“Adil ve Eşit Bir Toplum İstiyorum!”

Diyeceksiniz ki, kim istemez adil ve eşit bir toplumu? Haklısınız. Ama ADİL var, adil var EŞİT var, eşit var!

Bir: Kim onu var etmek ve de bir o kadar önemlisi yaşatmak için mücadeleye hazır? Nasıl?
İki: Kim onu kadının erkeğe, gencin yaşlıya, karaderilinin akderiliye, yoksulun zengine ve de kendisine doğru uygulanmasını sağlayacak? Nasıl?

Çağlar boyu anahtarlar oldu bitti o, “Kim” ve “Nasıl” sorularında takıldı kaldı.

Üstelik yeryüzünde resmileşmiş 194 milletin 194 türlü adaleti var. Örneğin, adamın adaleti şeriat, eşitlik ise gözünde diktatörlük. Gerçi yine diyeceksiniz ki Suudinin şeriatıyla İranlınınki, Kuzey Nijeryalının şeriatıyla Güney Taylandlınınki hep ayrı dünyalar. Ganuşi eşitliğe saygıyı savunurken, Bulaç eşitlikten jakobenci zorbalık anlıyor. Adam sözümona ‘devrim’ yapıyor ilk söylediği, “Kitabı’na uydurun hepinize ‘kadın’ serbest!” Adına ‘faiz’ demediği ‘artı değer’ mübah, herkese asgari sosyal güvenliği sağlayacak düzen günah! Daha çok ‘ampul’ takıp anahtar ararlar...

Ama, ama Fransa
Kimilerince kapitalizmin zayıf halkası, diğerlerince kalelerinden de sayılsa bağrında Aydınlanmayı, Komünleri, en dişli savaş karşıtlarını, direnişçilerini, Avrupa’nın anarşisti, sosyalisti, komünistiyle en güçlü ve köklü solunu, en uzlaşmaz ve inançlı laik cumhuriyetçilerini, en mücadeleci işçi sınıfı, emekçi yığınları ve sendikalarını, en radikal aydınlarını yetiştirmiş, yaşatmış ve yıpranmış, kısmen de olsa bu övünülesi gelenekleri sürdüren, yaşatmaya uğraşan bir halk, bir toplum, bir ülke varsa bu herhalde Fransa’dır.

Faşo milliyetçisi, köktendinci Katosu yok mu? Tonla. Sarko’su, demagosu yok mu? Dolu. Etliye sütlüye karışmayanı, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyeni yok mu? İstemediğin kadar. Ama, ama yine de Fransa’da ‘ampul’ takıp anahtar arayanlar azınlıkta! Fransızların çoğu sadece açık gözlü değil, aynı zamanda açık kulaklı da, açık hak istemci de... Hepsi değilse de hatırı sayılır bir azınlığı yeri geldiğinde sokağa dökülmeyi, sesini çıkarmayı, yumruğu masadan öteye vurmayı daha unutmadı, unutturulmadı. Tüketim toplumu, televizyon ve internet ekranları sol memenin altındaki cevahiri henüz yeterince karartamadılar. Adı, biçimi kitlelerin gönlünce konamasa da hayata eleştirel bakışla, güzel yarınların toplumsal düşleri bütünüyle sönmedi. Tam tersine yeşeren yeni filizler, saatlere sığmayan arayışlar sürüyor.

Daha fazla eşitlik ve adalet istiyoruz
İşte 40 yıldır yukarda kendimizce, tamamen sübjektifçe çizdiğimiz tablolu bir Fransa’da yaşıyoruz. Çoluk çocuk yetiştirdik, kök saldık. Dörtte üçü bir biçimde örgütlü Fransızlar ve Fransalılar olarak kefeni, kelleyi tümüyle neoliberalizmin başları ve ‘dehâları’na kaptırmak niyetinde değiliz...

Avrupa’yı benimsiyoruz, seviyoruz Enternasyonali sevdiğimiz gibi... Yoldaşlarımız, dostlarımız, arkadaşlarımızla yakınlaştığımız, dayanışma olanaklarımız arttığı için... Avrupa Birliği’nin bugünkü siyasi dünya anlayışı, sosyo-ekonomik modelleri ilkel ve köleci toplumlar kadar uzak bize. Ama AB bünyesinde oluşturulan, oluşturulabilecek, oluşturulması gerekli, zorunlu örgütlenmeler, yapılanmalar emekçilere, çalışanlara, ücretlilere gelecekleri açısından daha uygun zeminler, temeller, en azından koşullar sağlıyor. Yeter ki o bütünleşmeye doğru yürüyebilelim yakınlaşmayı, birleşmeyi sağlayabilelim. Bu kardeşlik ve birliktelik olanakları bugün tarihin her döneminden daha elle tutulur, daha gerçekleşebilir bir durumda.

AB çatısı yalnızca sistemin kendi çıkarları doğrultusunda çalışmasını hedefleyen piyasaların, egemen sınıfların, yaprak dökümünden daha gür çıkmaya çalışan kapitalizmin, kabuk değiştirmeye çabalayan bir emperyalizmin çöplüğü değil. İçinde yaşadığımız bu ortam ve dönemin, “Aydınlık ve şen yarın hülyaları gören sosyalistler ve ilericiler” için de mümbit bir toprak, uygun bir zaman dilimi olduğuna inanıyoruz. Bu inançla krize karşı piyasaların, egemen sınıfların kemer sıkma ve özgürlük kısma politikalarını değil, somut “daha fazla eşitlik ve adalet” içeren politikalar ve bunu hayata geçirecek kadrolar istiyoruz.

