Serdal Bahçe

''Türkiye’yi emperyalist senaryolara ortak eden her türden adım hem toplumsal bütünlüğüne hem de güvenliğine zarar veriyor.''

Suriye düştü, ama kime düştü?

Serdal Bahçe

Topu topu 10-12 gün içinde saldırıya geçti HTŞ ve Orta Doğu’daki son Baas rejimini çökertti. Suriye son noktaydı, bugün Orta Doğu’da İsrail ile sınırı olan ve onu rahatsız edecek hiçbir siyasi unsur kalmadı. Kuşkusuz kısa vadede İsrail ve Amerikan emperyalizmi için bir zafer bu. Ancak tarih yenilgiler ve zaferler arasındaki gerilimli bir sarkaçla ilerler, daha bitmedi. 

Baasçılık anti-emperyalist, anti-monarşist ve seküler bir ideoloji olarak doğdu, Orta Doğu şartlarına uyum sağlamış ilerici bir burjuva ideolojisiydi. Ancak burjuvazinin her ideolojisi gibi geri dönüş ve çürüme dinamiklerini içinde barındırıyordu. Nitekim iktidara geldiği Irak ve Suriye’de ve etkili olduğu başka Arap ülkelerinde hem İslamcı, monarşist ve emperyalizmle uyumlu siyasi akımlarla çatıştı, hem de kendi solunu budadı. Suriye ve Iraklı komünistler Baasçı iktidarlar döneminde sürekli ezildiler (ve uluslararası mülahazalar dolaysıyla Sovyetler de bu konuda sessiz kaldı). Baasçı yönetimler zaman içinde yozlaştılar, siyasi ikbal ile ekonomik birikim arasındaki bağı kurar hale geldiler. Ama neticede radikal Arap ideolojisi olarak Baasçılık ilerici bir öze sahipti. 

Suriye son duraktı. Bu plan önce Irak’ta uygulandı. Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle ilgili istihbarat belgeleri şimdi ortalara dökülüyor. Emperyalist merkezler Irak’a açıkça “sen git al, sesimizi çıkartmayacağız” demişler. Oysa Irak’ın çözülme süreci tam da o işgalle başladı. Sesimizi çıkartmayacağız diyen emperyalistler ve bölgedeki her gerici rejim, Türkiye de dahil, Irak’ın üstüne çullandılar. Sonra Clinton dönemi ambargosu geldi. En temel tüketim maddelerine ve ilaca bile ulaşamayan, uluslararası piyasalarda petrolünü satamayan Irak uzun ambargoda iyice çökertildi. 2003 yılında başlayan işgale direnecek gücü kalmadı. Türkiye tüm bu hikayenin her bir adımında kolaylaştırıcı olarak yer aldı. Hatta uzun vadeli sonuçları itibariyle kendisini çok kötü etkileyeceğini bile bile yer aldı (emperyalizmin ipine takılmak böyle bir şey işte). Sonunda Irak yağmalandı. Müzeleri yağmalandı, petrolü yağmalandı, hafızası yağmalandı, kurumları yağmalandı ve ülke olmaktan çıktı. Şii ve Sünni Araplar ve Kürtlerin arasında şeklen kurulan istikrarsız ve şiddet yüklü, her ana parçalanmaya hazır bir gevşek federasyona dönüştü. Şimdi Irak’ta herkes var ama bir devlet yok. Şiiler var, gerici İran’a yakınlar. Sünniler var, her türden gerici ideolojinin kucağında, İŞİD ve El Kaide gibi örgütlerin mayalanacağı bir toplum yarattılar. Kürtler var, uzunca bir süredir Amerikan emperyalizminin ve İsrail’in yanındalar. Herkes ve her şey var, ama Irak yok. 

Libya bugün kabileler ve farklı yönetim unsurları arasında bölünmüş bir kaotik yapıdır. Amerikan emperyalizmi orada, Fransız emperyalizmi orada, İtalyanlar orada, Almanlar orada,  genç Rus emperyalizmi orada, AKP’nin yeni Osmanlıcılık hayalleriyle donanmış Türkiye orada; herkes orada ama Libya yok. Barrack ve Hillary Libya yok edilirken canlı seyretmiştiler. Şimdi ortaya çıkan kaosun suçunu birbirlerine atıyorlar. 

Tunus’ta Burgiba’nın ilerici ideolojisinden ve yönetiminden geriye ne kaldı? Hiçbir şey. Mısır son büyük Arap Cemal Abdül Nasır ile mükemmel bir momentum yakalamıştı. Mısırlı radikal tarihçiler yeni bir Kavalalı Mehmet Ali geldi diyorlardı. Şimdi yerinden kıpırdayamayacak bir ülke, radikal İslamcıların fink attıkları bir mezbele. Yemen baştan aşağı istikrarsız ve her an emperyalistlerin, İsrail’in ve Suud gericiliğinin istilasına uğrayacak bir hedeften başka bir şey değil. Gazze İsrail faşizmi tarafından neredeyse yok edildi. Batı Şeria bu gidişle bütünüyle işgal edilecek ve oradaki Filistinliler de Gazze’dekilerin kaderine uğrayacaklar. Yerlerinden edilecekler, kırılacaklar kitleler halinde, ve sürgüne gidecekler. 

