İspanya’da bölgecilik

Geçen hafta Parlamentolararası Değişim ve Diyalog Projesi kapsamında İspanya’da çeşitli siyasi parti ve parti birlikleri temsilcileriyle bir dizi toplantı yapma fırsatı bulduk. Türkiye Madrid Büyükelçiliği’nin ve TBMM AB Uyum Komisyonu’nun ortak hazırladığı iyi çalışılmış program çerçevesinde, iktidardaki merkez sağ Halkçı Parti (PP), anamuhalefet konumuna gerilemiş Sosyalist İşçi Partisi (PSOE), içinde İspanya Komünist Partisi’nin de yer aldığı Birleşik Sol’un (IU) üst düzey temsilcileriyle temaslarımız oldu. Ayrıca, bir merkez koalisyonu olan İlerleme ve Demokrasi Birliği (UPyD) temsilcisiyle de görüştük. Muhataplarımız arasında Katalanya veya Bask çıkışlı partiler yoktu ama görüşülen parti temsilcileri arasında bu bölgelerden gelen milletvekilleri önemli bir temsile sahipti.

Henüz temaslara başlamadan IU ve UPyD’nin son dönemin hızlı yükselen siyasal hareketleri olduğu bilgisine sahiptik. 13 partinin birliğinden oluşan IU’dan Jaon Josep Nuet i Pujals (Barcelona Mv., komünist) mükemmel analitik sunuşunda, bunun İspanya’ya özgü bir gelişme olmayıp Yunanistan ve Portekiz’i de temsil ettiğini geçen seçimde 1,8 milyon oyla 11 milletvekili çıkararak 3. parti olan IU’nun daha şimdiden oyunu 3 milyona çıkardığını, oy oranını da 2004’te yüzde 4’ten 2012’de yüzde 7’ye şimdi de (anketlere göre) yüzde 14’e yükselttiğini açıklıyordu. UPyD’nin de 5 milletvekilliği çıkardığı geçen seçime kıyasla bugünkü anketlere göre oylarını ikiye katladığı anlaşılıyordu. Bu iki şeyi gösteriyordu: Birincisi, İspanya’da, Güney Avrupa’da olduğu gibi, seçmen haritası hızla değişmekteydi ve İtalya hariç sol yükselişteydi. İkincisi, geleneksel merkez sol ve merkez sağ partiler gerilemekteydi. PP ve PSOE’nin toplam oyları yüzde 80 düzeyinden şimdi yüzde 55’e gerilemişti. Joan Josep, AB’nin mevcut yapısını da yeniden tasarlama gereksinimi olduğunu, Türkiye dâhil genişlemeden yana olduklarını, sosyalist sol olarak Avrupa Parlamentosu’nda liberal ve yeşilleri geçerek üçüncü güç olmayı hedeflediklerini anlatıyordu.

Diğer bir saptama, İspanya’daki bütün önemli partilerin ortaklaştığı konunun, AB’nin geleceğini Türkiye’siz düşünememeleriydi. Bunu aslında Güney Avrupa’nın AB denklemine daha güçlü girmesi ve Almanya-Fransa hegemonyasının dengelenmesi arzusu olarak da okumak mümkün.

Bölgeler sorununa gelince, 1980’lerde AB’de yerelleşme reformu yönündeki basınçları 17 bölgeli bir İspanya oluşturarak kendi Bask ve Katalanya sorunlarını geri plana atmak için kullanmak isteyen İspanya’nın siyasi hareketlerinin bugün bundan genelde pişmanlık duyduğu anlaşılıyor. Çünkü Bask, Katalanya ve Galiçya gibi farklı dilleri de konuşan üç bölgenin daha fazla özerklik yönündeki taleplerini yeni bir bölge yönetimi modeli içinde eriterek denetlenebilir kılmaya çalışan siyasi anlayış, bu defa farklı dillere veya tarihten gelen bir bölünmüşlüğe dayanmayan diğer bölgelerin de daha fazla özerklik talepleriyle baş etmeye çalışmaktaydı. (Cumhuriyet’ten Nilgün Cerrahoğlu 7 -16 Şubat 2013 tarihlerinde yayımlanan, İspanyol düşünürü Fernando Savater ile yaptığı söyleşiyi de içeren beş dizilik bir yazıyla bu konuya değinmişti).

Şimdilerde İspanya’da politik alanı sıkıştıran ve her partide tartışma yaratan sıcak konu, Katalanya Meclisi’nin Katalanya’nın İspanya’dan ayrılma hakkını referanduma sunma kararıydı. Katalanya’da ayrılıkçı düşünce daha birkaç yıl önce yüzde 15’lerde iken, merkezdeki siyasi hatalar sonucunda şimdi yüzde 55’e dayanmıştı. Referandumun anayasaya aykırı olacağını ve Anayasa Mahkemesi tarafından yok hükmünde sayılacağını söyleyen iktidardaki PP bile kaygısını gizleyemiyordu. Katalanlar ise şimdi İskoçya’nın durumunu izliyorlardı ama ayrılıkçı hareketlerden şimdilerde ürkmeye başlayan AB yönetiminin ayrılan ülkelerin AB’ye otomatik katılımının olamayacağını, bunun için yeni genişleme kararlarına ihtiyaç olacağını ve bunun da çok kolay gerçekleşmeyeceğini açıklaması oldukça caydırıcı bir etki yaratmıştı. Ne var ki, Katalanya Meclisi, milliyetçi baskılar nedeniyle geri adım da atamıyordu. Gene Katalanyalı Joan Josep’e göre, bağımsızlık eğilimini arttıran nedenlerden biri de gelişmiş bölge ayrılıkçılarının “bağımsız olursak diğer bölgelerin yükünden kurtulur ve krizden çıkarız” şeklinde ekonomik krizi sömürmeleriydi. (IU, bağımsızlık yanlısı değildi, ama yeni bir anayasayla daha esnek bir eklemlenmeden yanaydı).

İspanya deneyimi, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünde bir yol olarak tüm ülkenin bölgeler yönetimine geçmesini savunanların bir kez daha düşünmesinde yarar olduğunu gösteriyor.