Taleplerimizde bir avuç destursuz, desteksiz “öncü” olmadığımızı, akıntıya kürek çekmediğimizi biliyoruz. “Sermaye çalınmış emektir”, demekten çekinmeyen Devrimci Cumhuriyetçi Sosyalist, daha kısa sıfatıyla, ilk Komünist militanlardan Auguste Blanqui (1805-1881) günümüzde yaşasaydı bu tespitinin her zamankinden daha fazla geçerli olduğunu, küreselleşen sosyal dengesizlik ve sömürünün göreli olarak çok daha ileri düzeylere ulaştığını görecekti.

Hemen daha iyi bir dünya
Gerçi Fransızların çoğunluğu 68 Mayısı’nın baş sloganlarından “İmkânsızı iste ki, makule kavuşabilesin” ile hareket etmeseler de bu talebin bilincindeler. Unutmuyorlar. “Hemen daha iyi bir dünya nedir?” diye sorulduğunda daha gerçekçi, hatta faydacı bir tavır takınmaktan gocunmuyorlar. Örneğin yeni ortaya atılan “Küresizleşme” fikri giderek güçleniyor. Fransızlar için “Küresizleşme” elbetteki iletişim veya serbest dolaşım gibi doğallaşmış mekanizmaların yok edilmesi değil. Ama üç kuruşa veya köle gibi çalıştırılan Afrikalı, Çinli, Hintli’nin ürününe engel konmasını, onun ülkesinde, ulusal planda çığ gibi çoğalan vurguncu milyonerlerin yerine kitlelere hak, güvence sağlayan sistemlerin yerleşmesini istiyorlar. Asgari bir korumacılıkla genç yırtıcı kapitalist türemelerin önünün alınması istiyorlar. Yüzde 62’si dizginsiz, başıbozuk bir küreselleşmenin Fransa için büyük bir tehlike olduğuna inanıyor.

Jean-Jaurès Vakfı’nın gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre hemen “Daha iyi bir dünya”nın vasıflarının başında ortalama bir Fransız için “ötekine saygı” geliyor. Deneklerin yüzde 43’ü bu vasfı ön plana çıkartıyor. Ancak bu hassasiyet deneğin kendini sağcı veya solcu olarak görmesine göre değişiyor. Zira Fransızların yüzde 80’ne yakını kendini sağcı veya solcu olarak görmeğe devam ediyor. “Ötekine saygı” sağcıların yüzde 48’i için geçerli. Solcuların yüzde 40’ı bu görüşe katılıyor. Solcu Fransızlar için “daha iyi bir dünya”ya giden yol öncelikle ve yüzde 41’le dayanışmadan geçiyor. Sonra sırasıyla “ötekine saygı” ve yüzde 35 ile “çalışma olanağı”, yüzde 28 ile “satın alma gücü” geliyor. Sağcıların ikinci beklentisi yüzde 31 ile eş düzeyde “çalışma ve satına alma” etkeni.

Eşitsizlik mi, Güvensizlik mi?
Jean-Jaurès Vakfı’nın araştırmasının diğer önemli bir tespiti toplumun ana sorun olarak neleri gördüğü çevresinde odaklanmış. Bir kez daha sol-sağ ayrışmasının çok net seçildiği tercihler ortaya çıkmış. Solcuların yüzde 41’i için öncelikli sorun sosyal eşitsizlik ve adaletsizlik olarak belirlenmiş. Bu sorun sağcıların ancak yüzde 20’sini ilgilendiriyor. Ancak bu sağ öyle bir sağ ki, 1995-2007 yılları arasında 2 dönem Cumhurbaşkanlığı yapan Jacques Chirac sosyal eşitlik ilkesini savunabilecek oranda bir sağcıydı. De Gaullecü Chirac “Demokrasi hak eşitliği, ama Cumhuriyet şans (ya da fırsat) eşitliği demektir”, diyerek lafta da olsa eşitliği başa koymuştu. Unutmayalım ki şu andaki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy böyle bir ilkeyi asla hatırlatma gereğini duymamıştır.

Sarkozy’yi iktidara taşıyan süreç ve sorun, araştırmanın da kanıtladığı gibi şu andaki sağcıların hâlâ baş sorunu. Fransız sağcılarının temel sorunu yüzde 33 ile güvenlik yani asayiş, yüzde 32 ile de göçmenler olmuş. Sol deneklerin ancak yüzde 18’i güvenlik korkusuna itibar ederken, yüzde 10 gibi bir kesimi de göçmenlerin yarattığı sorunlara takılmışlar. Ancak sağ-sol ayrımı gözetmesizin Fransızların yüzde 41’i toplumda radikal bir değişimden yana. En başta değindiğimiz, bu değişimi kimin ve nasıl yapacağı soruları, ne kadar gerçekleştireceğiyse yaşayarak göreceğiz. Zira hatırlatmak gerekirse önümüzdeki 6 ayda Fransa’yı Cumhurbaşkanlığı (Nisan-Mayıs 2012) ve Genel (Mayıs-Haziran 2012) seçimleri bekliyor.

İşte sizlere bugünden itibaren haftada bir bu toplumun içinden, toplumun yararına, toplumsal değişimden yana olanların yanında olarak duyduğumuz, gördüğümüz yaşadığımız hayattan, mücadeleden kesitler aktarmağa çalışacağız. Özel sorularınız olursa olanaklar oranında cevaplayabilmek umuduyla esen kalınız.

Paris – 12 Kasım 2011/[email protected]