Fransız solu 2 – 'FKP ve SP'

Dünyanın neresinde, çağdaş zamanların hangi diliminde olursak olalım azıcık sola katılmış, mücadele etmiş herkesin yakından tanıdığı bir olgu vardır: “Bölünmüşlük”. Sol, insana özgü bir karakteristik de olsa, tek hücrelilerin doğal hızını aşan bir süratle bölünmeye, parçalanmaya bayılır. Hem de her bölünen veya bölen, o anı yaşarken yüzde 99,99 haklıdır. Bir başka yaygın bilinen de sorunun çözümdür. Her daim varolmuş bölünmüşlüğün devası, mucizevi bir ilaç, panzehiri de “Birlik”tir. Zira “Birlikten kuvvet doğar”, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”dır, değil mi? Sorun bu kadar açık (!), çözüm bu kadar basitken (!) insan denen ‘akıllı’ yaratık ilerici, solcu, devrimci, sosyalist, komünist sıfatlarını kendine yakıştıran ‘üstün’ birey ve de onların daha da bilinçli örgüt(lenme)leri bu engelleri niçin aşamazlar? Aşsalar da, iktidar olsalar da, iktidarı tarihe dönüştürecek kadar uzun yıllar yaşasalar da bir biçimde kendi çukurlarını kazmayı ihmal etmezler!!! O zaman “mücadele” niye diye sorgulayabilirsiniz? Haklısınız...

Spartaküs”ten “Indignés/Öfkeliler/İşgalciler”e, başta “SSCB” (1917-1991) deneyimi olmak üzere, örneğin Paris Komünleri, Fransız ve İspanyol Halk Cepheleri, Küba Devrimi, Ortak Sol hükümetleri veya adını, yerini bilmediğimiz, zikretmediğimiznicesinin “Daha iyi bir bugün, daha güzel yarınlar” için verilmiş kavgalarının kazandırdıkları boşa gitmedi. Ateş, elektrik nasıl insanlığa mal olmuş son derece doğal karşılanan öğelerse sosyal güvenlik, bireysel ve kolektif birtakım özgürlükler de (çoğunluğun henüz kazanılmamış da olsa) artık o denli doğal karşılanan, karşılanması, alınması zorunlu haklar biçiminde gündelik hayata, belleklere girdi. Yerküremiz sayılabilen ve tanımlanabilen ölçütlerle bakıldığında belki de tarihinin her döneminden daha zengin donanımlı fakat sosyo-ekonomik açıdan en derin eşitsizlikler içinde yüzüyor. Sözgelimi Afrikalılar, Afganlar, Çinliler, İranlılar, Ruslar, Suudiler, Yunanlılar hatta Türkler içinen ilkel bazı özgürlük, eşitlik gerekleri sözkonusu olmasa da, ya da kâğıt üstünde kalmışsa da zihinlerde, bilinç bir biçimde yer etmiş, uyanmıştır. Öyleyse tek tek ve/veya birlikte düşürülmesi zorunlu kaleler, alınması gereken cephelerin üstüne yürüyüş devam edecektir, etmek zorundadır. İşte geçen haftadan beri anlatmak istediğimiz “Fransız Solunun Minik Tarihi”, şahsi kanımızca bu yaklaşımın tipik tasviridir.

Tours Kongresi’nden Halk Cephesine
Egemen güçlerin monarşik çözümlerle bocaladığı, büyük burjuvaların küçük burjuvalarla palazlanmaya başlayan her boydan bürokrasiyi kolladığı, yollandırdığı 18. Yüzyıl sonundan, daha doğrusu 1789 Devrimi’nden itibaren Cumhuriyet ilkesine en sıkı sarılan Fransız emekçileri, işçi sınıfı I. Dünya Savaşı’dan aldığı ders ve Sovyetler Birliği’nin verdiği ivmeyle “Saman ile çöpü ayırma” kaygısına düştü. İşçi sınıfının siyasi örgütlenmesinin “ari”leşmesi (!) uğruna, tarihsel bağlamın da getirdiği kaçınılmaz bir “kristalleşme” süreci sonucu II. Enternasyonal yani İşçi Enternasyonali’nin Fransız Seksiyonu’nun (SFIO/İEFS) 1920’de düzenlenen 18. (Tours) Kongresi dünya çapındaki bir bölünmeyi Fransa ölçeğinde tescilledi. 1919’da Moskova’da kurulan III. yani Komünist Enternasyonal (Komintern) yanlıları Tours Kongresi’nde çoğunlukta olduklarından ötürü bir başka örgütlenme modeli ve partiyi oluşturmaya karar veriyorlardı. Zaten III. Enternasyonal yönetimi ve Fransız temsilcilerinin İEFS markasını kimseye vermeyi niyetleri yoktu. Ne var ki, günümüz Fransız sosyalistlerinin atası İEFS’lilerle, onların solunda yer alan Fransız Komünist Partisi’nde (FKP) örgütlenen yoldaşları 91 yıldır sürdürdükleri rekabetlerini çoğu zaman “organik/ stratejik” veya “destek/taktik” birlikteliğe dönüştürmekten hiç çekinmemişlerdir.

