Fransa’ya, Fransız Soluna tarihsel fırsat

Sanırım geçtiğimiz Salı günü Türkiye’den değerli bir meslektaşım bir sohbet sırasında, mizahla karışık “Fransa’ya toz kondurmuyorsun, hani yani!”, dedi. Genel seçimlerin Sol’un, Sosyalistlerin zaferiyle sonuçlandığı bir gün önce kesinleşmişti. Sevinçliydik. Ne tartışacak halim vardı, ne de zamanımız. Üstelik o Türkiye’den bakıyordu, ben burada yaşıyordum. Kuşkusuz yazdıklarımı benden daha objektif biçimde değerlendirebilecek bir konumdaydı. Demek ki Cumhuriyet gazetesindeki haberlerim ve yazılarımdan böyle bir izlenim çıkartmıştı. Olabilir. Fakat görüşüne katılmam mümkün değildi. Bir kere ve öncelikle bu sütunlardaki amacımızın Fransız solunda yaşanmışları, yaşanmakta olanları, olası yaşanabilecekleri at gözlüğü takmaksızın aktarmak olduğunu her vesileyle tekrarlamıştık. Solun tanım babında, doğası icabı içinde bulunduğu ortam ve sistemlerle antagonist birtakım çelişkileri daima var olmuştu, olacaktı.

Fransa gibi sınıf mücadeleler tarihinin en ileri örneklerini vermiş, sosyal bilinci yüksek, demokratik duyargaları epeyce hassas olmasına rağmen, resmi sömürgeci bakış ve düzenini, fazla değil topu topu 50 yıl önce geride bırakmış (kalıntıları yer yer hâlâ dışarı vuran), dünya kapitalist sisteminin en güçlü ülkelerinden biri olduğu gerçeğini reddetmek herhalde bize düşmez. Daima bu bilinçle yazmağa çalışıyoruz. Ancak akla kara arasındaki ak, ya da kara kadar hayati önemdeki farklı renkleri görmeyen, görmek istemeyenlere zaten pek sözümüz yok. Şimdilik şu kadarını söyleyelim. 22 Nisan – 6 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve 10-17 Haziran Genel seçimleriyle Fransa’nın , Fransız Solu’nun tarihsel bir fırsat daha yakaladığına inanıyoruz. Buralarda 1981’den sonra ikinci kez kayda değer bir süreci içinden yaşayacağımızdan ötürü sevinçliyiz. Yakın tarihte, son yüzyılda insanlık adına öylesine eşsiz fırsatlar harcadık ki, şimdi elimize geçeni yeterince değerlendiremezsek bile, salt deneyimden ötürü memnun olacağımızı baştan belirtmek isteriz.

Tam sonuçlar ve dersler
17 Haziran Pazar günü düzenlenen milletvekili seçimlerinin ikinci turunda geçerli oyların yüzde 51,29’u Sol’a giderken, yüzde 44, 37’si de Sağ’a çıkıyordu. Bu epeyce parlak gibi gözüken tabloya hemen eklemek gerekir ki, bazı ciddi gölgeler düştü. Zira kayıtlı 43.233.648 kişiden sadece 23.952.486’sı oyunu kullanmak zahmetine katlanmıştı. Yani yüzde 44,59 gibi müthiş bir azınlık (!), 19.281.162 seçmen oy kullanmamıştı. 923.178’de beyaz ve geçersiz oy vardı. V. Cumhuriyetin hiç bir döneminde genel seçimlerde bu kadar düşük katılım görülmemişti. Demokrasinin seçim boyutu, hele hele artan bir katılımcılık (sözüm ona) bilincine karşın hiç bu kadar utanılacak bir düzeye düşmemişti. Alınması gereken ilk ders herhalde bu olumsuzluğun tespitiydi.

577 kişilik Millet Meclisi’nde liste ortaklarıyla 315, sol (Yeşiller yüzde 5,46 ile 18, Sol Cephe yüzde 6,91 ile 10) müttefikleriyle 343 koltuklu mutlak bir çoğunluğa ulaşan Sosyalist Partisi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısının rastlantı, ya da yalnızca fanatik bir Sarkozy tepkiselliğinden kaynaklanmadığı kanıtlanmış oluyordu. Sosyalistlerin ortak listelerinde sadece partiden seçilenlerin sayısı 278 iken, aynı listede yer alan Sol Radikal Parti, Cumhuriyetçi Yurttaş Hareketi, Guyana ve Martinik Sosyalist Partileri vekilleriyle 307’ye çıkıyor. Buna siyasi müttefikleri Sol Cephe (Fransız Komünist Partisi, Sol Parti, FASE ve diğerleri) ve Avrupa Ekoloji-Yeşiller hareketi eklenince ortaya mutlak çoğunluk olan 289’un çok üstünde bir rakam çok rahat bir rakam çıkıyor. Yeşiller ve Sol Cephe örneklerinde olduğu gibi alınan oy yüzdesiyle çıkartılan milletvekili sayısı arasındaki dengesizlik nispi çoğunluk sistemiyle Sosyalist Parti ile yapılmış yerel seçim ittifaklarından kaynaklanıyor. Bir başka deyişle Fransa net bir çoğunlukla alternatif bir iktidar istiyordu. Bu dilek yerine getirildi.

