Avrofob Pakdil’in pekdillileri Paris’te

(Ön not: Yılbaşından beri okurlarımıza her ay bir kez Fransa’da çıkan ve bir biçimde Türkiye’yi ilgilendiren kitapların kısa bir tanıtımını yapma sözü vermiştik. Siyaset gündeminin önemine rağmen Nisan ayını bitmeden sözümüzü yerine getirelim istedik. UH)

Ayda bir değindiğimiz kitaplara, yayınlara bu kadar çabuk bir “Korsan” kitap katacağımız aklımızın köşesinden geçmezdi. “Korsan” sözcüğü aslında doğru değil. Bu kitap hepten “Kaçak”. Zira zaten önceden basılmış da, çok meraklısı olduğundan korsan baskı filan yapmış değil. Başından beri kaçak. Müritlerinin yazar kişiliği “devrimci” veya “direnişçi” nitelemelerinin nedeni bu olsa gerek.

Paris Kitap Fuarı’nda bizimkiler
Avrupa’nın ikinci büyük fuarı, “Paris Kitap Salonu” son yılların tasarruf dalgalarına boyun eğerek 16-19 Mart arasına sıkışıverdi. İki yıldır 4 güne indirgenen buluşma 32. yaşında krize rağmen, bir önceki yıla oranla yüzde 5 fazla ziyaretçi çekerek 190 bini kişiyi ağırladı. 40 ülke, Fransa’dan 13 bölge, 1200 yayıncı, 2000 yazar, 30 bin meslek erbabının katılımı, bu kısa ancak yoğun fuara karınca yuvası görünümü kazandırdı. Bu başarılı görüntüye bizce, sanırım üç yıldır bir başka renk katan da ışıl ışıl İstanbul Ticaret Odası köşesiyle, 5 yıldır belli umutlar beslenen Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü standıydı. Çok daha üretken ve yararlı olabileceğini, olması gerektiğini düşündüğümüz bu mekânda Fransız ziyaretçilere Türkiye’den 450 yayınevinin yolladığı 2000 civarında Türkçe kitap sergileniyordu. Üst üste yığılmış kitaplara nadiren arada bir geçen Türk göçünden gençlerle, benim gibi meraklılar göz atabiliyordu. Standda yaygın bildiğim(n)iz Türk yazarlarından bir miktar Almanca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, vs çeviri eserin yanı sıra biraz da burada “Güzel Kitap” tabir ettiğimiz, Türkiye’de de yanılmıyorsam “Prestij kitabı” denen kitaplar eklenmişti. İşte bu arada kaynağı belirsiz bir kitap ve fuarın sitesinde öngörülen 500 faaliyetten biri olarak, genel programda “Türkiye’nin hazırladığı” diye geçen bir “sempozyum” umutlara ciddi gölge düşürdü. Son yıllarda Türkçe’den Fransızcaya kazandırılmış onlarca evrensel yazar hakkında konuşmak, konferans, tanıtım yapmak dururken hangi akla esmişse, hem de 23 katılımcılıyla Fransa’da hiç bilinmeyen (bizim bilmediğimiz) bir yazar üzerine izleyeni 10-15 kişiyi geçemeyen bir “sempozyum” düzenlenmişti. Yani Türkiye’den gelen katılımcılar izleyicilerden daha kalabalıkmış.

Buralarda genelde takdir ve hayranlıkla okunan, yaşayan yazarlarımızdan Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Elif Şafak’ın dışında son yıllarda Adalet Ağaoğlu, Enis Batur, İnci Aral, Leyla Erbil, Füruzan, Tahsin Yücel gibi nispeten eski İhsan Oktay Anar, Esmahan Aykol, Aslı Erdoğan, Mario Levi, Mehmet Murat Somer, Murat Uyurkulak, Murathan Mungan, Sema Kaygusuz, Yiğit Bener gibi nispeten genç yazarlar da Fransızcaya kazandırılmıştı. Hatta son senelerde Oğuz Atay, Sait Faik, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Tezer Özlü, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli gibi artık aramızda olmayan nice büyükler de Fransa’da yayımlanmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Çeviri ve Yayım Destek Projesi TEDA’nın bu süreçteki katkılarının altını çizmeden geçmeyelim. Bugüne kadar 38’i çıkmış 2‘si baskıda 40 kitap Fransızcaya çevrilmişti. “Bravo, devam! Daha daha!” demek de boynumuzun borcuydu.

