Neler yapılmalı?

28 Mart Cuma günü benim de dahil olduğum bir Sosyal Bilimciler grubu bir çağrı yayınladı. Bu çağrı metnine daha sonra birçok sosyal bilimci daha imzasını verdi. Üçüncü aşamada ise tüm destekleyicilerin imzası metnin altına eklenmeye başlandı. sosyalbilimcilerincagrisi.com adresinden ulaşılabilecek olan bu çağrı, "yaşam hakkını koruyabilme savaşımı" için 22 maddelik bir yapılması gerekenler listesi içeriyor.

Neler yapılmalı sorusunun yanıtını bu 22 maddelik listeyle tüketmek kuşkusuz mümkün değil. Örneğin tarımsal üretimi korumak ve geliştirmek, esnafa destek olmak için ek önlemler gerekir. Dolayısıyla kapitalist sistem içinde kalarak dahi önerileri sınırlamak mümkün değil. Kaldı ki, bu çürümüş sistemi aşabilme koşulları oluştuğunda, yapılacak çok farklı şeylerin ortaya çıkacağı da kesin.

Bugünkü sistemin egemenlerinin iki temel kaygısı var: Bir, virüs salgınının kendi iktisadi faaliyetlerini fazla etkilememesini sağlamak; eğer bu mümkün değilse olumsuz koşullar geçene kadar devletten destek almak; iki, krizle mücadelenin finansman ihtiyaçları için devletin kendi sınıfının kapılarını çalmasını önlemek (veya kapıları çalınmadan önce kasalarını çoktan vergi cennetlerine boşaltmış olmak).

Sermaye adına kapitalist devleti yönetenler bakımından ise, birinci şık, ülke ekonomisinin salgından fazla etkilenmemesi olarak algılanır ve politikalar ona göre oluşturulur. (Kuşkusuz siyasetçi-sermayedar örtüşmesi varsa, hem kendi ekonomisini hem ülke ekonomisini birlikte algılar). Bunun en vahşi ve açıksözlü ifadesini, Trump'ın ağzından duymak şaşırtıcı değildir. Trump, "Ölü sayısı 100 bin-200 bin arasında kalırsa, iyi bir iş çıkardık demektir" diyebiliyor. ABD'de ölü sayısının halen 2.500 civarında olduğunu, pandemiyi büyük ölçüde kontrol altına almış bulunan beş kat fazla nüfusa sahip Çin'de ölü sayısının 3.500'ün altında olduğunu dikkate alırsak, Trump'ın "başarı" saydığı sayının ne büyük bir insanlık felaketine karşılık geldiği daha iyi anlaşılır. Aslında Trump'ın telaffuz etmediği ama ima ettiği "makul" sayının milyon mertebesinde olacağını anlamak için falcı olmaya gerek yoktur.

Kapitalizmin vahşi özü böyle günlerde daha fazla açığa çıkar. Birkaç yüzbin veya milyon kişinin ölümü, sistemin genel çıkarları yanında bir hiçtir. "Ekonomiyi kapatmak" asla düşünülmemelidir. Hele de ölenler, sömürü çarkının büyük ölçüde dışına çıkmış yaşlı emeklilerden, kronik hastalardan, evsizlerden, müzmin işsizlerden oluşuyorsa. Birleşik Krallık da yola böyle çıkmıştı aslında; ama başlangıçtaki, "herkese bulaşsın da toplum bağışıklık kazansın" biçimindeki saldırgan sistem savunuculuğu, halk tepkileri nedeniyle geriye çarkla sonuçlanmıştı. Buna rağmen ilk anların gevşekliğinin faturasını ödeyenler arasına siyasetin ünlü simaları da katılıvermişti. 

Türkiye'yi yöneten AKP aklı ise, bir yandan "sokağa çıkmayın, işyerlerinde minimum sayıda insan çalışsın" gibi laflar ediyor, öbür taraftan da insanlara hemen hemen hiçbir nakdi ve ayni destek sunmuyor. Açıklanan şişirilmiş paketin emekçilere sunduğu önlemlerin pek cılız kaldığına dair eleştiriler üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın "sosyal yardım" listesinde yer alan 2 milyon küsur yoksula bir defalık 1.000'er TL yardım yapılması gündeme alınabildi. Ama bu bir kerelik teselli yardımının derde deva olması mümkün değil. Dün akşam RTE'nin zenginlerden bağış-zekat isteyerek, bu arada kendi yedi aylık maaşını bağışlayarak başlattığı kampanya ise, sosyal devlet adına çok zavallı bir görünümdür. DİSK'in, işsiz sayısının en az bir milyon artacağına dair tahmininin dahi pek iyimser kalabileceği bir ortamdan geçiliyor. Zaten resmi işsiz sayısının 4,5 milyon, geniş tanımlı işsiz sayısının 7,2 milyon olduğu bir Türkiye tablosuyla bu salgına yakalanılmış durumda. Bununla birlikte emeği korumak gene de mümkündür ve bunun yolları aşağıda yazılmaktadır.

SOSYAL BİLİMCİLERİN ÇAĞRISI

Bu olağanüstü koşullarda, sistem-içi önlemler olarak sınıflandırılsa da, yürürlükteki maliye ve para politikalarını sınırlarına kadar zorlayacak olağanüstü önlemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Şimdiye kadar, iktidar dışındaki siyasi partiler başta olmak üzere, sendikalar, meslek örgütleri, aydınlar, bilim insanları kendi önerilerini kamuoyu ile paylaştılar. TKP'nin açıkladığı müdahale programı, acilen sistem içi çözümler önermekle birlikte, bunların en radikal olanıydı. İktidar dışındaki kurumların eylem planları arasında kuşkusuz birçok çakışan nokta da bulunmaktaydı. Biz kısaca bunların en yenisi olan Sosyal Bilimcilerin ayrıntılı ve oldukça köşeli Çağrısı üzerinde duralım.

