Fransa’da solun gölgesi (bile) hâlâ korkutuyor

11 Mayıs 1981 sabahı Kızılordu Paris’e girecek!” Tam 31 yıl önce saf Fransızların bir kısmı, ülkede sol iktidara gelirse ertesi gün Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Fransa’da da iktidarı ele geçireceğine, Kızılordunun Champs-Elysées bulvarında resmigeçit yapacağına inanıyordu. Sağ cenahın yüzyıldır koro halinde terennüm ettiği “Komünizm hayaleti” elbette bir biçimde etkisini gösterecekti. Kızılların karısını, kızını, bacısını ya da tavuğunu, ekmeğini, soğanını vs kapacağı takıntısı çoktan aşılmış olsa da, sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterrand ve de özellikle komünist bakanların hükümete girmesi korkusu mülk ve para fobilerini depreştirmişti.

Kâbusu ne olursa olsun saf Fransızlardan yerinden kıpırdayabilecek olanlar zaten yok denecek denli azdı. Azgın kapitalistlerin paracıkları da ya çoktan kapağı İsviçre’ye atmış ya da Cenevre’de bankaların veznelerinde kuyruktaydı. Otomobil bagajları ve bavullardan taşan franklar motorsiklet, bisiklet tekerleklerine dolduran altınlar, mücevherler kulaktan kulağa, nesilden nesile aktarılan efsanelere dönüştü. Mali piyasalar ise savunma ne sözcük, tam tersine Fransız frangına karşı topyekün, dehşet bir saldırıya geçmişlerdi. Aynı yılın Ocak ayında Beyaz Saray dekorlarında Başkan kostümleri giyen 1. sınıf Pentagon figüranı, 2. sınıf Hollywood aktörü, 3. sınıf emperyalizm hizmetkârı Ronald Reagan CIA siperleri kazıp, Normandiya kıyılarından yeni çıkartmalara hazırlanıyordu. O tarihlerde mali mültecilerin, kaçan paranın boyutunu tam olarak ölçmek hiç mümkün olmadı. Günümüze kalan, tek bulabildiğimiz resmi rakam, 11 Mayıs-21 Mayıs 1981 tarihleri arasında, 10 günde Fransa Merkez Bankası’nın tüm rezervlerinin üçte birini, o zamanki parayla 5 milyar doları seferber ettiğiydi. 21 Mayıs’ta görevi devralan Mitterrand’ın ilk işi yurtdışına resmi para akışını durdurmak sınırları, özellikle İsviçre hududunu sıkı denetime almak ve bir kaç hafta sonrada bankaları millileştirmek oldu. O milliyetçi, muhafazakâr, mümin veya liberal, modern, yenilikçi geçinen bir dizi sosyal katman, yekvücut sınıf bilinciyle tek inançlarının “Para, para, para!” (Malûm Napolyon’a aittir ya, kusura bakmayın...!), tek Tanrılarının da “Sermaye” olduğunu bir kez daha dünyaya kanıtlamışlardı.

Biraz değil çok düşünelim
Bırakın Champs-Elysées resmigeçitini, Kabil’in ana caddelerinde bile rahatlıkla dolaşamayan Kızılordu Afgan kapanına kısılmış, Taliban döllendiren “Yeşil Çemberci Coni” devşirmeleri, çömezleriyle başetmeye çalışıyordu.