Nuri Pakdil’in (Anti-)Batı Notları
Açıkçası muhafakâr kesimden evrensel değerlerin geleceğine pek inanmasam da Cahit Zarifoğlu, İskender Pala, Rasim Özdenören, Sezai Karakoç gibi isimlerin “çok satma” açısından başarılı olduklarını duyup, onları hiç tanımadığım için kendi kendime içerliyordum. Türk standına geldiğimde Türkçe kitapların yığılı durduğu iki masadan birinin üstünde ünlü Gallimard yayınevinin kapak düzenlemelerini andırır albenisi yüksek, Fransızca bir kitaptan da çok sayıda iliştirildiğini gördüm. Nuri Pakdil ve “Les Notes D’Occident/ Batı Notları”. “Kim bu Nuri Pakdil?” diye sordum. Orada duran resmi görünümlü kişilerden biri bir davetiyeyle, bir adet kitabı uzatıverdi. “Tanınmış bir Türk edip, Edebiyat dergisini çıkartmıştı”, diyerek sorumu cevapladı. 70’li yıllarda yayınlanan Edebiyat Dergisi’ni hatırlıyordum. Sağcıların, diye hiç okumazdık. Ne büyük hataydı! İçtenlikle sevinmiştim. Nihayet sağcı bir yazarı biraz olsun tanıyacaktım. Üzerinde 23 katılımcı isminin okunduğu, Hece diye bir derginin düzenlediği belirtilen elimdeki sempozyum davetiyesinin başlığı da bir hayli ilginçti, “Nuri Pakdil ve Edebiyat Eylemi.” Sempozyuma gitmem mümkün değildi. Ama dönüş yolunda, metroda heyecanla Fransızca “Batı Notları”na yumuldum.

Daha ilk satırlarda tepemden kaynar sular döküldü. Elimde adeta bir “Paris’e Hakaretname”, Batı’ya, Fransa’ya ama özellikle de Paris’e -en kibar sözcüklerle- ilkel yergiler, aşağılamalar saçan, proselitizmci, yavan ifadelerle İslam yüceltisi yapan bir broşür vardı. Sonradan öğrendiğime göre tüm standlara bedava dağıtmışlardı. (Türkiye alışkınlığı olsa gerek, para nasılsa bol!) Elimde, içinde Fransız yasalarının zorunlu kıldığı kim tarafından, nerede, ne zaman basıldığı, hangi baskı numarası gibi ayrıntıların bulunmadığı kaçak bir kitap tutuyordum. Kapağa ve arka kapağa “Paris – 2012” diye göstermelik bir bilgi konmuştu. Ama bu hiç bir şey demek değildi.

Çevirideki yüzlerce yüzkızartıcı Fransızca hatalarını da geçtik. Türk-Fransız ilişkilerinin olağanüstü bir gerilim yaşadığı, yoksulluk ve cehaletin ittiği zavallı banliyö çocuklarının kamuoyunda “İslam ile terörizmi” aynı kefeye koymaya çalışanların tuzağına düşürüldüğü bir dönemde böyle bir kitabın varlığı, içeriği tam bir provokasyondu. Türkiye Cumhuriyeti’nin Paris’teki 4 günlük son derece anlamlı bir vitrini böyle çirkin ve beceriksizce bir manevraya nasıl alet olurdu? Anlaşılan pek az konuşan, gölgede kalmayı tercih eden Nuri Pakdil’in “Pekdilli” yandaşları, 1972 yılında belli siyasi ve dini hezeyanlarla acemice kaleme alınmış bu satırların, yazarın bizzat kendisine ve Türkiye’ye zarar vereceğini bir an düşünmemişler miydi? Yoksa bunu “Devrimci Edebiyat Eylemi” mi görüyorlardı?

“Veciz Suretler”
Standta kitabın Türkçe aslı olmadığından Fransızcadan çevirmek zorunda kaldığımız şu özet ve seçme ifadelere “veciz suretler” gözüyle bakıyorsanız bizim diyecek hiç bir sözümüz yoktur: “Sacré-Coeur Kilisesi hiç dostu olmayan bir sürgün yeri. Fotoğrafını çeken gidiyor. Onunla dost olmaya gelen bir kimse görmedim... Notre-Dame Kilisesi’nin duvarları sıkıntı veriyor. Bütün bu kiliseler dinsizliğin labirentleri. Güneşin doğmasıyla kilise hepten karanlığa batıyor. Son peygamberin insanlığa davetlerinden sonra bu kiliseler daha da hayatın dışında kaldılar... Paris acıyla kuşatılmış. Paris metrosu insan yutuyor, insan kusuyor. Champs-Elysées’nin ışıkları bir hastanın sayıklamalarına benziyor... Zafer taktı ölü yıkama masası gibi eğik. Monceau parkı rengi atmış bir halı, bütün parkların havası sıkıcı caddeler, sokaklar içkarartıcı geometrik doğrular, Seine nehri Paris’in içinden Fransızların hüznü gibi akıyor. Fransızlar samimi insanlar değil, onları anlatmaya egoist sözcüğü yetişmez, Fransız Devrimi halkına hiç bir altyapı sağlamamış. Zaten Fransızlar da özveri nedir bilmezler, başkalarına yararlı olmak istemezler”miş...
Paris’te her taraf taş, mermer heykel doluymuş. “Heykel ilkelliğin simgesi. Heykeller yüceltildikçe Allah’a olan iman yok olur. Heykeller putlaşır, inancı putlaştırır. Putlar Allah’ın zıttıdır.

