Marksizmi nasıl yorumlamalı?

Korsch ve Lukács üzerine yazdığım –henüz basılmamış ve herhalde artık basılmasının anlamı kalmamış- bir yazıda Marksizmin hem bir bilim, hem bir ideoloji, hem de bir politik silah olma iddiasında olduğunu ve bu üç katlı savın çözülmesi güç bir gerilim yarattığını savunmuştum. Bilim olma iddiası 19. yüzyıl pozitivizmi ile yakından ilgiliydi. Burada kastedilen ampirizme epistemolojik bir eşdeğer oluşturabilecek bir olguculuk türü değildir. Söz konusu olan şey, bilimin prototip olarak görülen modelinin sosyal teoride de uygulanabilecek metodolojik kriterler yarattığı ve sosyal teorinin bilimsel olabileceği tezleridir. Yani metodolojik bir monizmden bahsediyorum.

Bilimselliği istemenin arkasındaki motivasyonun insan aklına inanç çerçevesinde bir Aydınlanmacılık mirası olduğu açıktır. Bu inancın ciddi bir determinist bilim anlayışı ile içiçe olduğu da söylenebilir. Sosyal gelişmenin de bilimsel yasaları vardı ve bu yasalar eğilimsel olarak işleseler de olasılığa dayalı, stokastik değillerdi. Stokastik bir sürecin sonsuz boyutta kaos olduğunu hatırlarsak, bu terimin aslında kaos kelimesinin uyandırdığı düzensizlik imajından daha kuvvetli bir terim olduğunu farkedebiliriz. Kaosun doğması için non-linearitenin (doğrusal olmamanın) ilk gerekli koşul olduğunu da hatırlayabiliriz. Bu çerçevede bakılınca, eşitsiz ve bileşik gelişme yasasının Marksizmdeki doğrusal olmayan faktör olduğunu düşünüyorum.

Ancak geri kalan ilk/temel yapının temelinde linearite (doğrusallık) yatıyordu. Doğrusal/doğrusal olmayan terimlerinin önemi var: Doğrusal olmayan bir patika hem başlangıç koşullarına duyarlıdır, hem de böyle bir dinamikte parametrelerdeki küçük değişikliklere bağlı olarak savrulma noktaları (bifurcation points) ortaya çıkabilir. Fakat uzun dönemli tarihsel gelişmeleri "kazalara" veya savrulma noktalarında hangi yöne yelken açıldığına bağlayan bir analiz faydasız olurdu. Örneğin tarihsel materyalizmde, “üretim tarzlarının gelişmesinde üretici güçler/üretim ilişkileri konfigürasyonunda küçük bir değişiklik olursa çok ciddi sonuçlar doğar, mesela tarihin akışı değişebilir ve üretim tarzları bile yer değiştirebilir” türünden bir önerme yoksa –bence yok- Marksizmin temelde doğrusal bir gelişme şeması düşündüğünü öne sürebiliriz. Esasen gelişmenin yasaları olduğu fikrinin bir anlamının olabilmesi için de bu yasaların uzun dönemde geçerli olan düzenlilikler olması, bu yasaların insan davranışlarındaki oynamalardan bağımsız, “objektif” yasalar olmaları ve uzun dönemde söz konusu yasaların işleyişinde –kısa dönemde ortaya çıkabilecek- “tarihsel kazaların” sonuçlarını etkisizleştiren bir yapının olması gerekir.

Daha da önemli olan şey, Marx’ın kavramlarının birey-üstü kavramlar olduklarıdır. Tarihi aktörler bireyden yüksek bir toplulaşma seviyesinde devreye girerler. Sınıflar, kurumlar, tarihi aktörler bireylerin tercih ve davranışlarına indirgenerek mikroskopik seviyede açıklanamazlar. Başka türlü olsaydı, Marksizmin “Spinozizmin bir varyantı” olduğunu yazan Plehanov’da “tarihte bireyin rolü” gibi bir soruya cevap arama ihtiyacı oluşamazdı.

Burada iki farklı yorum mümkün. İlk olarak, Marksizmin mikroskopik tercih toplulaştırma mekanizmalarını fazla önemsemediği ve doğrudan bir seviye yukarıdan analize giriştiği söylenebilir. İktisat fakültelerinde giriş derslerinde anlatılan türdeki makroiktisat böyle bir yönteme dayalı olarak tanımlanır. Firmalar, işçiler, spekülatörler vb mikroiktisadi karar alıcılar elbette ki vardır, ama makroiktisatın alanı bu davranışların analizi değildir. Zaten bu yüzden “makroiktisat” adı uygun bulunmuştur: Mikroiktisadi karar vericilerin karar ve davranışları sonucu ortaya bir iktisadi faaliyet çıkar fakat biz bunu milli gelir serisi, toplam para talebi, ülke çapında işsizlik serisi seviyesinde toplulaştırır ve oradan hareket ederiz. Bu anlayışa göre marksizm bir makro teori olarak yorumlanmalıdır. Bu yorum mikro teorilerin yanlışlığını veya gereksizliğini savunmamakla beraber, makro seviyede soruların görülebilmesi ve cevap aranabilmesi için makrodan yola çıkmak gerektiğini ifade eder. Mikrodan makroya geçmek çok zor olabilir, sarfedilecek efora göre beklenen yararı düşük olabilir vs. Ama bu yorumda mikronun geçersizliği, yanlış bir epistemolojik/metodolojik pozisyon olduğu önermeleri kuvvetle yer almaz.

