Corona: Keynesyen haberci -II-

Keynes’in biri olduğu açıktır. I. Dünya Savaşı’nı bitiren kritik bir anlaşma sürecinde rolü olmuştur. İkincisini bitiren ve sonrasında kapitalist dünyaya yön verecek önemli bir konferansta da görevlidir ve sahnenin en önlerindedir. 1944’ün yaz aylarında ABD’nin New Hampshire eyaletinin küçük bir kasabasında, Bretton Woods’da 40’a yakın ülkenin temsilcileri bir araya geldiler. Temsilciler daha çok Merkez Bankası veya Maliye bürokrasisinden gelmekteydiler. Toplantının yeri ve tarihi çok simgesel ve kritikti.

Bretton Woods Konferansı başlamadan bir ay önce Amerikan ve İngiliz güçleri Normandiya’ya meşhur çıkarmayı yapmışlardı. Kapitalist propaganda aygıtının Avrupa’yı kurtaracak hamle olarak adlandırdığı, askeri açıdan gösterişli ve fakat stratejik açıdan önemsiz bu çıkarma çıkarmayı yapanlara savaş sonrası kapitalist dünyayı şekillendirmenin vaktinin geldiğinin sinyalini vermişti. Ancak çıkarma stratejik açıdan önemsizdi, çünkü Nazi savaş gücünün yenilmesi anlamında çok da bir katkısı olmayacaktı; şaşalı çıkarma yapılırken Kızılordu çoktan Alman ordusunu Berlin’e doğru süpürmeye başlamıştı bile.

Bir rivayete göre Stalin’in yıllardır istediği ikinci cepheyi açma konusunda sürekli ayak direyen iki büyük emperyalistin Haziran 1944’te apar topar bir çıkarmaya karar vermelerinin altında da Kızılordu’nun bu hızlı ilerleyişi vardı. Ellerini çabuk tutup kurtarabileceklerini kurtarma çabasına giriştikleri anlaşılıyor.

Bu nedenle Bretton Woods’un tarihi çok manidar idi, yeri de öyle. Konferansın ABD’de düzenlenmesi aslında küresel kapitalizmin ekonomik ve siyasal liderliğinin devir teslim törenine de işaret ediyordu. İngiliz emperyalizmi apaçık bir şekilde tahtını Amerikan emperyalizmine bırakıyordu (askeri olarak İngiliz emperyalizminin aslında ne kadar yetersiz olduğu ileride, 1956 Süveyş Kanalı krizinde ortaya çıkacaktı). Kazanan ülkelerin dünyayı şekillendirme toplantısıydı ya, laf ola beri gele Sovyet delegasyonu da çağrılmıştı. Konferansın iki yıldızı vardı. Amerikalı Harry D. White ve Keynes. Amerikan White planı ile İngiliz Keynes planı arasında geçen bir garip rekabet ortaya çıktı. Ancak Keynes’in görüşleri yine kaybedecek gibi görünüyordu. Çünkü Amerikan emperyalizmi görevi devralıyordu. Konferans ABD’de yapılıyordu, İngiltere’nin ABD’ye savaş zamanından kalma yekünlü borcu vardı ve İngiltere savaşın ilk yıllarında ayakta kalmasını biraz da ABD’ye borçluydu. Aslında hangi planın kazanacağı açıktı. White planı uyarınca sonrasında küresel kapitalizmin temel unsurları olacak Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası kuruldular. Ancak kurulan küresel kapitalist düzen kesinlikle Keynes’in adına yazılacaktı. Keynes bir kere daha masada kaybetmiş ancak sahada kazanmıştı galiba. Fakat bunu göremeden 1946’da vefat etti. 

Yalçın Küçük bir zamanlar bir yerlerde vurgulamıştı; insan önce aydın sonra da sosyalist olur. Keynes bir sonraki aşamaya geçmeyi gönüllü olarak reddeden, sınıfına sadık, pratik, öngörülü ve rafine bir burjuva aydınıydı. Çağına göre kuramsal olarak çok ileride miydi? Tartışılır. Bir aydında olması gereken en temel özelliğe sahipti, cesurdu. Örneğin 1920’lerde ve hatta 1929’daki büyük çöküş sırasında Emperyalist İngiliz burjuvazisinin amentüsü haline gelmiş ve aslında sorunları ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayan altın standardına bir tek o saldırıyordu galiba. Kuramsal katkısı ise çok ama çok abartıldı. Aslında kapitalizmi düze çıkaracak tek olanaklı yolu gösterdi, üstelik bunu yaparken de oldukça utangaçtı. Derdi günü kurtarmaktı, daha ötesini değil. Uzun dönem mi? “Uzun dönemde hepimiz ölüyüz” diyerek bir kenara attı. 