Bütün ilericiler, anarşistler, komünistler, sosyalistler köklü bir toplumsal değişime gönülveren işçi-emekçi, ücretli-ücretsiz her türlü çalışan yığınların, aydınların mücadelesi 3 yıla yakın sürdü. İktidar havlu attı. Komünistler 1984’te hükümetten ayrıldı. 1983’te ekonomi siyasetinin rotasını liberalizme kıran Mitterrand ve sosyalistlerle uzlaşmaları artık olanaksızdı. Ama bu dönemi toptancı bir yaklaşımla, “Zaten reformist ve sosyal demokrattılar”, diye tümüyle küçümseyenlere birkaç çift sözümüz şudur: “1981-1984’ü hor görenler, aslında Fransa özelinde 1789, 1830, 1871, 1920, 1936, 1945, 1968’de yaşanan aşamaları, dönemleri yalnızca kâğıt üstünde ve kendilerince okuyorlar demektir. 1981-1982’de inşa edilen birtakım siyasi setler, demokratik hak ve kazanımlar kurtarılan, sağlamlaştırılan birtakım toplumsal, örneğin sendikal mevziler, dünle, o geçmişin tümüyle harmanlandığında bugün, şimdi yaşanan veya yaşanmaya aday olanlarla, hâlâ Avrupa ve dünya halklarına tartışma, umut, hatta ilham kaynağı olabiliyorsa biraz değil çok düşünülmelidir, deriz. İnsanlığın daha güzel yarınlar düşleri geçmiş yüzyılın, yüzyılların deneyimlerinin sonunda benzersiz acılar, kayıplarla duraklamış, durmuşsa biraz değil çok düşünülmelidir, deriz. Varolana, kotarılana dört elle ve ilkeli sahip çıkma, arka ve birlik olma zamanıdır. Eleştirmeyin demiyoruz, ama dur durak, dinilmek bilmeyen kolay ve hafif yargılamalardan kaçınıp biraz değil çok düşünülmelidir, deriz.

Kelebeğe ölümsüzlük
Korkuluklar yok olmuş, tüm güvenilen dağlar karların altında erimiştir. Ama hâlâ gölgesinden bile korkulan anarşisti, komünisti, sosyalisti, sosyal-demokratı, ütopisti, Katolik ve Protestan solcusu, tüm çeşitliliğiyle ancak gerektiğinde birleşebilme içgüdüsü ve bilinciyle Fransız solu direnmektedir. Bu direnişin ölçüsü yalnızca seçimlerde alınan sonuçlarla ölçülemez. Üstelik Fransız solu bu direncini hem kitlesel bir tabandan almakta, yani mücadelesini o tabanla besleyip sürdürmekte, hem de teorik, siyasi ve felsefi açılımların önünü açmaya çalışmakta, tartışmakta, araştırmaktadır. Dünyayı, insanlığı, halkları, sınıfları dörtköşeler, kareler, üçgenlerle tanımlamak huzurlu uyutur, ama egemenliğin ebediyyen ezenlerin, güçlülerin elinde kalmasını engellemez. Spartaküs’ün isyanı, kelebeğin hayatı kadardı. Kelebeğe ölümsüzlük amacına, düşüne niye karşı çıkalım? Ama gelin içtenlikle şu kelebeğin doğaya direnişine katılalım, yaşamını nasıl uzatırız diye sorgulayalım...

Gün bu gün
Fransa’da 2012 yılbaşından beri solun iktidara gelebileceği olasılığının güçlenmesiyle birlikte bir sermaye sızıntısının gittikçe artan bir debide hızlandığı gözlendi. Öncelikle İsviçre, Lüksemburg, Belçika ve de İngiltere, Hollanda mali çevrelerinden gelen haberlere göre “dini ve milliliği” pek bütün bir kısım Fransız sermayesi, yaşam biçimi olarak rantiyecilik ve parazitliği yeğleyenler birer-ikişer yine yollara düşmüşler. En ürkekler şimdiden sıcacık hücrelerine, kasalarına sığınmışlar. Ötekiler 10-17 Haziran arasında yapılacak genel seçimlerin sonuçlarını bekliyorlarmış. Fransa 6 Mayıs’ta “normal” bir adamı, François Hollande’ı sol “değişim” getirecek umut ve dileğiyle Cumhurbaşkanı seçti. Adamın, yandaşlarının, müttefiklerinin ölçüleri, ölçütleri herkesin, hepimizin, hepinizin ölçü ve ölçütleriyle, umut ve dileğiyle örtüşmese de taşları yerinden oynatabilir. Dünyada eski korkuların kaynağı korkuluklar yok artık, ancak Fransa’da solun gölgesi bile hâlâ korkutuyor. Bu günü iyi değerlendirelim, deriz. Ne dersiniz?