Bu seçimlerin 3. önemli dersi aşırı sağcı ve milliyetçi Milli Cephe (FN) partisinin ilk turda aldığı yüzde 13,6 oyla ülkenin 3. Partisi konumuna yükselirken, yine seçim sistemi nedeniyle Millet Meclisi’nde 2 koltuğa sahip oldu. Milli Cephe’nin eski lideri Jean-Marie Le Pen’in ezeli düşmanı bir başka aşırı sağcı kişilik de bağımsız milletvekili seçilerek meclisteki aşırı sağcıların sayısını 3’e yükseltiyor. Ülkenin ikinci büyük siyasi gücü ve ana muhalefet partisi UMP (Halkçı Hareket için Birlik) ise 2007 seçimlerinde ortaklarıyla 328 koltuğa sahipken yeni mecliste 229 vekile düşüyordu.

2012 seçimlerinin bir başka olumlu özelliği, henüz tam eşitlik çok uzak olsa da 44 koltukluk bir artışla meclise 155 kadın vekilin girmesinde yatıyor. Bu rakam tarihin en yüksek oran ve sayısı. Bu arada bütün sosyalist bakanlar sıkı bir sınavdan geçerek seçimlere girdiler ve tam kadro seçildiler. Devlet Başkanı François Hollande ve Başbakan Jean-Marc Ayrault ilkesel olarak vekil seçilemeyen bakanı mecliste görmek istemediklerini daha önce duyurmuşlardı. Örneğin, geleneksel sağın kalesi diye bilinen, ülkenin ikinci büyük kenti Marsilya’da Özürlülerden Sorumlu Bakan Marie-Arlette Carlotti’nin bölgenin ağası nitelenen, UMP’li rakibi 19 yıllık milletvekili, eski bakanlardan Renaud Muselier’yi net bir skorla (%51,8) saf dışı bırakması önemli bir sürpriz yarattı. Meclis bu seçimlerle yüzde 40,55 oranında yenilendi. Meclise 234 yeni milletvekili girdi. Ayrıca Meclis Sosyalistlerin listesi sayesinde yine ilk kez bu denli “renklendi”. Bourbon Sarayı’na (Millet Meclisi bulunduğu sarayın adı) 2 Afrika, 5 de Arap kökenli milletvekili katıldı. Nicolas Sarkozy’nin çoğu “büyük başı” seçimleri kaybetti. Claude Guéant, Frédéric Lefebvre, Michèle Alliot-Marie, Nadine Morano, Rama Yade yarışmadan başı önünde ayrıldılar. Bu arada Sosyalistlerin iki ağır topu Ségolène Royal ve Jack Lang da yeni seçim bölgesi haritası nedeniyle meclisteki koltuklarını yitirdiler.

Solun solunun tavrı
Sosyalist iktidarın Solun Solu yani Sol Cephe ve de özellikle Fransız Komünist Partisi’ne yaptığı hükümete katılma davetine Komünistlerden “Hayır” cevabı geldi. 18 Haziran’da toplanan FKP Ulusal Konseyi tartışmalardan sonra, 11’e karşı 93 oyla aldığı kararla hükümete katılmayacağını açıkladı. 20 Haziran’da yapılan Ulusal Konferans’ta 500 delegenin onayına sunulan 3 önemli Ulusal Konsey kararı şöyle özetlenebilir:

1) Sol Cephe’nin de katkılarıyla Solun kazandığı zaferlerin umutla beklenen sonuçları elde etmesi için elimizden gelen herşeyi yapmağa hazırız. Ancak bunun için François Hollande’ın tasarısında birtakım yön değişiklikleri şarttır. Mevcut bütün gücümüzü parlamento ve hükümetten geçecek köklü değişimlerin önünü açacak öneriler, fikirler, eylemler ve siyasi birliktelikleri hazırlamak için kullanacağız.

2) Önerilerimizin ısrarlı bir tavırla dikkate alınmaması nedeniyle Ayrault hükümetine katılmamıza uygun koşullar oluşamamıştır. Bu karar geleceği bağlayıcı bir karar değildir. Şayet ilerde taleplerimizi kapsayacak, gözönüne alacak bir gelişme sağlanırsa hükümette görev alabiliriz.