II. Dünya Savaşı sonrasında önce gelişmiş kapitalist merkezlerde kurumsallaştırılan sonra da azgelişmiş kapitalist ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletilen küresel birikim rejimine iktisat tarihçileri onun adını vermekten beis duymadılar. Bu rejim kapitalizmi tarihinde hiç olmadığı ve ileride de hiç olamayacağı kadar paylaşımcı, kontrollü ve planlı bir döneme soktu. Bu dönemde reel ücretler ve işçi sınıfının milli gelirden aldığı pay arttı. Bu dönemde hem dünya kapitalizmi hem de ulusal kapitalizmler hızla büyüdüler. Belki Keynesyen tarihsel hedef olan tam istihdama ulaşamadılar ama bazı yerlerde bu hedefe çok yaklaştılar. Çalışanlar ve sınıfsal hiyerarşinin altlarında kalanlar bile yükselen refah ve tüketimden nemalandılar. Azgelişmiş kapitalist ülkeler ise sisteme planlı sanayileşmeyi merkeze oturtan kapitalist kalkınma modeliyle katıldılar. Onlar bile yüksek hızlarla büyüdüler, kentleştiler ve yapısal dönüşüme uğradılar. Devlet sürecin tamamında hem aktif müdahalelerde bulundu hem de geliri çalışan sınıflar lehine bir nebze olsun yeniden paylaştırdı. Buna eşlik eden siyasal çerçeve içinde gelişmiş kapitalist ülkelerin büyük bir bölümünde sosyalist ya da sosyal demokrat partiler iktidara geldiler. Böylece Avrupa Sosyal Demokrasisi söylemde kalmış son Marksist kırıntıları da ayıklayarak, Marx ile son tarihsel bağını tamamen kopardı ve Keynes’in şahsında yeni bir guru buldu. Bu pratik zekalı burjuva liberali paradoksal bir şekilde reformist Avrupa sosyalizmine yeni bir ethos verdi. Marx’ın yerine Keynes; Lenin’in yerine Willy Brandt; dönüşüm son raddesindeydi. 

Burada iktisat tarihçileri şu soruyu sürekli sordular; sermaye neden gönüllü bir şekilde bu düzene katlandı? Kapitalizm tarihsel eğilimlerini geçici de olsa dizginleyen bu ödünü nasıl verdi? Burada iki cevap vardır. Birinci cevap savaş sonrası ulusal ve uluslararası siyasal ortamı temel belirleyen olarak kabul eder. Buna göre II. Dünya Savaş bitiminde birbiriyle ilişkili üç süreç Keynesyen detouru (sapağı) olanaklı kılmıştır. Öncelikle II. Dünya Savaşı’ndan sosyalist sistem moral, fiziksel ve coğrafi olarak büyümüş bir şekilde çıktı. Artık Uralların ardına sıkışmış küçük bir isyan değildi; nerdeyse Ren’in doğu kıyısına ulaşmıştı. Çin Devrimi ile birlikte Asya’nın çoğunu kapsar hale gelmişti. İkincisi, savaş sonrasında özellikle Avrupa’da sosyalist ve komünist partiler oldukça prestijliydi, çünkü Nazi işgaline karşı direnişin ana öbekleri olmanın onurunu taşımaktaydılar. Nitekim hem Fransa hem de İtalya’da savaş sonrası genel seçimlerde komünist partiler çok yüksek oy oranlarına ulaştılar. Bunlara sosyalist partileri de katınca ortaya çıkan tablo toplumların sola çark ettiklerini ortaya koymaktaydı. Dolayısıyla sadece Sovyet Sosyalizmi değil Avrupa Komünizmi ve Sosyalizmi de pek prestijliydi. Son olarak savaşın acısını doğrudan yaşamış toplumların özellikle çalışan sınıfları yeni bir hayat talep etmekteydiler. Bu hayatın piyasa dinamikleri tarafından sağlanamayacağı çok aşikardı. Bu üç unsurun bileşimi hem Amerikan emperyalizmini hem de onun koruma altına aldığı ulusal kapitalizmleri Keynesyen ödüne zorunlu kıldı. 

