Şantiye ekonomisi

Bütün ülkeyi şantiyeye çevirmek, gerçek oranı yüzde 15’in üzerinde olan işsizler ordusuyla ücretlere baskı yapmak, taşeronlaştırmak, zaten etkisizleşmiş sendikaları yandaş yapmak ve böylece ilerlemek... Gırtlağına kadar borçlu bir emekçiler ordusu, çaresizlikten yine madenlere gireceğini söyleyen işçiler...

Sosyal harcamalarla, transferlerle, kur değerlenmesinin yarattığı tüketim ve, kısmen, zenginlik illüzyonuyla, biriken döviz borcu ve sürekli kısmen bilinmeyen yollardan –net hata noksan kalemi- kapatılmaya çalışılan cari açıkla, düşen verimlilikle, önemi azalan sanayi/imalat sanayisiyle nereye kadar? Sadece inşaatla ilerlemek, onunla birlikte (de) düşünülebilecek olan enerji konusunu da dahil edersek, ne kadar daha mümkün olabilir?

Bu, ciddi bir soru. Anladık, mali piyasalarda esen rüzgarlar yardım ettikçe, portföy yatırımları kesilmedikçe, kamu harcamaları –vergi gelirleri azalmaya başlasa da- artmaya devam ettikçe, inşaat yatırımları sürdükçe beklenenden yüksek büyüme olası. Fed faiz artırma yoluna açıkça girmedikçe esen rüzgarla yelkenler bir ölçüde şişirilebilir. 2014 geçilir. Ama sonra ne olacak?

Bu, aynı zamanda ilginç bir soru. Özel sektör sermaye birikiminin ne kadarı araziye dayalı olabilir? Servetin ne kadarı konut sahipliği ve gayrı menkulden kaynaklanabilir? Özel sektör döviz borcu ve açık pozisyon taşırken, döviz borç stoku artmaya devam eder ve yüksek seviyelere çıkarken –hem miktar, hem de GSYH’nin oranı olarak, cari açık ne kadar süreyle portföy yatırımları/kısa vadeli yabancı sermaye girişleri, borç yaratan finansman yolları ve açıklanamayan “net hata noksan” kalemiyle finanse edilebilir?

Gerçekten bu bir sermaye birikimi/büyüme modeli midir yoksa sönmesi zaman alan bir balonla, köpükle mi karşı karşıyayız? AKP’nin gidişi bu “modelin” iflasının tesciliyle aynı zamanda olmak durumunda mıdır? Yoksa doğrudan siyasi mi olacak? Siyasi ve ideolojik çizgisinin halkın büyük çoğunluğu tarafından açıkça reddedilmesiyle mi gidecek, ekonomik “model” henüz tam çökmese de?

Bir tür “lümpen burjuvazi” hikayesi dense itiraz eder miyim, bilemiyorum.

AKP, tasarrufları artırıcı/ihracat mallarının teknolojik içeriğini yükselten ve verimliliği artıran bir modele geçememektedir. Dayandığı ekonomi politik, borçlanmaya ve değerlenen TL’nin yarattığı kur etkisine dayalı bir tüketim modelidir. Sermaye birikimi döviz borcuna, yani dış açığa, dayalı bir yatırım dalgası şeklinde, düşük özkaynak/yüksek borçla gerçekleşmektedir. Ağırlık merkezi inşaat ve enerjidir.

Sermayenin kıt olduğu –haliyle tasarrufların da düşük olduğu- bir ekonomide kamu sermaye stoku peşkeş çekilerek “ilk sermaye birikimi” yöntemi uygulanmakta. “Öz burjuvazi” böylece –tarihimizde kaçıncı defa- yaratılırken, orta ölçekte “yav işte fabrikalaşak” modelindeki Orta Anadolu ticari sermayesine kamu imkanları, vergi avantajları, çalışanlarına tevekkül ve sosyal harcamalar/yardım sunuluyor. Döviz açığı da mümkün mertebe kayıtlı/kayıtsız sermaye hareketleriyle kapatılıyor.

Buradan “Güney Kore” çıkmaz. Buradan, bundan fazla “Anadolu kaplanı” da çıkmaz. Bundan fazla “yeşil sermaye” de çıkmaz. Budur, bu kadardır.

Buradan tasarruflara dönülemez. Tasarruflar zamanla zaten GSYH’nin oranı olarak 2-3 puan artacaktır. Daha fazlasını zorlamak AKP’nin dayandığı siyasal ittifakın ekonomik temelini çatırdatır.

Tasarrufları aniden artıramazsınız. Öncelikli işiniz bu kadar düşmesine engel olmak olmalıydı. Artık vakit geç. Reel faiz veremezsiniz enflasyonu yüzde 25’lere çıkaramazsınız olumlu etkisi olacağını kabul edersek kadın istihdamını bu ideolojiyle artıramazsınız bu eğitim sistemiyle nitelikli işgücü yaratamazsınız zorunlu BES’le bile tasarrufu 1-2 puan ancak artırabilirsiniz. Daha sayayım mı?

AKP için tek yol aynı modeli ısrarla sürdürmekte yatıyor. Tıpkı aynı üslubu, aynı siyasi tarzı, aynı kutuplaştırıcılığı hızlandırarak sürdürmek zorunda olduğu gibi. Bu modelin geleceği olmaz.

AKP “modeli” ekonomi, engelli yarışına benziyor. Koşunun ne zaman biteceği belli değil “bir engel daha aştık, bu ayı da atlattık bu seçimi de geçtik”.

Ama engeller de atlatılıyor ve altta yatan dinamiğin sönmeye başladığını insanların büyük bölümü tam algılayamıyor.

Bu “model”, amaçsız ve kör bir burjuvazinin engelli koşusudur. Lakin burjuvazinin bizzat kendisi belki de böyle değil midir?

Yani? Yani bu ivmesini yitirmiş ekonominin gerçek durumu ortaya geç çıkabilir veya tam olarak hiç çıkmayabilir, ancak kısmen çıkabilir. “Model” veya modelsizlik, stratejisizlik, ufuksuzluk elbette önemli. Fakat buna bel bağlanamaz.

Siyaseten ve ideolojik olarak reddedilmelerini sağlamak ve bu gerçeği yüzlerine Türkiye ekonomisini umarsız vaziyete düşürmelerinden çok daha önce çarpmak gerekiyor.