İkinci yorum ilk versiyona göre daha köşeli bir yorumdur. Mikrodan kalkarak makroya götüren bir nedensellik ilişkisi yoktur ve bu tarz bir çaba esasen yanlış olacaktır. Analiz seviyesi ve nesnesi makro-makro ilişkiler düzeyinde aranmalıdır. Bu yorumda “uygunluk açısından makro bir analiz gerekir” veya “biz işin bu kısmını yapıyoruz” türünden bir savunu yerine epistemolojik bir tez olarak makro-makro ilişkilerin geçerliliği iddiası vardır. Mesela sınıf gibi bir kavram indirgenemez bir analiz nesnesi oluşturmaktadır. “Nedir bu sınıf?” diyebiliriz tabii, ama cevabımız yine aynı düzlemde kalmalı, sınıfı “açıklayan”, sınıfın indirgenebileceği mikro kavramlar problematiğimizde yer almamalıdır. Buna paralel olarak, sınıf kavramı teorik avadanlığımızdaki operasyonelliğini yitirmemelidir.

Açık olması açısından yeniden formüle edeyim:

- Marksizmde 19.yüzyılın ortalarında geçerli olan bir bilim anlayışının derin izdüşümü mevcut mudur? Mevcutsa, bu izdüşümünü, esas olarak, uzun dönemde lineer ve determinist gelişme yasalarının özlerini “tarihi kazaların” arasında yollarını bularak realize etmelerine dayalı bir senaryo olarak yorumlayabilir miyiz? Bu doğru ise, eğilimsel gelişme yasası formülünün, lineer regression gibi, sadece bir pseudo-stokastik terim içerdiğini, dolayısıyla aslında determinist olduğunu söylemiş oluyoruz.

- Söz konusu yasaların aktörü birey-üstü müdür ve bu birey-üstü aktörün toplulaştırılmış varlıklar düzeyindeki analizi nedensellik zincirinin esasen makrodan makroya olduğu teziyle mi epistemolojik bir temele oturtulmaktadır?

- Marksizm iradi + nedensel açıklama tarzlarını kabul etmekte midir? Yoksa fonksiyonel, yapısal, tarihsel açıklama tarzları ile mi çalışmaktadır? Mikro düzeyde yoksa, makro düzeyde kavramsallaştırılan bir irade+nedensellik açıklaması var mıdır? Varsa yardımcı aktör konumunda mıdır yoksa daha önemli bir konumu Marksizmin mantıksal yapısı ona sağlamış mıdır? Buradan bireyleri "taşıyıcı" olarak yorumlamak, tarihte bireyin rolü, ideoloji ve ideolojik aygıtların ayrıntılı analizi, ihtilallerde rasyonalitenin rolü, mikro siyasal kültür mekanizmalarının ve mekanlarının önemi, fabrika sisteminin rolü, yeni mikro-endüstriyel temellerin önemi gibi konulara hemen geçilebilir. Fonksiyonel açıklamaya da kaba bir örnek verebilirim: “27 Mayıs nispeten demokratik bir anayasa yaptığına göre 27 Mayıs’ın yapılma nedeni de budur”. Burada 27 Mayıs’ın bir işlevi (fonksiyonu) olarak ortaya çıkmış olan bir sonuç 27 Mayıs’ın nedeni haline gelebiliyor. Her zaman bu kadar açık örnekler bulmak mümkün olmayabilir tabii, ama limitte fonksiyonel açıklama ile bunu kastediyorum.

Sanırım bu üç nokta Marksizmi yorumlamamızda epeyice kapsayıcı olacak yön işaretleri sağlayabilir. Literatürde de bu noktalar üzerinde limit argümanlar mevcut. Marksizmin metodolojik bireyciliğe yatkın taraflarının olduğunu ve önemli olan tezlerinin de bunlar olduğunu iddia eden uç yorumlar da vardı. "Analitik Marksizm" projesi bu tez üzerine kuruluydu. Bu proje –ve SSCB- neredeyse eş zamanlı olarak çözülürken “analitik” kaldı, “Marksizm” gitti.

Genç bir sosyalist aydın kuşağına ihtiyaç olduğu açıktır. Bundan kasıt sıklıkla “(sosyalist) mücadele” olarak kodlanabilen bir “süreci” benimseyen okur-yazarların sayısının artması değildir. Bundan kasıt bir “amaç” olarak, ulaşılabilecek bir “denge” olarak, yeni bir “ekonomik-politik-kültürel düzen” olarak sosyalizmin mümkün ve istenir olduğunu kendi entelektüel üretiminin sonucu olarak düşünen bir aydın kuşağıdır. Bu kolay bir iş değildir ve bir “kurtuluş teolojisi” vaaz ederek olmaz. Marksizmin metinsel gövdesiyle sürekli ilişki içinde olmayı, ama onunla sınırlı kalmamayı ön koşul olarak görebiliriz.