Ancak çizdiğimiz tablonun “kendiliğinden/otomatik”, doğal bir akış içerisinde cereyan ettiğini sananlar çok yanılırlar. FKP’nin tanınmış yöneticilerinden, ideolog-yazar, 33 yıl milletvekilliği ve partinin merkez yayın organı L’Humanité gazetesinin 1948-1974 yılları arasında Müdür yardımcılığı (58’e kadar) ve Müdürlüğü’nü (yani 1 numarası) yapan Etienne Fajon’un (1906-1991) konuya hasrettiği “Birlik Bir Savaşımdır” başlıklı kitabı bu mücadelenin kuramsal ve bire bir somutlanmış tanıklığıdır. FKP’nin tarihi liderleri Maurice Thorez (1900-1964), Waldeck Rochet (1905-1983)ve Georges Marchais’nin (1920-1997) yazılarının da yer aldığı bu kitap birlikteliğin zorlukları, tehlikeleri ve yararlarını anlatması açısından anlamlıdır.

Fransız sol siyasi yapılanmasının, halk içinde etkisi ve kök salmışlığının, Avrupa’nın hatta kapitalist dünyanın en direnişçi, en güçlü emekçi sınıflar ve sosyal mücadeleler geleneğine sahip olması bir raslantı değildir. Daima, her aşamada “daha iyisi ve daha doğrusunun yapılabileceği” kaydını koyarak geçmişe göz attığımızda Sosyalist-Komünistyakınlaşması ve işbirliğinin işçi sınıfına, emekçi yığınlara, bağımsızlık ve kalkınma için mücadele eden halklara paha biçilmez değerler, kozlar kazandırdığını görmememizlikten gelemeyiz.

1920’lerden itibaren Fransa’nın en güçlü (büyük değil) siyasi partisi konumuna gelen FKP Komintern’in yönlendirmesiyle iktidara katılmaya soğuk bakıyordu. Avrupa’da yükselen Faşizm ve Nazizm’e rağmen büyük bir halk desteğine sahip Fransız solu 3 Mayıs1936’da “Halk Cephesi”ni başardı. Bu başarı bütün dünyaya örnek olacak ücretli izin, haftalık 40 saat çalışma süresi, Merkez Bankası ve bazı stratejik sanayi kuruluşlarının millileştirilmesi, tahıl fiyatlarının devlet denetimine girmesi gibi kazanımlar demekti. Ayrıca temel eğitimin 14 yaşına kadar yükseltilmesi, görülmemiş oranlarda ücret artışları, işyerlerinde bireysel ve toplu sözleşme gibi kolektif sendikal haklar çalışma hayatına girdi. Bu başarıda arslan payı İEFS ile Radikal Sosyalist Parti koalisyonunu kuran, İEFS lideriLéon Blum(1872-1950) başkanlığındaki sol programlı hükümeti dışardan ve şartlı destekleyen Fransız Komünist Partisi’ne aitti. Bir yıl sürecek Halk Cephesi komünistlerin desteğini çekmesi ve Blum’un istifasıyla sona erdi. Halbuki aynı Meclis, Radikal Sosyalist Parti’nin yönetiminde Fransa’yı II. Dünya Savaşı ve Nazi teslimiyetçiliğine (1940) götürecekti.

Ulusal Direnişten Ortak Programın Zaferine
Belli bir gecikmeyle de olsa, öncelikle Fransız Komünistleri’nin ve sınırlı biçimde de Sosyalistlerin Fransa içinden, General Charles de Gaulle(1890-1970) ve yandaşlarının da Londra ve Cezayir’den Nazi işgalciler ve Vichy işbirlikçilerine karşı başlattığı direniş hareketi yalnızca bir askeri direniş değildi. Ulusal Direniş Konseyi (UDK) başından beri toplumsal ve siyasi içerikli ilkeler ve taleplerle ilerliyordu. Savaştan sonra 1945’te düzenlenen Kurucu Meclis seçimlerinde yüzde 26,2 ve 1946’da yapılan ilk genel seçimlerden yüzde 28,6 ile en büyük parti olarak çıkan, Maurice Thorez önderliğinde1 milyon üyeli FKPve Komünistler tarihlerinde ilk kez “kapitalist” bir rejimin hükümetine bakan vererek katıldılar. Bu kararda çekimser duran Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu’nun Avrupa’daki etkin varlığı, General De Gaulle’ün Vichy yönetimine sessiz kalan veya işbirliği yapan yapan geleneksel sağ politikacıları ve paranın egemenliğini eleştiren sert “hümanist” söylemi de rol oynamıştı. Kurtuluş hükümetinin programıaz değişiklikle komünistlerin etkin olduğu UDK programıydı. FKP’nin Sosyalist (İEFS) ve Radikal Sol partilerle iktidar ortaklığı ABD baskısı ve “Soğuk savaş”ın başlamasıyla 1947’de sona erdi. Bu tarihte General De Gaulle’ün kurduğu, sağ-sol ayrımını reddeden Fransız Halkının Birliği (FHB/RPF) ‘partilerüstü’ alternatif siyasi hareket şeklinde devreye girdi ve kısa bir süre sonra Fransız sağının Nicolas Sarkozy’ye kadar sürecek ana sağ siyasi akımını oluşturdu.