İkinci cevap ise savaşın yarattığı yıkıntı ortamında sermaye birikiminin acil gerekleri üstüne yoğunlaşmaktadır. II. Dünya Savaşı’nda savaşın asıl arenası özellikle emperyalist ülkelerin topraklarıydı (ABD müstesna). Dolayısıyla bu ülkelerde sermaye stokunun ve işgücünün önemli bir bölümü savaş sırasında yok edildi. Bir tür tabula rasa ortaya çıkıverdi. Bu ortamda sosyalizmin ekonomik, siyasal ve ideolojik meydan okumasını karşılayabilmek için hem küresel hem de ulusal kapitalizmlerin tez elden ayağa kaldırılmaları gerekiyordu. Üstelik bu ayağa kalkma ve yeniden yapılanma süreci kapitalist birikimi aksatmayacak garantiler atında yürütülmeliydi. Öncelikle özel kapitalist kârın artışı sağlanmalıydı, ancak bu yapılırken üretim artışını özümseyecek yüksek talep de ortaya çıkarılmalıydı. Bu nedenle reel ücretler ve azgelişmiş kapitalist dünyanın gelirleri de arttırılmalıydı. Ancak kârlar da artacak ise ücret artış oranı emek verimliliği artış oranının gerisinde kalmalıydı. Diğer taraftan savaş zamanında çok da zarar görmemiş Amerikan kapitalizminin büyük kurulu kapasitesinin üreteceği ara malı, girdi ve yatırım mallarına yönelik istikrarlı ve yükselen küresel bir talep de ortaya çıkmalıydı. Böylece hem Amerikan kapitalizmi hem de diğer ulusal kapitalizmler bir birikim krizine düşmeden toparlanma ve yeniden yapılanma sürecini atlatacaklardı. Küresel parasal ve finansal sistem bu anlamda emniyet supaplarını sağlayacak istikrar unsurları üzerinde yükselmeliydi. Devletler bu süreçte hem üretim hem de tüketim sürecine aktif ve düzenleyici müdahalelerde bulunmalıydılar. Tüm bu gerekler sermayeyi Keynesyen ödünü vermeye zorunlu kıldı. Böylece köprü, ayı ve dayı üçgeni bir kez daha kurulmuş oldu. 

Hangi cevabı haklı görürsek görelim, fark etmez, her ikisine göre de Keynsyen dönem kapitalizmin tarihinde bir anomali olarak kabul edilmelidir. Anomali ise olağanüstü, sıra dışı, her zaman karşılaşamayacağınız şartların yarattığı sonuçtur. Tekrarlanması zor ve hatta imkansız olanı işaret eder. Bu nedenle reformist sosyal demokrasinin veya Avrupa sosyalizminin tüm beklentilerine rağmen yeni bir Keynesyen dönem nerdeyse imkansızdır. 1960’ların sonu itibariyle Keynesyen rejim kapitalizmin kaçınılmaz krizlerinden birinin içine yuvarlanınca bir daha geri gelmemek üzere tarihin çöplüğüne atılmıştır. 1980’lerle birlikte sermaye verdiği ödünü rafa kaldırmış, ve bir daha böyle bir ödüne zorunlu kılacak siyasal ve ekonomik şartları budamaya başlamıştır. Nitekim 2007/2008 küresel krizinde Keynes’in bazı ısrarcı takipçileri vaktin geldiğine inanmış olacaklar ki Keynes’in ruhunu çağırmaya yeltendiler. Ancak olmadı, zaten olamazdı. 

Ancak son günlerde hem insanlığı hem de kapitalizmi tehdit eder hale gelen Covid-19 acaba Keynes’in reenkarnasyonunu olanaklı kılabilir mi? Diğer bir deyişle bu parçalanma ve çözülme 1946’dakine benzer şartları yeniden yaratabilir mi? Corona salgını sadece bedenleri değil sermaye, ticaret ve finans ağlarını da derinden yaralamakta ve çökertmekte. Küresel dev firmalar üretime ara vermekte, işsizlik çığ gibi büyümekte ve dünya ticareti hacim olarak giderek küçülmektedir. Sermayenin en arsız ve en sömürgen formu olarak finansal sermaye giderek değer kaybetmektedir. Virüs temel üretim ve dağıtım ağlarına saldırmaktadır. Hızlı ve bütüncül bir çöküşe doğru salınmaktayız. Bu anlamda belki yukarıda altını çizdiğimiz imkansıza yakınızdır, bu türden bir çöküntü acaba pratik zekalı, öngörülü burjuva liberalimize yeniden yaşam şansı verebilir mi? Beklemek ve görmek gerekir. Ancak verse bile yine ve yeniden kısa vadeli bir çözüm olacaktır. Uzun vadede kapitalizm ölüdür.

[view:view_injectablenews==283086