Adı Muhammad El Culani değilmiş, o sadece savaşta kullandığı takma admış. Şimdi AKP yanlısı medyada ve körfezin gerici emirliklerinin finanse ettiği görsel basında bir tür “özgürlük kahramanı” gibi lanse ediliyor. Gerçek adı Ahmet El Şara imiş. Geçmişte Suriye’de patlak veren bir gerici isyandan sonra Suudların toprağına kaçan bir aileden geliyor. Tahminen Suudların toprağında iyice endoktirinze olmuştur. Suriye’ye geri dönmüş. Sonra da gitmiş ve İkiz Kuleleri patlatarak bir sürü insanı öldüren El Kaide’ye girmiş. El Kaide Amerikan askeri desteği ve Suud finansmanıyla yaratılmış cihatçı bir örgüttür. 

Bir ara not. Tüm bu İslamcı cihatçıların kökeni Afganistan’daki Sovyet askeri varlığına karşı mücadele dönemine kadar gider. Daha açık konuşalım; cihatçı terörünü Amerikan emperyalizmi bile isteye kendisi yarattı. Sovyetler çözülüp gittikten sonra da organik bağını kopartmadı. İkiz Kuleleri vuranların ağababaları CIA, Pakistan istihbarat servisi tarafından ve (malum Çin-Sovyet yarılması nedeniyle) Çinlilerin finansmanı ile eğitilmiş, Sovyetlere kaşı savaşmış kişilerdi. Kısacası bu canavarı Amerikan emperyalizmi kendisi yarattı. İkiz Kuleler ve masumlara yönelik vahşi saldırılar bile Amerikan emperyalizminin radikal İslamcı örgütlerle ilişkisini bozmadı. 

ABD, İngiltere gibi emperyalist merkezler Ahmet El Şara’nın liderliğinde olduğu HTŞ’yi terörist ilan ettiler. Türkiye nizamı bozacak değil ya, o da aynısını yaptı. Son bir yıldır HTŞ’nin ciddi miktarda Amerikan desteği aldığı ve İsrail ile flört ettiği konuşuluyordu. Dahası ciddi anlamda bir silah yığınağı yapıyordu. Rusya Ukrayna dolayısıyla yıpranmıştı. Hizbullah İsrail saldırılarıyla cebelleşiyordu ve İran çoklu baskı altındaydı. Suriye ordusu yorulmuş ve bürokrasi de çökmüş vaziyetteydi. Kısacası mucize diye anılan, AKPli basının devrim dediği şey Amerikan emperyalizminin, İsrail’in doğrudan ve Türkiye’nin dolaylı katkılarıyla gerçekleşmiş bir plandı. 

HTŞ terörist ilan edildi ama ne emperyalist merkezler ne de Türkiye görüşmekten imtina etmiyorlar. Emperyalizm esnek bir politikalar demetidir, ilke falan hak getire. Şimdi batılı emperyalist medya kuruluşları Ahmet El Şara’nın El Kaideci geçmişinden kurtulduğunu kanıtlamak için birbirleriyle yarış ediyorlar. Türkiye’de AKPli basın ise bu konudan dem vurmuyor bile. El Şara geçenlerde İdlib’de kitap fuarına bile gitmiş. İsrail basını da bunun fotoğraflarını servis etti, El Şara aslında ne kadar modern bir adammış meğer, kitap da okuyormuş. 

İsrail şimdi tarihindeki en uzun hallelujah dönemini, balayını yaşıyor. Bahsedildi, çevresinde ona direnecek devlet mahiyetinde hiçbir şey kalmadı. Türkiye ile İsrail arasındaki tarihsel ilişkiler mi? Türkiye İsrail kurulalıberi İsrail’in yollarını açık tutmak için tasarlanmış bir politikayı sürekli olarak hayata geçirdi. Bakmayın siz o afra tafraya, Türkiye, Amerikan emperyalizmiyle birlikte bölgedeki radikal Arap rejimlerini güçsüzleştirdikçe İsrail büyüdü. 

Şimdi Emevi Cami’nde namaz kılmak isteyenler İsrail silahlarının gölgesinde namaz kılıyorlar. İsrail vakit kaybetmedi. 1967’den beri işgali altında tuttuğu Golan tepelerini 1981’de resmen ilhak etmişti. Şimdi hızla silahlandırıyor. Hermon Dağı’nın tepesine yığınak yaptı. İsrail ordusu Şam’ın çok yakınına kadar ilerledi. Rejimden bakiye kalan askeri üsleri ve silahları hava saldırısıyla yok etti. Böylece Suriye’yi bir tehdit olmaktan bütünüyle çıkardı. İsrail bu gidişle Suriye’den daha büyük bir toprak parçası koparacak gibi görünüyor. Kuzeye, Kürt bölgesine doğru açılacak bir koridor Türkiye’yi İsrail ile komşu yapacaktır. AKP’li basın hala devrim diyor mu? 

