Gecikmeli muhalefet

“Siyaset aynı zamanda meydan okuma sanatıdır” demiştik önceki bir yazımızda. Tabii doğru zaman ve zeminde. Meydan okuma gecikmeli olmaz. Tıpkı olguların eleştirisinin de 'zaman gecikmeli' olamayacağı gibi. Taş yerinde ağırdır. Anamuhalefet konumunda bir siyasi partiyseniz ve üstelik medyada aleyhinize bir denge oluşmuşsa, eleştirel tavırlarınızın ancak zamanında yapılması ve açık bir haklılığı içinde taşıması halinde bir yankı bulacağını da hesap etmelisiniz.

Örnek mi? Fetocuların (ABD güdümlü Nurcuların) iktidardaki (Nakşi eğilimli) çoğunluğa askeri darbe yapmaya teşebbüs ettiği 15 Temmuz’dan hemen sonraki tavır -önünü arkasını düşünmeden- “iktidara destek” açıklamaları mı olmalıydı? Yoksa, bir yandan darbecileri mahkum ederken, öbür yandan Cumhuriyet kurumlarına el birliğiyle kumpas kuran iktidardaki siyaset ve onun paralel yapılarının (eski ortaklarının) bu darbedeki ortak sorumluluklarını teşhir etmek ve “suçluyorum” konumunu almak mı? Darbe girişiminin iktidarca bir “Allah’ın lütfu” olarak görülüp “bırakınız yapsınlar” tarzında önünün açıldığından kuşku duyuluyorsa -ki bu kuşkuyu haklı çıkaracak tüm belirtiler başından beri vardı ve bunu burada dile getirenlerden biri de biz olduk- bunu da o zamandan itibaren söyleyecektiniz. Zamanında bir meydan okuma konumunu almaya çekinip tam tersine Yenikapı ruhuna katılmaya gitmek, sonra referanduma birkaç hafta kala “kontrollü darbe” suçlamasından medet ummak, toplumda ve kamuoyunda bir siyasi tutarsızlık veya en azından zamansız veya gecikmeli tepki olarak görülecektir. Gecikmeli muhalefetin temelinde edilgen ve ürkek konumlanmaların yer aldığına dair algılar pekişirse bu sadece ilgili partinin seçmenlerini değil, rakip iktidar partisinin hamlelerini de etkileyecektir/rahatlatacaktır.

Kuşkusuz başka örnekler de vardır. Her durumda, siyasette zamanında risk alamayanların iktidar mücadelesi vermelerinin önünün açık olamayacağının artık fark edilmesi gerekir. Siyasi aczin toplum tarafından ödüllendirildiği pek görülmemiştir.

***

Tekrarlamaktan bıkmayacağız. Son iki yazımızda 16 Nisan sonrasında muhalefeti (özellikle de anamuhalefeti) etkileyebilecek üç olası tehlikeye ve yanılgıya işaret etmiştik. Bunlardan birincisi ‘ılımlı ve uzlaşmacı muhalefet ısrarı’ idi; ikincisi, ‘içinden geçilen dönemi sıradanlaştırmak ve AKP’nin diktatorya inşasının alt-hukukunu oluşturma sürecini Meclis faaliyetleriyle meşrulaştırmak’ idi; üçüncüsü, 2017’nin türdeş olmayan toplam muhalefetinin korunabileceği faraziyesiyle 2019 seçimlerine dönük iddia geliştirmek, onun üzerinden muhalif seçmeni yatıştırmak ve oyalamak’ idi. Geçen haftaki yazımızda dikkati çektiğimiz yanılgıyı da hesaba katarak buna bir dördüncüsünü, yani ‘gayri-meşru bir başkancı rejimle birlikte yeni bir anayasa yapımının öngörülebilmesini’  de ekleyebiliriz. Bunlardan ilk ikisi bugün CHP yönetimini bekleyen en yakın politika tuzaklarıdır. Son ikisinin ise CHP içi muhalefetin, parti içi iktidar mücadelesini de içerecek biçimde, kendini açımlama çabaları içinde yer aldığını izlemekteyiz. Bu son iki hedefin, seçim sonuçları sindirildikten ve tepkiler yatıştırıldıktan sonra, parti yönetimininde de taraftarlar bulması uzak olasılık değildir. Her durumda, sayılan bu dört risk unsuru 16 Nisan sonuçlarını meşrulaştırıcı niteliktedir.

Şimdilik CHP içi muhalefetin bir bölümünce benimsenmiş görünen son iki fırsatçılık türü, seçim sonuçları üzerinde sağlıklı bir tartışmayı engelleyici veya yanlış pistlere sürükleyici bir rolle sınırlı kalmayıp, parti yönetiminin hatalarının partinin yetkili kurulları içinde sağlıklı bir biçimde sorgulanmasını tıkamakta, yani Parti içi denetimin çalışmamasına yol açmaktadır. Bu durumda biraz da gündeme yanlış bir giriş yapan anamuhalefet-içi tartışmalara/ bazı seçilmiş yöneticileri organlardan/üyelikten dışlama düzeneklerine yol açılmaktadır. Böylece, iktidar partisine kendi içindeki sorunları görünmez kılma fırsatı da verilmektedir.

Oysa, disiplin cezaları/ihraç kılıcı sallanmadan da parti içi disiplin sağlanabilir/sağlanabilmelidir. Eğer bir otorite zaafı oluşmamışsa, Parti Meclisi gibi yetkili bir organ Yüksek Disiplin Kurulu'na sevketmeden de kendi iç uyarı-kınama düzeneklerini çalıştırabilir. Üstelik böylesi daha da etkilidir. Cezalandırmaya (sopa kullanmaya) yönelmeden disiplin sağlanabilmesi mümkünken bunun yapılmaması, otorite zaafını derinleştirir; üstelik bunu adilane uygulama imkanlarından da yoksunsa.

Kitle partilerinde, AKP tarzı ezici bir tek adam tahakkümü ve biat ilişkisi yoksa, açığa çıkmış parti içi muhalefetler olabilir. Bu, merkez sol partilerde daha fazla geçerlidir; hatta Avrupa örneklerinde görüldüğü gibi bazen içinde farklı kanatları dahi pekâlâ resmen barındırabilir.  Bunun bir zayıflık değil de bir güçlülük belirtisi olması, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin sindirilmesiyle mümkün olacaktır. Ancak Fransız Sosyalist Partisi örneği, bu ilkenin de sistemin girdapları arasında kaybolup gittiğini bir kez daha göstermektedir. Sistem partileri sadece programları bakımından değil, tüzükleri yani parti içi demokrasinin işleyiş koşulları bakımından da ağır bir aşınmaya uğramaktadırlar.