” parti artık kendi kanatlarıyla uçabileceğine güvendiği için jeopolitik çizgisindeki sahtekârlığı da giderip, gerçek yüzünü Doğu’ya çevirmekten çekinmiyor, hem de Batı’daki düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek pahasına!!! Gozlan bu noktada Fransa’daki iktidarın, Türkiye gözüyle Hürriyet gazetesinin 2006’daki manşetlerinde vurguladığı gibi “Fransız Salaklıkları”nın altını da çizmeden geçmiyor.

Ilımlı İslamcılık mı dediniz?
“Ilımlı İslam’a inanmak isterim. Hatta Türkiye bu yolda belki bir örnek olabilir ama Türk toplumu Atatürk ve bugünkü yandaşlarının kurduğu setler ve direniş sayesinde henüz İslamcı değil, Müslüman ağırlıklı, demokratikleşme yolunda mücadele veren bir ülke. Yarın İslamcı olursa ılımlı olabilir mi, kuşkularım var?”

Yazar kitap hakkında kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Ben ‘Hile’ (yada Sahtekârlık) deyimini Erdoğan’ın kendi iktidarını İslamcılıkla Demokrasi arasında ‘Mutlu İzdivaç’mış gibi göstermeğe çalıştığı söylevini tasvir etmek için kullanıyorum”, şeklinde konuşuyor. “Ben Orhan Pamuk, Yaşar Kemal’in Türkiyesi’ni seviyorum... Kadınları eşit görmeyen, muhaliflerini, gazetecileri hapse atan bir başbakanın Türkiyesi’ni değil...” Martine Gozlan kitabını şu sözlerle noktalıyor: “Hangi demokrasi ? Recep Tayyip Erdoğan fikrinin özünü şöyle anlatmış: ‘Demokrasi otobüs gibidir. Varılacak yere geldik mi inilir.’ Peki varılacak yer neresi?”
.......................
Martine Gozlan, “L’imposture turque” – Eds. Grasset / Paris, 2011

Uğur Hüküm – Paris / 7 Ocak 2012 / [email protected]