Ortak Pazar Batı uygarlığının batmasını engelleyemiyecekmiş, Batılılaşmak dejenerasyon demekmiş, Batılılar aç ruhlularmış. Hrıstiyanlar acının rengi karayı, Marksistler kör terörün simgesi kızılı seçmişler. Halbuki Müslümanların Yeşili ölümsüzlük ve ebedi yeniden doğuşun simgesiymiş. Yeşil Devrim başlamışmış, Müslümanlar insanlığın yeni evrensel imanının temsilcileriymiş...

Klasik “Büyük Abdülhamit, Cumhuriyet ile Osmanlıyla kopartılan bağlar, Orta Doğu’ya hayranlık, İsrail düşmanlığı ve benzeri” ne kadar İslamcı muhafazakâr klişe varsa hepsi kitapta. Acımayla bakılan tarihsiz (!) ve talihsiz Afrikalılar edebiyatı, bütün azgelişmişlere tek umut “İslam” tekerlemesi...Dünyanın dengesizliği ancak Orta Doğu halkları (kimlerse onlar) yeniden İslam uygarlığı doğurabilirlerse, bu uygarlıkta birleşebilirlerse düzelebilirmiş...

72’de Paris’te bir kaç hafta yaşayan “Nuri Pakdil’in Edebiyat Eylemi”ni daha iyi anlamıştım. Ama acaba yeri belirsiz, saati değiştirilmiş sempozyum davetiyesi üzerinde ismi yazılı 23 katılımcıyı kim davet etmişti? Kim ağırlamıştı? Büyük çoğunluğu dinleyici iskemlesinde oturan bu “uzmanlar”ın asli görevi neydi? Üstadlarının bu kadar yerdiği Fransa ve Paris’e ne yapmağa gelmişlerdi?

Son not:

25 Mart 2012 tarihli Cumhuriyet’te yazdığım Pazar yazımda konuya değinmiş ve bir önceki paragrafta sorduğum soruları kamuya yöneltmiştim. Bir süre sonra “pekdilli” bir okurdan harfiyen şöyle bir e-mektup aldım:

Sayın Uğur Hüküm,

25 Mart 2012 tarihli Nuri Pakdil'in "Batı Notları" adlı yapıtı için değerlendirmenizdeki tutarsızlığa yorum getirecek değilim. Bu sizin kişisel saptamanızdır. Ancak yazınızda bir tarih yanlışı vardır. Onu düzeltmek istiyorum. Andığınız ünlü yazar Paris'te bir kaç hafta değil tamıtamına 4 ay bulunmuştur. Umarım bu yanlışı düzeltir gazete de yayınlarsınız. Çünkü değerli okuyucuların yanlış bilgi edinmelerini önlemek sorumluluk gereğidir. Ayrıca bu sempozyuma katılanlar kendi olankları ile gidip gelmişlerdir.

İmza

Bir Okur.

İsimsiz bu okur, düzelte düzelte 4 ayın bir kaç hafta (kaldı ki kitapta buna dair hiç bir veri yok) olmadığını söyleyip, “tutarsızlık” diye savuşturduğu eleştirilerimize de, yolculuk dışında tek bir cevap verememişti. Zira Nuri Pakdil yaptığı büro işinin dışında yalnızca Kuzey ve Kara Afrikalı bir kaç tane Müslüman ve bir-iki Asyalı ile görüşüp, hiç bir Fransız tanımadan, yolda sokakta görüp kendince değerlendirdiği birkaç yaşlı ve genç Fransız’dan hareketle Fransa ve Fransızlar hakkında ahkâm kesiyor, kendi basit ve hafif önyargılarını kitap diye yazıyor.

Yazsın, görüşüdür, hakkıdır. Parası vardır, basar, kendi ülkesinde nasıl isterse dağıtır. Ama Paris Kitap Fuarı’nda, Türkiye standında ilkel propaganda broşürü gibi bir kitabı hangi hakla dağıtır, hem de konuğu olduğu ülkenin en basit yasalarına saygı göstermeksizin. Dostlar alış veriş, pardon eylem de görsün.

Şair Nuri Pakdil’in (*) sanatı hakkında bir fikir verebilecek “Anneler ve Kudüsler” başlıklı nadir uzun şiirlerinin birinden ilginç bir alıntıyla bitirelim:

Denizi çek annemin başörtüsüyle ey sevgili
At geçer o zaman denizi

Cezayir’e atlarla gidilirdi
Babam atla bağa gelirdi
Yeni Ali
Paris’i atla dolaşacak

Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum

Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar

(*) http://www.cemaat.com/dervis-nuri-pakdil
...............................

[email protected]