Nefes Aldırmayan İktisadiyat: Türkiye’nin Güdük Kapitalizminin Çaresizliği

Seçim sath-ı mailinde gündemin en tepesinde ekonomi oturuyor; aslında oturmuyor bir gülle gibi ondan kaçmak isteyenlerin bile başına düşüyor. İktisadiyat kendi mecrasında kendi zorunluluklarını dayatıyor, burjuva politikacılar çaresiz kuklalara dönüşüyorlar. Çaresizlik ise yanılsamaları ve serapları yaratmaya meyillidir. Birisi ne olduğunu kimsenin anlamadığı bir yeni iktisadiyat yazıyor (“faiz nedendir, enflasyon ise netice” diyor mesela), diğeri ise şımarıklığa gerek yok, oyunun kuralarına uysanız yeter diyor. Biri halkım düşük faiz ister diyor, diğeri ise küresel sermaye yüksek faiz ister diyor. Biri gerçekten kaçmaya çalışan çaresiz ama muktedir, diğer lanetli gerçeğe uymaya inat eden çaresiz ve muktedir olmaya aday. Biri yaratılan gerçeğin altında ezilen çaresiz, diğer lanetli gerçeği kabul ederek başka gerçek yoktur diyen çaresiz. 

Burjuva politikacısı seçim sathında fantastik olma, bol keseden atma, gerçeğin sınırlarını aşan vaatlerde bulunma yetisini bile kaybetmiş renksiz ve çaresiz bir bireydir. AKP’nin seçim manifestosuna bakın ne demek istediğimizi kolayca anlarsınız. Bir yapı vardır, bu yapının kısıtları vardır. Kısıtlar yakıcıdırlar, manevra alanını daraltmaktadırlar. Türkiye kapitalizmi her boyutuyla açık veren ve borç biriktiren bir yapıdır. Devlet, kapitalist firmalar ve haneler bir borç sarmalına kapılmışlardır. Türkiye kapitalizmi üretim ve dış satım yapabilmek için yüksek düzeyde ithalat yapma zorunluluğu olan bir yapıdır. Türkiye kapitalizmi gelir ve servet dağılımını bozan ve emekçi sınıfları kazandıkları ücretlerle yaşayamayacak hale getiren bir yapıdır. Türkiye kapitalizminin üretim altyapısı son raddesine kadar bağımlıdır, öz birikim ve otonom teknolojik yenilenme olanaklarından yoksundur. Güdük bir sanayileşmenin üzerine oturtulmuş parazitik bir hizmet sektörünün egemenliğindedir. Kısa dönemli performansı kısa vadeli sermaye girişlerine bağlıdır, sermaye girişi düşerse ekonomik performans düşmekte ve birikim yavaşlamaktadır. Kısa vadeli sermaye girişinin artışı da başka sorunları depreştirmektedir. Örneğin böyle bir artış ulusal paranın değerlenmesine ve ihracat kapasitesinin düşmesine, tam tersinden ithalat talebinin artışına yol açmaktadır. Böylece cari açık büyümektedir. Üstelik böyle bir artış içeride tüketimi kredi musluklarını sağlıksız bir şekilde açarak büyütmektedir. Ancak bu da özellikle hane borçlanmasını arttırmaktadır. Bu süreç ulusal paranın değerinin düşürülmesi yönünde yoğun bir baskı oluşmaktadır. Artan cari açık ve kısa vadeli borç yaratan sermaye girişinden kaynaklanan artan borçluluk dolayısıyla risk artmakta ve gelerek sahte cenneti yaratan sermaye gitme eğilimine girmekte ve fukara halkı kendi lanetiyle baş başa bırakmaktadır. Böylece yabancı sermaye gelgitinin elinde oyuncak olmuş bir yapı ortaya çıkmaktadır. 

Derdi günü kapitalist sermaye birikimini beslemek olan kapitalist devlet ise bütçesini kârı sermayeye maliyeti emekçilere yükleyecek şekilde ayarlamaktadır. Sermayeden alınan vergiler düşük, emekçiden alınan vergiler ise oldukça yekünlüdür. Sistemin posasını çıkarttıklarına arada bir verilen sosyal yardımlar ise onları ihya etmez, sadece ayakta tutar. Aslında AKP’nin gönlünden kopan gibi görünen bu yardımlar yine emekçilerin ödediği vergilerden ödenmektedir. Böylece emekçiler kendi kendilerine hayır işlemekte ancak sevabı tüccar kafalı burjuva politikacısı üstlenmektedir. Güzel değil mi? 

Yapı budur. Pek tabi ki bu yapıyı AKP kurmadı ancak o bu yapıyı büyük bir şehvet ve istek ile olgunlaştırdı. Şimdi yapının gereklilikleri altında ezilmektedir. Acıma dikkatle dağıtılmalıdır; bol keseden dağıtılırsa hakkedene yetmez.  

Çaresizdirler, Londra’ya bir kere gittiler, şimdi yine gidiyorlar. Yatırım fonu yöneticileriyle görüşme yapılacakmış. Yatırım fonu yöneticilerinin istekleri açıktır; daha fazla getiri, daha fazla rant isteyecekler. Çaresizdirler; gidecek yerleri de pek yoktur. 

Kullanacakları fazla bir araç da kalmamıştır. Özelleştirme adı altında kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi, özel/özerk kurumlar aracılığıyla küresel kapitalizmin tüm diktumlarına tam teslimiyet, serbestleştirme adı altında kamusal eğitim ve sağlığın budanması, merkez bankasının sözde bağımsızlığı altında bir tür imana dönüşen emekçi düşmanı para politikasına tutsak olunması ve bunlara eşlik eden diğer politikalar sayesinde devletin elinde kullanacağı pek bir araç da kalmamıştır. Çaresizler, kullanacakları araç yok, Cumhurbaşkanının kadrine uğrayan faiz haddi dışında…Çaresizler, görünüşte yönettikleriyle yapıyla birlikte kendileri de yönetilmekteler. Üstelik sadece onlar değil, onların yerine gelecekler de aynı kaderle baş başa kalacaktır. 

Uzun yılar boyunca Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası raporları Türkiye kapitalizmine güzellemeler yazdılar; son yılar hariç. Son yıllarda Türkiye sürekli “kırılgan beşli” denilen küresel kapitalizmin ve sermayenin kıra kıra bağımlı hale getirdiği ve kırılmaktan mütevellit iktisadi çöküşe hazır lanetli ülkeler içinde sayılmaktadır. Bu lanetli kümenin diğer elemanları değişmekte ancak Türkiye ısrarla yerini korumaktadır. Aslında güzelleme ve yergi aynı yapıya yöneliktir. Bu yapı artık en küçük bir reformist açılıma bile izin veremez haldedir. Oyunun kuralarına uyarak bu fukara halkın ve emekçilerin kaderini değiştirmek mümkün gibi görünmemektedir.