İktidar durmayacak. Duramaz. Bu arada İstanbul BB’ye kayyım atanmasını da gündemde tutmaya devam edecektir. Muhalefet de (CHP) duramaz. Durursa kaybeder.
Saptamalar ve değerlendirmeler
Oğuz Oyan
Türkiye toplumu ve siyaset ilişkileri bir kırılma noktasından geçiyor. 23 Şubat 2025 tarihli Birgün Pazar’da ve 11 Mart 2025 tarihli soL Haber’deki yazılarımda tam da bu konulara değinmiş ve anamuhalefetin farklı bir duruşa geçmesinin kaçınılmazlığı üzerine oldukça sert eleştirilerimi dile getirmiştim. Son bir haftada yaşananlar bu gündemin ne kadar belirleyici önemde olduğunu gösterdi. Şimdi bugüne gelindiğinde söylenecek sözler çok birikmiş durumda. O yüzden maddeler halinde yazmalıyım. Öncelikle olan bitenler hakkında kimi saptamalarla başlayalım; sonra da biraz daha ileriye bakarak değerlendirelim.
Saptamalar
- İmamoğlu’na yönelik 18 Mart Salı günü diploma ve 19 Mart Çarşamba günü 100’ü aşkın belediyeci ile birlikte gözaltı operasyonlarından sonra Türkiye geniş kitle tepkilerine sahne oldu. 19-23 Mart arasında beş gece boyunca Saraçhane daha önce görülmemiş kalabalıkların olağan miting sürelerini çok aşan saatler boyunca üst üste toplandığı bir gösteri alanına dönüştü. Ülkenin dört bir tarafındaki kitlesel tepkiler de buna eklendi. 23 Mart’taki tutuklama kararları toplumsal tepkileri büyüttü. Bu yazı yazılırken süren 24 Mart Saraçhane mitingi belki de bir zirve oluşturuyor.
- İstanbul’da Saraçhane belirleyiciydi; ama tepkiler o mekanın ötesine taştı. İstanbul Üniversitesi öğrencileri Beyazıt’tan Saraçhane’ye akmadan önce kendi kampüslerinde eyleme geçtiler; Boğaziçi Üniversitesi ve İTÜ öğrencileri başta olmak üzere benzer tepkiler diğer üniversitelerde de oluştu. Ankara ve İzmir gibi metropollerde de ODTÜ, Dokuz Eylül ve Ege gibi önemli üniversitelerin öğrencileri, tepkilerin en aktif unsurlarını oluşturdular. Büyük metropollerin meydanları dolup taşarken, gece mitingleri süreklilik kazanırken, irili ufaklı birçok kentte -AKP’nin oy deposu sayılanlar da dahil olmak üzere- tepkiler yayıldı ve ülke çapında süreklilik kazandı.
- CHP’nin örgütlediği veya varlığını hissettirdiği alanlar dışında polis şiddeti çok daha yoğun oldu. Özellikle de Ankara ve İzmir’de. Hatta İstanbul’da ilk günler miting sonlarında CHP yetkilerinin alanlardan çekilmesi sonrasında da polis müdahaleleri hemen artış gösterdi. Bu nedenle özellikle öğrencilerden CHP yetkililerine önemli eleştiriler geldi. Öğrencilerin yürüyüşlerinin polis barikatlarıyla engellenmesine CHP yetkililerinin de ikna/uzlaştırma çabalarıyla dolaylı destek olması ciddi tepkiler aldı.
- Üniversite öğrencileri toplumsal tepkilerin en ön saflarında oldular, en büyük şiddete de onlar muhatap oldu ve olmaktalar. 24 Mart Pazartesi itibariyle, yani güvenlik güçlerinin gösterici avı henüz devam ederken, gözaltına alınanların sayısı 1.100’ü aşmıştı bile. Bunların çoğu gösterilerde kaydedilen öğrencilerdi; ama gözaltıların gazetecilere ev baskınları biçiminde sürdüğü de görülmekte. Kolluk ve yargı şiddetinin bir caydırıcılık unsuru olarak devreye sokulması devam edecek gözüküyor.
- Göstericilerin tepkileri sadece İmamoğlu ile sınırlı değildi. Mevcut istikrar programının tüm yükünün emekçi kesimlere bindirilmesi nedeniyle ekonomik ve toplumsal talepler, gelir dağılımının bozulmasına ve Saray şatafatının sürmesine itirazlar önemli başlıklardı. Öğrenciler, yurt ve yemek sorunlarını, üniversitelerinin anti-demokratik biçimde yönetilmesini, İstanbul Üniversitesi gibi en köklü kurumun yönetim kurulunun topluca İmamoğlu’nun diplomasının geçersiz sayılması skandalına imza atarak kariyer hesapları uğruna inanılmaz bir itibarsızlığı sineye çekmelerine haklı ve sert tepkiler verdiler.