Sosyalist Partisi ve merkez solcu Radikal Sol Hareket 1950-58 arası hükümetlerde sıkı sık görev aldı. Guy Mollet (1905-1975), Pierre Mendès France (1907-1982) gibi liderler Başbakanlık, Konsey Başkanlığı gibi en üst düzey siyasi sorumluluklar taşısalar da kayda değer hiç bir çalışma yapmadıkları gibi egemen sınıfların yedek silahı gibi kullanılmaktan öteye gidemediler. Komünistler ise tamamen sistem dışına çıkarak toplumsal muhalefetin temsilciliğini üstlendiler. Fakat dünya ilerici ve sol kamuoyunda giderek saygınlığını yitiren Sovyetler Birliği’ne katıksız bağlılık FKP’nin ağır ağır erimesine neden oldu. Kuşkusuz FKP zayıflamasında tek etken SSCB’nin konumu değildi. Örneğin, FKP her ne kadar 68 Mayısı’nı hazırlayan sürecin temel boyutlarından birini oluştursa da, içine kapanması, katılaşması, bürokratikleşmesinin yanı sıra ufku genişleyen emekçi kitleler, gençlik, talepleri çeşitlenen aydın, kadın gibi toplumsal kesimlere cevap veremez hale geldi. Tüm olumsuzluklara karşın 80’lere kadar Fransa’nın ana muhalefet gücü olma misyonunu sürdürdü.

Aslında 60’lı yıllar Fransız solu için zorlu yıllardı. FKP’nin birlik çağrılarına kulak tıkayan İEFS, yani sosyalistler çoğu zaman merkez sağa göz kırptılar. 50li yıllarda çeşitli sol eğilimli hükümetlerde bakanlık yapmış, geçmişi epeyce tartışmalı 1965’te solun ikinci tur adayı olmayı başaran François Mitterrrand (1916-1996) ve 1969 Cumhurbaşkanlığı seçimleri adayı,Sosyalist liderlerden popüler direnişçi, Marsilya Belediye Başkanı Gaston Defferre(1910-1986) solun birlikteliği fikrinden yararlanmayı denediler. Ama başarılı olamadılar. Cumhuriyetçi Kurumlar Konvansiyonu (CKK) isimli küçük bir merkez sol hareketi kotaran Mitterrand, 1969’da adını Sosyalist Partisi(SP)olarak değiştiren İEFS’unun tarihi dönüm noktası kabul edilen 1971 Epinay Kongresi’nde hem CKK’yı SP içinde eritmeyi, hem de partinin başına geçmeyi başarıyordu.

FKP ve lideri Georges Marchais’nin uzun zamandır savunduğu “Sosyalizmin yolunu açacak” solun Ortak Programıfikrine sarılan Mitterrand ve SP, 1972 Martı’nda düzenlen Suresnes Kongresi’nden “Hayatı Değiştirmek” sloganıyla çıkıp, Haziran ayında FKP ve RSH ile Ortak Programı imzalayacaktırlar. 1974 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solun tek adayı olarakValery Giscard d’Estaing’e 400 bin oy farkla kaybeden Mitterrand, 1981’de Fransız halkının beklediği umutları boşa çıkartmayıp Fransa’nın ilk sol Devlet Başkanı sıfatıyla tarihe geçecektir. Fransa’da 1936 Halk Cephesi’nden bu yana sol tarihi bir zafer kazanarak gerçek biçimde bir çığır açmaya hazırlanıyordu. En azından o günleri içinden yaşayan biri olarak buna inanıyorduk. Omuzlarımızda taşıdığımız çocuklarımızın ellerine tutturduğumuz kırmızı karanfiller hayallerimizi bir başka ateşliyordu.

“Geleceği düşünenler için daima bir gelecek vardır”, diyordu Mitterrand 10 Mayıs 1981’de. İzninizle istemeyerek de olsa bir diziye dönüşen bu Fransız Solu’nun Minik Tarihi’nin sonunu, solun Ortak Programı’ndan yeni bir dönüm noktası olmasını hâlâ ümit ettiğimiz bir başka geleceğin arifesine uzanan, günümüze kalan faslı da gelecek haftaya bırakalım.

Paris – 26 Kasım 2011 / [email protected]