Bu çağrı, kabaca üç bölüm altında toplanabilecek bir bütüncül eylem planından oluşuyor. Birinci bölümdeki ilk dokuz maddede, emekçilere dönük bir eylem planının neleri içermesi gerektiği hakkında ayrıntılı öneriler sunuluyor. Bu kapsamda, "bütün işlerin 15 gün süreyle durdurulması"ndan özel korunması gereken gruplara salgın süresince ücretli idari izin verilmesine; tüm işyerlerinde sağlık önlemlerinin azami düzeye çıkarılması zorunluluğundan gerektiğinde çalışanların "çalışmaktan kaçınma hakkını" kullanacaklarına (DİSK'in de önemli bir talebidir); işten çıkarmaların yasaklanması genel talebinden işten çıkarmalar yerine kısa çalışma ödeneğinin (KÇÖ) verilmesine; mevcut işsizler ordusuna her türlü önleme rağmen yeni işsizler eklenecekse (mevcut yapıda bu durumu öngörmemek aşırı iyimserlik olurdu), hepsinin -esnek ve yarı zamanlı çalışanlar dahil- İşsizlik Sigortası Ödeneğinden yararlandırılmasından bu iki ödeneğe hak kazanma koşullarının kaldırılmasına ve süresinin ve miktarının arttırılmasına kadar bir dizi önlem dile getirilmektedir. (Not: Bazılarının "işten çıkarmanın yasaklanması ile KÇÖ'nin yaygınlaştırılmasının birlikte önerilmesi arasında bir çelişki bulmaları", konuyu iyi anlamamalarıyla ilişkili olabilir. KÇÖ, çalışanların işlerini kaybetmemeleri için İşsizlik Sigortasından zor durumdaki işletmelere ücret takviyesi yapılması anlamındadır. Dolayısıyla bir çelişki değil, bir tamamlayıcılık söz konusudur. Kuşkusuz bu sistem-içi bir çözümdür ve vasıflı emekgücünü yitirmek istemeyen işverenin de tercihidir). 

İkinci bölümdeki öneriler (10-17. maddeler), tüm hanehalklarına doğalgaz, elektrik, su ve internetin ücretsiz sağlanmasından, sağlık yardımı alan 10 milyon civarındaki kayıtlı yoksula aylık net 500 TL yurttaşlık geliri ödenmesine; öğrenci borçlarının ana para ve faizlerinin, çiftçi borçları ve ihtiyaç kredilerinin faizlerinin silinmesine; devlet ve özel hastanelerin ücretsiz sağlık hizmeti vermesi ve buna uymayan özel hastanelerin kamulaştırılmasından sağlık gereçlerinin üretilmesi için bazı fabrikaların dönüştürülmesine; yüksek istihdam yapan şirketlerde ve/veya stratejik sektörlerde istihdamı koruma amacıyla gerekirse kamulaştırmaların yaygınlaştırılmasından KİT gibi kuruluşların oluşturulmasına kadar bir dizi toplumsal/ekonomik hedefe yönelmektedir.

Üçüncü bölüm önlemler, bütün bu maliye politikası önlemlerinin finansmanı için gereken her türlü para ve maliye politikası tedbirinin uygulanmasını kapsamakta ve bu süreçte bütçe açığı ve enflasyon kaygılarının taşınmaması, dış ve iç finans çevrelerinden gelebilecek tepkilerin göğüslenmesini önermektedir.

Nihayet, sonuçta, devletin salgını bahane ederek gözetim ve denetim ağlarını yaygınlaştırmasına, daha baskıcı bir devlet aygıtını kalıcılaştırmasına şiddetle karşı çıkılmaktadır. Salgına karşı benimsenen "bilim kurulu yöntemi"nin doğruluğu vurgulanmakla birlikte, bu kurulun inisiyatifinin sadece siyasi iktidarda olmaması gerektiği, meslek örgütleri ve sendikaların kurulda temsilinin sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır.

"Çağrı"nın bütününe bakıldığında, öncelikle emeği ve halkın geniş çalışan kesimlerini vuran bu salgının ve onun körüklediği ekonomik krizin, ancak bu kesimlere yapılacak çok kapsamlı gelir aktarımlarıyla, barınma ihtiyacının türevi olan bazı temel harcamaların (elektrik, su vs) devlet tarafından üstlenilmesiyle, emeğin hem çalışma hem de -gerekirse- çalışmaktan kaçınma haklarının savunulmasıyla, hastalık ve işsizlik hallerinde tam kamu desteğine ulaşmalarının sağlanmasıyla toplumsal etkilerinin törpülenebileceği önerilmektedir. Bu öneriler, aynı zamanda, ekonomik krizin en sert vurduğu alan olan talep krizinin aşılabilmesi açısından da tamamlayıcı niteliktedir. 

SONUÇ

Herkes salgının sistematik etkilerinden söz ediyor bugünlerde. Bu "sistematik" terimini, bilinen bütün anlamlarını bir yana bırakıp dar anlamında kavramakta yarar var: Bugünkü pandemik salgın, sisteme dair bir şeydir. İçinde bulunduğumuz sistem de kapitalist sistemden başkası değildir. O halde, bu sistemin "kârları ençoklaştırma" mantığından, emek güçlerini ve tüm doğal kaynakları hoyratça sömürme "serbestliğinden", gerçek ihtiyaçları yansıtmayan tüketimlere meyletmekten kurtulmadıkça, pandemik krizler ve çözümsüzlük semptomları birbirini izleyecektir. Bunlar da kapitalist üretim tarzının aşılmasını gerektirmektedir.