Ekonomi yan gider

Oğuz Oyan'ın “Ekonomi yan gider” başlıklı köşe yazısı 13 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kimin ekonomisi yan gider? Halkın büyük çoğunluğunun. Peki halkın büyük çoğunluğunun ekonomisi yan giderken ülkenin ekonomisi düz gider mi? Gitmez ama öyle de gösterilebilir.

AKP’nin yıllarca yaptığı da bu.

Kaldı ki, “ekonomi tıkırında” şarkısını söyleyenler yalnızca iktidarda oturanlar değil. Büyük sermayenin hem laik hem de İslamcı kesimleri hep birlikte koro halinde bu şarkıyı yıllardır söylemekteler. AKP dönemi, bu kesimlerin hep birlikte palazlandıkları bir dönem oldu. Her ne kadar iktidar mensupları artık yeni bir sermaye transferi dönemini başlattıklarını açıkça ifade etseler de, şimdilik transferlerin büyük bölümü devletten özele doğru gerçekleşmiş durumda. Bunun anlamı, nasiplenmelerde yandaş farkı gözetilmediği değil yandaşların henüz arzulanan sermaye büyüklüğüne erişememiş olmaları…

Her durumda, sermayenin bütün kesimleri açısından AKP gibi gözükara bir neo-liberal partinin alternatifi ortada yok. Bir yarışta öndeki rakibin ayak izlerine basarak onu geçmek olanağı olmadığına göre, iktidar adayı partiler farklı kulvardan koşmak durumundalar. Özellikle de “soldan” muhalefet edeceklerse… Sermayenin değil emeğin taleplerinin sözcüsü olmayı başarabilirlerse iktidar alternatifi olarak görülmeye başlarlar. Burada “emek”, toplumun çoğunluğunu kucaklayan geniş anlamda da tanımlanabilir.

***

Yönetici, klan dahil dar bir sınıfın çıkarlarına hizmet etse de, her siyasi iktidar asgari bir meşruiyet kaygısıyla hareket eder. O nedenle icraatının bütün toplumun yararına sonuçlar verdiğine toplumu ikna etmeye birinci önceliği verir. Yalan makineleri durmaksızın çalışır. Büyük medya patronları ile -bütün çekişmelere rağmen- bu bakımdan tam bir uyum içindedir.

Her yılın sonundaki bütçe görüşmeleri de bu “cilalı ekonomi” dönemi anlatısının şahikasını oluşturur. Kendi dönemine toz kondurmazken, kendi dönemi öncesini, hatta 70-80 yıl öncesini karalamakla uğraşır. Kitleleri tartışılmakta olan dönemin gerçekliğinden koparır.

Artık aldatmacanın bini bir paradır: Ekonomik kriz örtülür büyümedeki tıkanmanın lafı edilmez ekonomik durgunluk ile “azalan işsizlik” arasındaki çelişki saklanır cari açığın sahte ihracat rakamlarıyla düşük gösterilmesi ahlaki bir sorun teşkil etmez Merkez Bankası rezervlerini olduğundan farklı göstermek marifet sayılır çöken tarımın nasıl da şahlandığı anlatılır bölgesel dengesizlikler azalmışmış gibi yapılır toplam kamu yatırımları (GSYH’ya oranla) azalırken, bölünmüş yol ve konut alanındaki görünür yatırımlar sayesinde artıyormuş gibi yutturulur devletin büyüklüğü AB ortalamasının çok altındayken hâlâ toplum devletin küçültülmesine ikna edilmeye çalışılır, vb…

Bir örnek olay alalım. Başbakan her yıl devraldıkları IMF borçlarını nasıl da ödediklerini anlatırdı bu yıl buna bir de IMF’ye borç veren ülke durumuna gelindiğini ekledi. Neresini düzeltelim? (i) AKP, iktidara geldikten sonra IMF borcu ödediği gibi IMF kaynağı da kullandı. (ii) Devletin toplam dış borcu içinde IMF borcu hep küçük bir bölümdü. (iii) AKP döneminde kamu borcu 20 milyar dolardan fazla artarak 111 milyar dolara yükseldi. (iv) AKP döneminde toplam dış borç 149 milyar dolardan 323 milyar dolara yükselerek rekor kırdı. (v) Toplam borcun 212 milyar doları özel sektör dış borcu (ki AKP döneminde 4 kattan fazla artış gösterdi) ancak bu bir dış borç olduğu için ülke borcu sayılır (nitekim kısa vadeli dış borçlar/TCMB rezervleri ilişkisi kurulurken tüm dış borçlar dikkate alınır kaldı ki, 2000/2001 krizlerinde özel bankaların dış yükümlülüklerinin nasıl da IMF talimatıyla devlet garantisi altına alınıverdiği uzak bir anı değildir). (vi) Türkiye G-20 üyesi ülke sıfatıyla IMF’ye katkı yapma taahhüdü altına girmiştir, ama bu taahhüt gerçekleşmemiştir.

Sonsöz: “Halka yalan söylemek suçtur” anlayışı ile “halka yalan söylemek sevaptır” anlayışı arasındaki mücadele bitmez.