- Meydanları, sokakları dolduran göstericilerin sayısı, mükerrerlikler ayıklansa bile birkaç milyon kişiye ulaşmış görünüyor. Kaldı ki dünküyle birlikte altı günün brüt sayısı bunu rahatlıkla ikiye katlayabilir. Beş haftadan fazla süren Gezi Direnişinin kalabalıklarına beş günde ulaşılması beklenemezdi, ama Gezinin ilk beş-altı gününden daha kitlesel tepkilerin oluştuğu açık. Kuşkusuz iki olay arasında birçok farklılık var. Ama toplumsal tepkinin kitlesellik düzeyi bakımından Geziden sonraki en önemli toplumsal tepki zinciri ortaya çıkmış durumda.
- Henüz bu olaylar başlamadan önce CHP’nin 23 Mart Pazar günü için planladığı Cumhurbaşkanı aday adayını belirleme “ön seçimi” de kitlesel tepkileri doruğa çıkaran bir eylem oldu. 15 milyona yakın yurttaş 5.500 yerde kurulan sandıklara giderek İmamoğlu için oy kullandılar. Tek aday olduğu için katılımın az olacağı düşünülen bir oy verme işlemi, iktidarın faşist baskısı sonunda birdenbire patlama yapmıştı. Üstelik 1 CHP üyesine karşılık 8 üye olmayan yurttaş sandıklarda kuyruğa girip bu “meydan okuma” eylemine dönüşen oylamada tepkisini beyan etmiş oluyordu. Dolayısıyla, üyelere yönelik bir aday adayı belirleme sürecini “dayanışma sandıkları” konularak iktidarın faşizan uygulamalarına karşı bir meydan okumaya dönüştürmek son derece yerinde bir karar olmuştur. 15 milyon kişinin, CHP seçmenlerinin dahi dışına taşan bir kitlenin harekete geçmesi/geçirilmesi, Gezinin tamamı boyunca sokaklara çıkan insan sayısının aşılması bakımından da kuşkusuz çok anlamlı bir olaydır.
- AKP/MHP iktidarının saldırganlığına karşı kısa sürede ülke çapında örgütlenen bu devasa mitingler ve direnişler kuşkusuz dünya toplumsal direnişler tarihine geçecek ölçüdedir. Aslında ne 1789 ne de 1917 Devrimlerinin ilk günlerinde bu kadar büyük kalabalıklar toplanabilmiştir. Ama kuşkusuz hareketlerin hedefleri, liderliği ve sınıfsallığı bakımlarından 2025 ile devrim momentleri arasında nitelik farkı vardır. Öte yandan sermayenin iktidarı da hiç olmadığı kadar örgütlenmiştir. Türkiye’de Gezi olaylarının tekrarı olasılığına karşı müdahale hazırlıkları artık çok daha kapsamlıdır.
- Ayrıca iktidar hegemonyasına, onun yargıyı bir aparat olarak kullanma fütursuzluğuna karşı beklentileri çok aşan tepkiler ortaya çıkmasıyla iktidarın itibarı bundan yara almış ve hedeflerine tam ulaşamamıştır. İstanbul BB’ne kayyım atamaktan -belki de şimdilik- vazgeçmek durumunda kalınması, kuşkusuz Saraçhane’den ve Türkiye’den yükselen kararlı tepkilerin sonucudur.
- Buna rağmen dünyadan gelen destekler çok cılız kalmıştır. Hükümetler düzeyinde hiçbir resmi destek alınmamıştır. Belediye başkanlarından ve medyadan gelen destekler de sınırlı kalmış ve coğrafi olarak Avrupa’yı pek aşamamıştır. Kuşkusuz bunun jeopolitik nedenleri vardır ve iktidarın bu operasyonlara girişirken bunun hesabını yapmadığı düşünülemez. Ukrayna ve Ortadoğu’da savaş riskleri bitmez hatta büyüme eğilimi taşırken, Türkiye gibi silahlı kuvvetleri güçlü ama zayıflayan yönetici kadroları ve ekonomisi bakımından her an cephe önüne sürülebilecek zaafiyette olan bir ülkenin karşıya alınması göze alınmamıştır. Batı’nın ekonomik ve militarist çıkarları ön plandadır.
Değerlendirmeler
- İktidar durmayacak. Duramaz. Bu arada İstanbul BB’ye kayyım atanmasını da gündemde tutmaya devam edecektir. Muhalefet de (CHP) duramaz. Durursa kaybeder. CHP’nin kendi dışındaki toplumsal/siyasal kesimleri de eylemli muhalefet içinde tutmayı başarması gerekecektir.