3) Sol Cephe’nin seçim seferberliği sayesinde aldığı sonuçlar, yarattığı halk ve yurttaş hareketi bizleri aynı doğrultuda çalışmaya davet ettiği gibi, Sol Cephe ile başlattığımız girişimlerimi genişletmek, büyütmekte kararlıyız.

10 Sol Cephe milletvekilinin sözcüsü André Chassaigne yaptığı açıklamada, kendilerini iktidar “çoğunluğu“ içerisinde gördüklerini, amaçlarının “hükümetin metinlerini geliştirmek için yapıcı bir konum ve duruşu sağlamak” olduğunu ifade etti. FKP’nin bir numarası, Ulusal Sekreter Pierre Laurent ise ilkelerinin somut yapıcı eylemlerle belirleneceğini kaydetti. Laurent Sol Cephe’nin 4 milyon seçmeninin Sosyalist iktidarın kurulmasını sağladığını hatırlatıp, hükümetin acil toplumsal bazı ihtiyaçları derhal karşılamaktan uzak olduğunu söyledi. Laurent Sol Cephe’nin acil taleplerini üç somut istemde topladı: 1) Asgari ücretin 1700 avroya yükseltilmesi, 2) 60 yaşında emeklilik hakkının herkese açılması, 3) Avrupa Bütçe Disiplini Antlaşması için derhal yeniden müzakerelere başlanması.


(Sol Cephe / Yurttaş Devrimi –“Lobiler – Sosyal Ucuzluğu )

Fransız soluna toz kondurmak
Salı günü Meksika’da başlayan G20 Zirvesi’ne paralel bir basın toplantısı düzenleyen İngiltere Başbakanı neoliberal David Cameron, inanılması zor bir pişkinlikle Fransa’da gelecek yüksek vergilerden kurtulmak isteyen mali ve iş çevrelerini kırmızı halı döşeyerek ülkesinde ağırlamaya hazır olduğunu söyledi. Cameron’a bu denli küstahlaşma cesaretini veren dünya düzeni, sermaye çevrelerinin mutlak egemenliğini gittikçe gericileşen bir tavırla insanlığa empoze etmeğe çalışıyor.

Okurlarımıza sormak istiyoruz: Şu anda Avrupa’da, ya da Latin Amerika dahil, BUGÜN dünyanın hangi köşesinde ılımlı veya radikal sol bir söylem ve programla bir Devlet Başkanı veya hükümet adamı seçilebiliyor? Güney Amerika’nın Brezilya, Venezüella gibi 2-3 doğal kaynak zengini ülkesinin dışında kim, ne cesaretle kamu yararına sosyalist, toplumcu ve ilerici önlemler, tasarılar içeren iktidar programları önerebiliyor? Kendi seçmeni, ya da uluslararası kamuoyu önüne “Ben sosyalistim, devrimciyim! Zenginlerden kesip yoksullara vereceğim, bütün hayati kararlara yurttaşları da katacağım”, diyebilecek yürekte kaç politikacı var? Dikkat dikkat! Bu sorularda kendi söyleyip, kendi dinleyen ve seçmen potansiyeli yüzde sıfır virgül küsurları aşamayan marjinal siyasetçi veya siyasi hareketlerden söz etmiyoruz. Yüzde 50’leri yakalayarak, alternatif iktidar olmaya aday veya iktidar olmuşlardan konuşuyoruz.

Emekçileri işverenlere, dargelirlileri banka ve sigorta sektörlerine iyice bağımlı kılmaya kültürel gelişmeyi gelenekler, özgürlükleri ahlak veya din adına kısıtlamaya kürtajı yasaklamaya, kadını aktif hayatın dışına itmeye, eğitim sistemlerini boyun eğmeyi erdem gösterecek düzenlere çekmeye çalışan bir dünyada yaşıyoruz. Fransız solu, iktidardaki reformcu eğilimli Sosyalist Partisi net bir söylemle bu gelişmelere karşı çıkıyor. Ama etrafında onu daha radikal tavır almaya itebilecek, bu yönde mücadele verecek örgütlü bir Sol çevre mevcut. Var mı tanıdığınız başka bir ülke ve böyle bir kitlsel destekli sol?

Her durumda Avrupa, hatta dünyada hiç bir gelişmiş ülkenin sahip olmadığı bir Sol siyasi konum ve güçler dengesine sahip bugünkü Fransa acaba kendi ücretli kesimlerini, emekçi sınıflarını koruyabilecek, azgın liberal piyasa ekonomisi ve kapitalizme bir nebze olsun sınır getirebilecek bir süreçte öncülük yapabilecek mi, kalıcı, örnek bir adım atabilecek mi? Ne dersiniz bu solu toza mı boğalım? Yoksa eleştirel biçimde sahip çıkıp, daha temiz konumları hazırlayabilmesi için yanında, içinde mücadele mi verelim?