Dahası ABD hariciyesi ve Savunma Bakanlığı, ve İsrailli yetkililer Türkiye’yi sürekli olarak PYD’ye ve Suriye Demokratik Güçleri’ne dokunmaması, onların topraklarına karışmaması için uyarıyorlar. Üstelik bu defa sadece Amerikan emperyalizminin değil aynı zamanda İsrail’in doğrudan hamiliğinde bir Kürt bölgesi sınırda doğdu. Türkiye emperyalizmin ipinde ilerlemektedir, çaresi yok. 

Suriye mi? Yok hükmündedir artık, tıpkı Irak ve Libya gibi. Artık parçalanmış bir görüntü çizecektir. Etnik, mezhepsel ve dinsel bölünmeler daha şiddetli çatışmalara neden olacaktır. Baas gitsin diye uğraştılar, ikinci bir parçalanmış Irak yarattılar. İŞİD bu ortamda mayalandı ve yaratıldı. Suriye’de daha da çoğu ortaya çıkacaktır. Tüm dünyadan cihatçıları Suriye’de topladılar. Suriye toprakları küresel cihatçı üssü oldu. 

Daha ilginç bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Culani, yani El Şara açıklama yaptı, kimseyle bir derdimiz yok, kimseye saldırmayacağız diye. En büyük düşmanımız İran ve Hizbullah dedi. İsrail basını bunu iyi anladı, meali “İsrail’e zinhar saldırmayacağız” demektir. İsrail-Arap çatışmaları tarihinde bir ilkle karşı karşıyayız; İsrail yandaşı paravan bir Arap rejimi doğuyor. 

Hüzünlü bir perde olduğu açık. Baasçılık Suriye’de doğdu, Suriye’de öldü. Hristiyan Arap Mişel Eflak ve Sünni Arap Selahaddin El Bitar 1920’lerde Sorbonne’da öğrenciyken köklerini attılar hareketin. Önce komünisttiler, sonra radikal ve sosyalizmle yıkanmış bir Arap milliyetçiliğine kaydılar. Eflaq 1950’de Baas Partisi için şunları demişti: “Biz, özgürlüğü, sosyalizmi ve birliği temsil ediyoruz. Bu, Arap milletinin menfaatidir.” Bugün Suriye’de, Arap ellerinde özgürlük, sosyalizm ve birlik yoktur. Bunda suçlu biraz da Baasçı burjuva ideolojisidir. Basit bir nedeni var; Orta Doğu halkları ya herkesin ihtiyacı kadar alacağı ortakçı bir sofra kuracaklar, ya da başkalarının sofralarında yem olacaklar. Baasçılık bunu göremedi, göremezdi.

Şimdi bu son durumdan çıkarılacak dersler de var bizim için:

  1. Tüm kuramsal zaaflarına rağmen Marksist klasik emperyalizm kuramı tarihin hükmünden bir kere daha başarıyla çıktı. İnanmayan Libya’nın Suriye’nin günümüz haritalarına baksın. Lenin doğru çıktı bir kere daha, Kautsky yanıldı. 
  2. Sovyet Sosyalizminin çökertilmesinin tüm insanlık için maliyeti çok yüksek oldu. Çökerten hainlerin unutulmaması gerekiyor. 
  3. İsrail faşist bir ileri karakoldur. İleri karakolların çevrelerinin açık ve güvenli tutulması gerekir. Emperyalizm bu dersi iyi anlamıştır. 
  4. Arap dünyasında ve Orta Doğu’da Baasçı/Nasırcı ideolojinin gerilemesi her türden gericiliğin at oynatacağı bir boşluk yaratmıştır. Arap Baharı denilen süreç, aslında Arap Kışı’dır. İlginç bir şekilde ilerici burjuva ideolojilerinin kaderinin de sosyalizme bağlı olduğunu anladık. Sosyalizmin güç kaybettiği ortamda onlar da hızla dejenere olup yok oluyorlar. 
  5. İçinden geçtiğimiz dönem II. Sykes-Picot dönemidir. Saldırganlık, vahşet, arsızlık ve nobranlıkla süslenmektedir. 
  6. Türkiye’yi emperyalist senaryolara ortak eden her türden adım hem toplumsal bütünlüğüne hem de güvenliğine zarar veriyor. 

Lafın sonu, bu kere emperyalizm galip, Orta Doğu halkları mağlup. Karanlık bir dönemdeyiz, tarihte daha önce de karanlık dönemler oldu. Karanlık var ise aydınlık da vardır. Düştük, kalkarız. İndik, çıkarız; yeter ki umutlu olalım. Tarihin rakkası şimdilik onlara doğru kayıyor. Ama insanı bilebildiğimiz evren içinde en muhteşem canlı kılan şey çöktü dediğinizde ayağa kalkmasıdır, yıkıldı dediğinizde başı dik bir şekilde doğrulmasıdır, çürüdü dediğinizde yeniden doğmasıdır, umudu kestiğinizde umut dolu bir atılım yaratabilmesidir.