- Soru şudur: CHP teşkilatları ve özellikle Meclis grubu ve Parti Meclisi üyeleri, böylesine militan ve uzun soluklu bir muhalefet biçimine ne denli uygundur? Aslında bu soru AKP için de sorulabilir. Ancak fark şuradadır ki, iktidar partisi güvenlikçi/idareci kadrolardan ve yargıdan bol miktarda militan devşirebilecek ve sahaya sürebilecek güçtedir. Esasen 22 yıldır en iyi örgütlendiği alan burasıdır; önceleri FETÖ desteğiyle şimdi de fiili koalisyon ortaklarıyla.
- Öte yandan CHP içinde bütünlüğü hâlâ bozan iç hizipler bulunabilmektedir. Üstelik bu hizipler fikri planda değil Kurultay iptali/CHP’ye kayyım atanması gibi karanlık kariyer hesapları üzerinden ve bir AKP aparatı tarzıyla yapılabilmektedir. Bugünkü eylemlilik halinin devamı, bu küçük hesapçıların tasfiye edilmesi bakımından da kritik olabilir.
- Faşizan yönetimler, kendi üstlerine yapışmış yolsuzluk, hırsızlık, adaletsizlik, tiranlık, emperyalizme teslimiyet, terör örgütleriyle (başta FETÖ) iş görmek gibi toplum nazarında itibarsızlaştırıcı konumlanmalarını kendi siyasi rakipleri üzerine sıçratarak ilerlerler. Hitler rejiminin bu konularda listesi kabarıktır ve yeni yöntemler aramaya pek de gerek yoktur. Kuşkusuz her zamanın ve ülkenin kendi özgüllükleri vardır; hiçbir şey tam olarak taklit edilemez; gene de zengin bir iftira atma/ karartma/ itibarsızlaştırma/ tasfiye etme vs. repertuarı tarihi olarak hizmete hazır durmaktadır. Tekelci sermayenin faşist partisini oluşturan Nazilerin, “burjuvaziyi Marksist olmakla” (!) suçlamaları (bkz. Hitler, Kavgam kitabı) ve sonuçta Marx’ın Yahudi kökeni üzerinden giderek Yahudi sermayeyi tasfiye etmenin gerekçesi yapmaları, çarpıtmada sınır tanımazlığın örneklerindendir.
- İngilizcede bir tabir vardır: “Street fighter” yani “sokak dövüşçüsü”; idari/siyasi kariyerleri veya ekonomik/siyasi rekabetleri için kuralsız dövüşenleri kasteder. AKP iktidar koalisyonu yakın zamana kadar bu sıfatla anılabilirdi. Kendisine ısmarlama elbise gibi biçtiği 2017 anayasasına bile uymayabilen, kendi çıkardığı yasaları, kararnameleri bile yeri geldiğinde ayak bağı olarak görebilen bir iktidar için bu sıfat uygundu. Ama 18-19 Mart’tan itibaren başvurduğu darbe sürecini artık bu tabirle anmak çok yetersiz kalacaktır. Ortada bir sivil darbe vardır ve buna direnmemek demek dinci-faşist bir iktidar yapılanmasının kapısını ardına kadar açmak anlamına gelecektir. Nitekim dün akşamki Saraçhane mitingini “faşizme meydan okuyorum” diyerek açan Özgün Özel’in bu gerçeğin (nihayet) farkına vardığı anlaşılmaktadır. Tabii devamını da getirmek kaydıyla.
Sonuç: İleriye dönük öneriler
CHP yönetimi geleneksel hareketsizliğini/edilgenliğini aşan bir sürece girmiştir/girmek durumunda kalmıştır. 2010’dan, Kılıçdaroğlu döneminden beri kendi program ilkelerini bile savunamaz duruma geriletilmiş bir konumdan bugün iktidara meydan okuyabilen bir noktaya gelebilmiştir. Bunu önemsemek gerekiyor. Ama bu kadarı uzun vadeyi kurtarmayacaktır.
CHP, şu iyice sağcılaşmış ve artık sermayenin ve emperyalizmin yörüngesinden çıkamayan “sosyal-demokrasi” yaklaşımı üzerinden kendine bir alan açma fikrinden vazgeçmelidir. CHP’nin hem emperyalizme hem de dinci gericiliğe vereceği yanıtlar Avrupa’da değil kendi geçmişinde, Cumhuriyetin kuruluş evresinde bulunmaktadır. Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin önce sahiplenilmesi sonra da -özellikle “emeğin Cumhuriyeti” hedeflenerek- kamucu bir çizgide aşılması, böylece ilerici bir program inşası amaçlanmalıdır. Buna içten ve dıştan yönelebilecek eleştirileri, özellikle de sahiplenilecek bir anti-emperyalist çizgiye ABD, AB, NATO ve (kuşkunuz olmasın) Sosyalist Enternasyonal çevrelerinden gelecek eleştirileri göğüslemeyi göze almadan elbette yola çıkılamaz. Esasen CHP, kendi tarihinden utanmadan/sıkılmadan bunu başarabilecek bir kadro ve program yapılanmasına gitmeden düzlüğe çıkamaz.